Jülide Kural: “Politik Bir İnsanım ve Sosyalistim”

editor
2,5K Okunma
Jülide Kural, “Ben Rosa Luxemburg” oyununu Evrensel gazetesinden İsmail Afacan’a anlattı.

Oyuncu Jülide Kural bu kez “Ben Rosa Luxemburg” oyunuyla karşımızda.  Kadın bir devrimcinin hikayesini sahneye taşıyan Kural; tek kişilik oyunda Rosa Luxemburg’un çocukluğu, gençliği, aşkları, arkadaşlıkları ve eril politik arenada engelli bir kadın olarak var olma sürecini anlatıyor. “Ben Rosa’yı tarihte kalmış bir kadın siyasetçi ve düşünür olarak anlatmıyorum” diyen Kural “Artık tek seçenek var: Sosyalizm. Devrim hâlâ mümkün ve biz bunu mücadele ederek başarabiliriz” ifadelerini kullanıyor.

Rosa Luxemburg ile seyirci karşısındasınız. Bu tercihle başlayalım isterseniz. Neydi sizi Rosa Luxemburg’la buluşturan?

Tiyatroya başladığımdan bu yana kadın mücadelesini çok önemseyen, aktif olarak içinde yer alan biriyim. Sanat hayatım boyunca mücadele eden ve bedel ödeyen birçok kadın kahramanı oynadım. Antigone, Medea, Tanya, Carmen, Anne Frank, Frida Kahlo gibi. Şimdi de Rosa Luxemburg.

Rosa Luxemburg’un diğer isimlerden şöyle bir farkı var. Rosa Luxemburg kapitalizmin nasıl çökeceğini, sosyalizm kurulurken nelere dikkat edilmesi gerektiğini tanımlamış bir düşünce insanı. Bütün bunları 19. yüzyılın sonunda 20. yüzyılın başında söylemiş. Henüz 48 yaşındayken katledilmiş bir isim. En çok bu ilgimi çekti. Ben de buralardan Rosa Luxemburg’a doğru yürümeye başladım.

Rosa Lüksemburg’u bu toplumda insanlar pek tanımıyor. Onun düşüncelerini ve duygularını anlatırken yeni rotaların kapısını açmayı hedefliyorum. Oyunu izledikten sonra, seyirci onun düşüncelerini anlamaya, kitaplarını okumaya başladığında yeni rotalara kapı aralanacak.

Nasıl bir hazırlık süreci geçirdiniz. Role çalışırken en çok hangi noktada zorlandınız?

Kitleler karşısında konuşabilen, hatip gücü yüksek olan ve onca erkek arasından çıkan bir kadını anlatırken çok zorlandım.

“DUYGUYU ANLATMAZSAM AÇIK OTURUM OLUR”

Neden zordu?

Çünkü siyaset didaktiktir. Yani siyaseti sahnede anlatmak tehlikedir. Siyaset sanatla bütünleştiğinde onun başka yanlarının ve katmanlarının olması gerekir. İlk başladığımda vazgeçtim. Sonra tekrar başladım. Sonra, “Bunu ben yapamayacağım, bir yazarla çalışayım” dedim. Hiç olmadı.

Biz sanat üreticisiyiz. Benim duygulara ihtiyacım var. Yani kadının altta yatan duygularını göstermem lazım. Çünkü sanat ne kadar düşünsel olsa da aslında duygudur. Yani duyguyu anlatmazsam sanat değil açık oturum olur.

Rosa Luxemburg’a dair çok fazla kitap okudum. 7 yıl üzerinde çalıştım. Hayatımda hiç oyun yazmamıştım. Oyunu kendim yazmaya karar verdim. Rosa Luxemburg’u yazmak benim için çok büyük sorumluluktu.  İlk versiyonu iki buçuk saatti. Sonra kese kese bir saat on dakikaya düşürdüm. Çünkü tek kişilik gösteri uzun olmamalıdır. Güzel de oldu.

“EN BÜYÜK KORKUM…”

Devrimci karakterler sahneye taşındığında içerik ve biçimden bağımsız bir ön yargı oluşuyor. Seyirciler oyunda ajitprop bir üslubun hakim olduğunu düşünüyor… Bu yaklaşımı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Doğru ama böyle olmasının bir nedeni de üretimin kendisi… Geçmişteki oyunların böyle yapılmış olması. Benim en büyük korkum buydu. Bu nedenle tiyatro gerçekliğini göz ardı etmeden, sanatın kendi içindeki olanaklarını kullanmayı hedefledim.

Sonuçta büyük bir sosyalist… Bağıra çağıra öyle olduğunu söylüyor zaten. Bundan vazgeçmedim ama bunu dengeli bir şekilde yaptım. Rosa Luxemburg bazen yalnız kalmak isteyen, bazen de “Kaz çobanı olmak istiyorum” diyen bir kadın. Bunlara da yer verdim.

Oyunda Rosa Luxemburg’un sadece devrimci yanını da görmüyoruz. Mesela aşklarına ve yazdığı yazıya, heyecanına da tanık oluyoruz. Devrimci mücadelenin dışındaki Rosa’ya gelirsek…

Rosa her durumda devrimci ama klişelerin içine dahil olmayan bir kadın. Bir yanı kitleler karşısında güçlü sesiyle kıpkızılsa diğer yanı doğada yalnız başına kalmak isteyen biri. Hayatı merak eden, anlamaya çalışan; önüne gelen her şeyi okuyan, durmaksızın yazan, umudunu her zaman güçlü tutan bir kadın. Bir yandan tutkulu aşklar yaşayan bir kadın… Her şeyi tutkuyla yapıyor aslında. Yani hiçbir şeyi “birazcık” yapmıyor.

“BENİ, CESARETİ VE TUTKULARI ETKİLİYOR”

Rosa Luxemburg’un yaşamında sizi en çok etkileyen neydi?

Doğru olduğunu düşündüğü hiçbir şeyden vazgeçmeyen bir kadın olması. Öldürüleceğini bilmesine rağmen mücadeleden kaçmaması. Ben onun cesaretini seviyorum. Bir de tutkuları beni çok etkiliyor.

Rosa Luxemburg, dönemin sembol devrimcilerinden biri… Öte yandan o dönem sosyalist hareket içinde başka devrimci kadınlar da var, oyunda da buna atıf yapıyorsunuz…

Rosa Lüksemburg, kendisini sadece kadın mücadelesiyle sınırlamaz. Eril ve cinsiyetçi alana yani kadının olmadığı, hatta seçme seçilme hakkının olmadığı bir alana dalar. Ve orada öyle bir mücadele yürür ki… Hitabetiyle, entelektüel birikimiyle, Marksizme hakimiyetiyle o eril alanda kendini gösterir ve sosyalist hareketin liderlerden biri olur.

Yaşamın kendisi bizim için kocaman bir ateş topudur. O topu alır en eril alanın üstüne atar. Orada büyük bir yangın çıkarır.  Yani devrimci mücadeleyle kadın mücadelesini birleştirir.  Bu yüzden “Ey kör zalimler! Sizin düzeniniz kumdan zemin üzerine kurulu. Devrim daha yarın gümbürtüyle ayağa kalkacak yeniden ve yüreklerinize korku salan borazanlarla ilan edecek: Vardım, varım, var olacağım!” der. Hâlâ kadın mücadelesinin en önemli ikonlarından biridir.

“ROSA TARİHTE KALMIŞ BİR KADIN DEĞİL”

Oyunda Rosa Luxemburg’un İkinci Enternasyonal oportünizmine karşı tutumuna tanık oluyoruz. Rosa’nın İkinci Enternasyonal partilerinin savaş bütçesini onaylamasına tepkisi ve barış vurgusu oldukça dikkat çekiciydi. Mesela Rosa’nın “Siz sosyal demokratlar olarak diyorsunuz ki, bütün dünyanın proleterleri barış zamanında birleşin ama savaş zamanında birbirinin boğazını kesin” sözü… Bugüne dair de bir mesaj gibi…

Ben Rosa’yı tarihte kalmış bir kadın siyasetçi ve düşünür olarak anlatmıyorum. Ben bugünü anlatıyorum, o bugün burada yaşıyor ve bugün konuşuyor. Kapitalizm artık hiçbir şeyi saklama gereği duymuyor. Çünkü karşısında alternatif olarak sosyalizmi görmüyor. Dolayısıyla dünyadaki emperyalist kuşatmaya karşı barışı savunmanın önemini sanat yoluyla anlatmaya çalışıyorum. “Savaşa hayır” diyorum sahnede. Onu ben mi söylüyorum yoksa Rosa mı? Rosa söyledi ama ben de şimdi söylüyorum. Dolayısıyla biz bir bütünüz.

Umutsuz ve hüzünlü bir oyun değil. Olabildiğince güncel vurguları var. Son olarak Rosa Luxemburg bugüne nasıl sesleniyor?

Artık tek seçenek var: Sosyalizm. Devrim hâlâ mümkün ve biz bunu mücadele ederek başarabiliriz.


“POLİTİK TİYATRO YAPIYORUM”

Biraz da Ateş Tiyatrosunu konuşalım isterseniz…

Ben yıllarca özel tiyatrolarda çalıştım. Dostlar Tiyatrosunda bir oyun oynadım, “İçimdeki Çığlık” diye. Orada kadın karakteri canlandırmıştım. Seyircide iyi bir karşılığı oldu. Bunca kadın var dünyada, bedel ödeyen, hayatlarıyla bize çok şey bırakan. Onları okuyoruz, seviyoruz ama tam olarak bilmiyoruz. Bu isimlerin tiyatro aracılığıyla genç kuşaklarla buluşmasını ve onların hâlâ yaşadığını anlatmak istedim. Frida’yla başladı bu süreç. Sadece fikir olarak kadınları anlatmak için yola çıkamayız. Herhangi bir oyunu oynamak değil amacım Ateş Tiyatrosunda. Sahne üstünde anlatılabilir, renkliliği bulmam gerekiyor.

Genelde politik karakterleri canlandırıyorsunuz. Politik tiyatro yaptığınızı söyleyebilir miyiz?

Evet.

Genelde bunu söylemeye çekiniyor sanatçılar…

Politik bir insanım ve sosyalistim. Ben bunu savunuyorum.

Türkiye’de politik tiyatro deyince genelde 1960’lar ve 1970’ler geliyor. Bunun kalesi Ankara Sanat Tiyatrosu. Geçmişle bugünü karşılaştırdığınızda değişim görüyor musunuz?

O dönemde sosyalist hareket çok güçlüydü. Birçok ülkede sosyalizm vardı. Politik tiyatro yapmanın kuşkusuz karşılığı vardı. Şimdi öyle değil. Politik tiyatro deyince maalesef belli klişeler çok fazla kullanılıyor. Birincisi bizim bu eleştiriyi kendimize yapmamız lazım. Hem deneyimlerimi arttırmak hem içimdeki ruhu beslemek için her şeyi yapmaya çalışıyorum. Çünkü tek boyutlu sanatçı olamaz, olmamalıdır da. Bir politikacı olarak değil, bir sanatçı olarak bunu yapmalıyız.


“SOSYALİSTLERİN TİYATROYLA BAĞI ÇOK ZAYIFLADI”

Tiyatro oyunlarını takip etmeye çalışıyorum… Örneğin işçi hikayelerini, sosyalist karakterleri anlatan oyunlar çok fazla yapılıyor. Ancak bu oyunlar küçük tiyatro salonlarıyla sınırlı kalıyor, işçi hikayesini gidip çok lüks bir semtin AVM’sinde izliyoruz. Bu oyunlar asıl öznelerine ulaşamıyor…

Doğru… Böyle bir açmaz ve çelişki var. Bu oyunları her yerde oynayamıyoruz. Öyle bir şansımız da yok. Yeni oyunumda sınıf hareketine vurgu yapan bir kadını canlandırıyorum. Sendikaların, sosyalist hareketin ve tiyatrocuların dayanışma içinde olması lazım ama kurumlar arası köprü de kurulamıyor gibi… Bu buluşmanın gerçekleşmesi lazım. Yoksa Rosa Luxemburg’u sadece entelektüel çevreye oynadıktan sonra ne anlamı var bu oyunun?

Bir Marksist aydın, politik tiyatro yapan bir sanatçı olarak sosyalistlerin tiyatro ilgisini nasıl buluyorsunuz?

Gördüğüm kadarıyla maalesef bu soruya çok olumlu bir yanıt veremeyeceğim. Sosyalistlerin hem tiyatroyla hem de diğer sanat dallarıyla bağı çok zayıfladı. Bunun tersini söylemeyi çok isterdim. Biraz sarsılmak lazım. Şunu da itiraf etmeliyim. Bu oyunu oynamaya başlayınca bir ilgi oluştu. Yani uzun zamandır görmediğim bir heyecan var ama pratiğini göreceğim.


ROSA LUXEMBURG’UN O SÖZLERİ

Rosa Luxemburg’un sosyalist hareketin dağarcığına yerleşmiş sözleri var. Beni en çok etkileyen iki sözünü size sormak ve sizden kısaca yanıtlar almak istiyorum…

İlki “Ya sosyalizm ya barbarlık”: Ya eşit, paylaşımcı bir toplum kuracağız. Ya da her gün biraz daha insanlığımızı kaybedeceğiz.

İkincisi “Vardım, varım, var olacağım!”: Siz devrimi öldüremezsiniz. Biz hep vardık. Şimdi de varız ve hep var olacağız.

 

Kaynak:https://www.evrensel.net/haber/479269/julide-kural-politik-bir-insanim-ve-sosyalistim

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku