Elvin Beşikçioğlu: “Tiyatronun Okulu Ankara’dır”

editor
4,6K Okunma

Karantina ve pandemi önlemleri kapsamında ilk kapanan ve son açılan kurumlar olarak tiyatrolar, henüz yeni yeni gün yüzüne çıkmaya başlayan oyunları ile birlikte karanlıktan aydınlığa çıkınca gözlerini kısarak olanları seçmeye çalışan maden işçileri gibi hem yorgun, hem mutlu, hem de biliyor ki artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı bir dünyaya açtı sahnelerini… 

Tüm bu karmaşık ve bol bocalamalı duygular dışında; tiyatroda birlik tartışmaları, mesleki dayanışma çabaları, devletin adaletsiz destekleri, salonlarda kaygılı bir seyirci, yazarlarla bir kişi, bilemedin en fazla iki kişilik metin pazarlıkları, sanal sahneler ve her şeyden önce bu yeni dönemde bir ekonomi yönetimi ile karşı karşıya olduğumuz aşikar… Tiyatro… Tiyatro… Dergisi olarak, nerede kalmıştık diyemeden, nereye gidiyoruz sancıları yaşayan Ankara’daki özel/bağımsız tiyatroların kritik var olma süreçlerini yansıtmaya çalışacağımız bir söyleşi dizisi başlattık. 

Ankara’dan ilk konuğumuz Tatbikat Sahnesi’nin kurucu ortağı, oyuncu ve yönetmen Elvin Beşikçioğlu…Kendisi, devlet desteğinden faydalanan tiyatroları adına; işlerin onlar açısından da hiç kolay olmadığını vurgularken, bu süreçte eleştiriyi biraz da kendimize çevirmemiz yönünde görüşlerini açık yüreklilikle paylaştı söyleşimizde. Beşikçioğlu, Tirkiye Tiyatrosu’nun bu zorlu süreçteki ekonomik sorunlarını ve yeni sürece uygun yapısal arayışlarını, Ankara ve Tatbikat Sahnesi özelinden verdiği örneklerle değerlendirdi. Ayrıca, alınan pandemi önlemleri, prömiyer yapamayan Fahrenheit 451 ve Fişekhane’deki yeni oluşumları hakkında bilgileri de bizimle paylaştı…  

Gidion’un Düğümü, Elvin Beşikçioğlu. Foto: Murat Muratal

“Sadece oyunculuk, tiyatro yapmaya yeterli değil”

Yeliz Karakütük: Öncelikle, Tatbikat Sahnesi’nin 2013 yılından günümüze kadar Ankara’da özel bir tiyatro olarak var olma ve ayakta kalma serüvenini bize kısaca anlatabilir misiniz?

Elvin Beşikçioğlu: Aslında Tatbikat’ın oluşması 2013’ten de evvel bir sürece denk gelir ancak kendimize sabit bir yer ve isim bulma sürecimiz 2013’te tamamlandı diyebiliriz. Biz Erdal Beşikçioğlu ile birlikte bir tiyatro kurma fikri ile işe koyulduğumuzda, kendi hikayemizdeki zorluklardan yola çıktık.  O yüzden, her şeyden önce gençlerle çalışmak ve onlara kendilerini ifade edecekleri sahne olanaklarını sunmak istedik. Gençlerin, kendilerine çeşitli mecralar bulabiliyor olsalar da, imkanların çok kısıtlı olması sebebiyle, bir türlü kendilerini aşabilecekleri ve kendilerini bulabilecekleri çalışma tempolarına ulaşamayışlarından yola çıktık. Bununla birlikte, kendi yorumumuzu ortaya koymak ve tiyatro adına kendi yaratmak istediğimiz dünyanın hayalini kurduk. Çünkü tiyatro dediğimiz şey oyunculuk tabanlı görünse de, asla sadece bir oyunculuk meselesi değil. Tiyatro bir düşünce biçimi, bir varoluş biçimi… Birçok bilim ve sanat dalını içinde barındıran, ayrı ayrı disiplinlerin kendine yer bulduğu çok komplike bir sanat. Dolayısıyla sadece oyunculuk, tiyatro yapmaya maalesef yeterli değil. Oyunculuğu temel alırsanız, kendinize dair tekdüze bir yol alabilirsiniz. Biz tiyatromuzu kurmaya karar verdiğimizde, bu fikirden uzaklaşmak ve tiyatronun gerçekten bir sanat ürünü olarak yekpare bir bütünlükte olduğunu anlatabilmek, bu ensemble içerisinde ise gençleri yoğurabilmek, vizyonlarını biraz olsun açıp, bizden sonra devam edecekleri yola ışık tutabilmek istedik. Sonrasında kendimize bir yer arama serüveni başladı. Derken şu an herkesin bildiği, Amerikan Kültür’e ait olan, eskiden tiyatro, sinema ve eğlence yeri olarak kurulmuş binayı kiraladık. Ve maceramız, ilk olarak 2013’te gençlerle birlikte sahneye koyduğumuz  Mezarsız Ölüler ile başlamış oldu. 

“Niye Türkiye’de tiyatro yok diyorlar; çünkü Türkiye’de tiyatroya ayrılacak bir ekonomi planı yok” 

O günden bu yana 7 yıl geçmiş, geçlerden hiçbir şekilde vazgeçmeden, elbette kendi yollarını bulabilmek için gelenler olduğu gibi gidenler de oldu, ama biz Erdal ile yolumuzdan hiç sapmadan başladığımız amaç doğrultusunda bu yolda yürümeye devam ettik. Tabii, özel tiyatro olarak var olmak ve tutunabilmek gerçekten çok zorlu bir süreç.  Sonuç itibarıyla, siz bir oyun fikri ile yola çıkıp da sahnelediğinizde, insanlar geliyor ve “a ne hoş, ne güzel oynuyorlar, ne eğlenceli işleri var” deyip geçiyor. Ama o oyun sahneye konulana kadar geçen manevi zorlukları geçtim, maddi zorluklar görülmüyor. Yazara ulaşıp telif ile başlayan süreçten, oyuncuların ve teknik ekibin sigortaları, ödemeleri, dekor, kostüm, sahne kiraları, faturaları gibi bir oyun sahneye konulurken yaşanan ekonomik zorlukları maalesef düşünen yok. Benim 27 yılım Devlet Tiyatroları’nda geçti. Sonrasında yaşadığım özel tiyatro süreci ile görüyorum ki, Türkiye’de tiyatrolara yönelik bu bakış açısı ile mücadele etmek zorundayız. Niye Türkiye’de tiyatro yok diyorlar, çünkü Türkiye’de tiyatroya ayrılacak bir “ekonomi planı” yok. Sanatçıların bu oyunları sahneye koyabilmeleri için belli yatırımlar yapmaları gerekiyor. İnsanlar bunu anlayamadığı, göremediği zaman hayat ile sanatın arası gittikçe açılıyor. Hayat bu kadar birbirinden uzak olduğu zaman da, sanat gerçekten anlamsızlaşıyor. 

Nina / İçi Doldurulmuş Martıların Hassasiyeti, Elvin Beşikçioğlu. Foto: Murat Muratal

“Her şeyi ayağa düşürdük”

Yeliz Karakütük: Türkiye’de sanat ile hayat arasındaki bu mesafeyi kapatmanın bir yolu var mı sizce? Sanat yapmak isterken para kazanamıyor, para kazanmak istersek de sanattan uzaklaşıyoruz… 

Elvin Beşikçioğlu: Elbette işin içine ekonomi giriyor, para kazanmak derdi hepimizin. Ama bir yandan da sanat dediğimiz şey böyle olmaz, olamaz. Bunu yaparken bir ortak yol bulunmalı, sanat da elden bırakılmamalı. Belki biz sanatı da doğru anlatamadık, onu da bilemiyorum. Sanat, sadece güldürü ustalığı yapmak ya da dibine kadar bir trajediye  gömülüp seyirciyi gözyaşlarına boğmak değildir. İzleyici ya çok gülecek ya da korkunç bir trajedinin dibine düşerek hemhal olacak… Biz bunu anlamadık, tiyatro yapmanın bir düşünce biçimi olduğunu, imgelerden oluştuğunu, çeşitli metaforlar kullanılarak gösterileceğini ve sanatın bir yol gösterici olduğunu anlatmak çok önemli. Evet, sanat bir yol göstericidir; sanat size dikte etmez. Elbette güldürü de olsun ama bunun da bir tiyatro adabı olmalı. Örneğin, vodviller bile bir süre sonra bizde anlamını yitirdi. Dekoru, uygulama biçimi, zamanlaması ve tüm bunlarla vodviller, herkesin başarabileceği işler değildir. Zeka ister, pratiklik ister, zamanı doğru kullanmak ister. Bütün bunları da çok güzel sahneye aktaran tiyatrolarımız vardı. Ama her şey yok olduğu gibi, sanatın türleri de yok oldu. Bunu yapmanın bile teatral bir yolu varken, biz maalesef her şeyi ayağa düşürdük. Bundan sonrasının toparlanışı nasıl olur, ben de bilmiyorum. 

“Şehirlerin içi boşaltıldı… Oysa tiyatronun okulu Ankara idi” 

Yeliz Karakütük: Tatbikat Sahnesi’nin kurulduğu 2013 yılında Ankara’da o dönem faaliyette olan pek çok özel tiyatro ile birlikte, gerek halk tabanında gerekse entelektüel çevrede tiyatrodan daha çok bahsedilmesinin önünü açan bir çizgi geliştirdiği kaçınılmaz bir gerçek. Ankara’da özel tiyatro anlayışının gelişmesine katkı sundu Tatbikat Sahnesi ve ekonomik kaydılara rağmen, sadece İstanbul’a da değil, ısrarla Ankara’da da kalıcı sahnesiyle var olmaya çalışıyor…

Elvin Beşikçiğolu: Evet ama neden hala Ankara’dasınız diye sorma, onu ben de merak ediyorum… Niye acaba diye ben de kendi kendime çok soruyorum… Ankaralıyız, Ankara bizim için çok kıymetli, evet ama bir yandan da Erdal da ben de İstanbul’u çok seviyoruz. Son dönemlerde Ankara’nın kültür dünyası çok değişti, buna rağmen ne olursa olsun Ankara izleyicisinin her zaman bir ağırlığı olmuştur. Biz buna çok kıymet veriyoruz. Tüm yozlaşmaya rağmen, Ankara’nın eski tiyatro anlayışı hala duruyor. Belki de çok köklü bir tiyatro anlayışı ve izleyicisi olduğu için bu korunabildi. Bir şekilde o itibar ve kalite hala devam ediyor. Öbür taraftan baktığınız ise; İstanbul’u her şeyin merkezi haline getirdiler. Sanki Türkiye’de bir tek İstanbul var. İzmir yok, Ankara yok, Balıkesir yok, Kapadokya yok… Sanki Türkiye demek İstanbul demek… Eskiden Ankara’da bankaların merkezleri vardı. Onları bile taşıdılar. Bütün dizi piyasası İstanbul’da. Ankara’dan sadece Behzat Ç. gibi kült bir iş çıkabildi, bir de günlük dizi piyasası buraya hakim. Gençler Ankara’da eğitim alıyor, konservatuar okuyor ama mezun olur olmaz soluğu İstanbul’da alıyorlar. Bankacı müdür olacak mesela, İstanbul’dan teklif geliyor. Dolayısıyla şehirlerin içi boşaltıldı. Tiyatronun başkenti eskiden Ankara iken, artık çok uzun yıllardır İstanbul oldu. Halbuki, geçmişte Devlet Tiyatroları ile birlikte merkez Ankara idi. Tiyatronun okulu da Ankara idi. Konservatuarın Mamak’taki eski binasının işlemeye başlamasıyla sanat Ankara’nın içindedir, artık. İstanbul dahil, pek çok şehirden öğrenci gelir. Her birimizin öğretmenlerinin kökeni de buraya dayanır. Eskiden bir oyun geldiğinde, Ankara seyircisinden çekinir, heyecanlanırdı. Şimdi kültürel yozlaşma ile tüm şehirlerin enerjisi çekildi, buna Ankara da dahil.

“Seyirci, sanatçısını ve tiyatrosunu ne kadar istiyor”

Yeliz Karakütük: Ankara’da, genel anlamda bağımsız tiyatrolar pandemi sürecinden sizce nasıl etkilendi? Bu sezon Ankara’da tiyatro etkinliklerinden beklentileriniz ne yönde?

Elvin Beşikçioğlu: Ben Tatbikat Sahnesi özelinde şunu söyleyebilirim ki; öncelikli olarak Fişekhane’de prömiyer yapacağımız “Fahrenheit 451”e yoğunlaştık. İstanbul’un ardından da Ankara sahnemizi açacağız. Oyun çalışmalarımız için çeşitli görüşmelerimiz var, kendi içimizdeki okuma çalışmalarımızı yapmaya devam ediyoruz. O yüzden biraz daha sakin kalıp, biraz daha kendi içimizdeki çalışmalarımıza, provalarımıza yönelip çok acele etmeden ilerlemeyi düşünüyoruz. Fişekhane’nin açılışı sebebiyle, 27 Mart’ta planlanan gecikilmiş oyunumuzu oynayacağımız için İstanbul, Ankara’dan biraz daha önce başlamış olacak. Ama tam da noktada, pandemi döneminde asıl sorulması gereken şey şu: Seyirci tiyatroya 

gelmeye ne kadar istekli? Tamam, Kültür Bakanlığı’nın “tiyatroları açın” demesi tabii ki güzel, bir sürü tiyatro bunun için uğraşıyor, herkes önlemlerini alıyor, dezenfektasyon yapıyorlar, belki iki belki bir kişilik oyunlar hazırlıyorlar ama; seyirci bunu ne kadar destekleyecek, seyirci sanatçısını ve tiyatrosunu ne kadar istiyor ve umursuyor? Biz tiyatrocular olarak hepimiz çalışıyoruz, tiyatrocuyuz ve başka bir iş bilmiyoruz, elbette biz işimizi yapmak için canla başla sarılıp oyun çıkartmaya gayret edeceğiz, ancak seyirci ne kadar istekli ve gelmeye hazır? Eğer seyircilerden talep az olursa, işte bu endişe verici olur. O zaman “savaşlarda bile devam eden, büyüyen, gelişen sanat ve tiyatro neden bizim toplumumuzun içine girip bir ihtiyaç olamıyor?” Sorusuna yanıt aramamız gerekir.

Cehennem, Ünsal Coşar ve Selin Tekman. Foto: Murat Muratal

“Bizim yaptığımız mesleğin açıklaması bu değil”

Yeliz Karakütük: Peki, pandemi süreci seyirci ile tiyatro sahnelerinin arasını açtı diyebilir miyiz? Örneğin, önlemler dolayısıyla tiyatrolar kapalıyken AVM’ler açıldı. 

Elvin Beşikçioğlu: Bunu zaman içinde göreceğiz. Ama ben bu sürecin her şeyden önce biz tiyatroculara, kendi içimize dönüp nerede sorun olduğunu görmemiz için bir fırsat verdiğini düşünüyorum. Bununla birlikte, pandemi başladığında herkes şakına döndü. Tiyatrolarla birlikte tüm dünya evlerine kapandı. Bir distopyanın içine mi düştük diye düşünmeye başladık. Sonrasında değin gibi, AVM’ler açıldığında tam yaz vaktiydi. Elbette ki, tiyatrolara da destek için bütün antik tiyatrolar ve açık alanlar ücretsiz olarak tiyatrolara tahsis edilebilirdi. Eğer arkamızda böyle bir destek olsaydı, halk da oyunlara yönelebilirdi. Ama maalesef ülkemizde sanatçıya “saygı” problemi var. Halk sanatçısına saygı duyarsa, ona sahip de çıkar, tiyatrosunu destekler ve onu ister. Pandemi döneminde benim tek gördüğüm şey bu oldu. Dolayısıyla bu durum şuraya da bağlanıyor: Devlet toplumun en üst mercii olarak sanata saygı duymazsa, saygısını belli etmezse, bunu halkına açıklamazsa, sanatı el üstünde tutmazsa, o zaman halk da sanata çok fazla saygı duymuyor. Hayatım boyunca tiyatro mesleği için duyduğum şu oldu: “Ooh ne güzel sizin meslek, gidiyorsunuz, oynuyorsunuz, eğleniyorsunuz”. Oysa bizim mesleğimizin açıklaması bu değil! İşte algıda sorun var. Anlayamıyorlar,  çünkü önlerine gerçekten öylesine yapılan işler çıkıyor.  

“Tiyatro dediğimiz şey nefestir”

Yeliz Karakütük: Tüm dünyada yaşanan değişimden tiyatroların geleceği nasıl etkilenecek? Sizce, tiyatro yapma biçimlerimiz değişerek online platformlara kayan sanal bir aleme çekilir miyiz?

Elvin Beşikçioğlu: Kesinlikle etkileneceğiz, elbette tiyatro online platformlara kayacaktır  ama adı tiyatro mu olur o zaman, bilemiyorum. Çünkü  bu virüs bize şunu anlattı ki, bu bir başlangıç ve dünya bu tür pandemi vakalarıyla uğraşmaya devam edecek. Biz de bir şekilde bununla yaşamayı öğreneceğiz. Elbette tiyatro şekillerimiz de değişecek ama adı tiyatro olmayacak, olamaz da. Çünkü tiyatro dediğimiz şey nefestir. Tiyatro nefes ile yapılır. Yaşam da bir nefese bağlı. Hepimiz bir nefesin peşine düştük, onu kaybetmemeye çalışıyor, virüs ile saklambaç oynuyoruz. Biz bu nefesi kaybettiğimiz anda tiyatronun içi boşalır. Dolayısıyla tiyatrolar bir şekilde yaşamaya devam edecek, ama online mı devam edecek bilmiyoruz. Yaşayarak göreceğimiz bir süreç olacak. Bizlerde diğer tiyatrolarımız gibi elimizden geldiğince kendi varlığımızı birçok alanda sürdürmeye devam edeceğiz. Eğer tamamen kapanma koşulları ortaya çıkarsa bir şekilde online olarak, açık olmaya devam etmesi halinde de gerekli önlemleri hem kendimiz hem de seyircimiz için alarak oyunlarımızı sahnelemeye devam edeceğiz. Çünkü tiyatro zaten en ihtiyaç duyulan yer ve zamanda hayatın içinde olmalı. 

Cehennem, Ünsal Coşar ve Beyza Nur Metin. Foto: Murat Muratal

“Bir eli yağda bir eli balda bir kurum değiliz”

Yeliz Karakütük: Bugünlerde Kültür ve Turizim Bakanlığı’nın destekleri gündemde ve oldukça da eleştiriliyor. Tiyatroya emek veren pek çok önemli yapı desteklerden faydalanamadı. Siz bu desteği alan tiyatrolardan biri olarak, devlet desteği hakkında neler düşünüyorsunuz? Burada bir adaletsizlik söz konusu mu?

Elvin Beşikçioğlu: Desteklerden ne kadar tiyatro faydalanmış bilmiyorum ama uzun bir liste vardı. Biz de destek alan tiyatrolardan biriyiz. Tatbikat, açıldığımızdan beri sadece oyunlarımıza gelen seyircimizle beraber yürüdüğümüz bir tiyatro. Bu vakte kadar hiç destek arayışına girmedik. Tüm eserlerimizi kendi kazancımızla yaptık. Ama pandeminin yarattığı bu durma noktası ve sürecin uzaması hepimize ağır geldi. İlk defa başvurduk. Benim bildiğim tek şey şu; bu saygı meselesinden yola çıkarak söyleyeyim, tiyatro sanatı “iki heves bir kalas” olmadığı için dekorları da, sahneleri de öyle olamaz. Tiyatroya ilk evvela, icracıları olarak biz saygı göstermeliyiz. Destek koşullarına gelince; bu pandemide “neyin vergi borcu?” diye sormak gerekiyor elbette. Çalışamadığın kazanamadığın bir şeyin vergisini bulup, denkleştirip ödeyebilmek herkes için çok zordu. Bizim için de çok zordu. Çünkü sahnenimiz açık değil ama çalışanlarımız var. Ve bunların paralarını, emeklerini ödemek zorundayız. Bizim Tatbikat Sahnesi olarak 21 sigortalı, maaşlı çalışanımız var; oyuncu ve teknik ekiple beraber. Ama bunun yanında, 227 boş koltuğumuz var. Çalışanlarımız sigortalı olduğu için devletin kısa çalışma ödeneğinden faydalanma şansımız oldu. Bu bize böyle bir durumda sigortanın ne kadar önemli olduğunu hatırlattı. Bu destek olmasa, bu dönemde bu kadar maaşı ödemekte gerçekten çok zorlanacaktık. Biz bir eli yağda bir eli balda bir kurum değiliz, bizim de ödemelerimiz var. Telif haklarını ödüyoruz, kiralarımız var, çalışanların maaşlarını ödüyoruz, sahne yerinde dursa,  hiçbir şey yapmasa da sabit giderleri var. 

“Pandemi var, sahne kapandı, haydi sen sağ ben selamet diyemeyiz”

Artık her tiyatro eserinde oynayan oyuncunun, teknik ekibin oyun başı dahi olsa günlük sigortasının yatması gerektiğini gördük. Hep beraber deneyimledik ki, olağanüstü durumlar çıkıyor ve bu hallerde çalışanlarımızı oyuncularımızı kendi kaderlerine terk edemeyiz. Bu dönemde çok acı çekenler oldu. Yalnızlaşmak bir yana eve ekmek götürememek bir yana… Bundan sonra özel tiyatrolar da şunu görmeli ve uygulamalı: Bir oyuncu arkadaşımızı çalıştıracaksak, onun çalışma saatine göre sigortasını yatırmalıyız. Elbette, oyuncu bir yere bağlı çalışmak istemeyebilir, bu çok doğaldır.  Ama ben, tiyatromda oynadığı süre boyunca onun oyun başı çalışıyorsa oyun başı maaşını, sigortasını, kadroluysa kadrolu maaşını ve sigortasını yatırmalıyım. İşte o zaman, böyle bir hadise meydana geldiği zaman o oyuncunun sigortası olur, hangi tiyatrodaysa devlete başvurabilecek bir kanalı olur. Devlet de böyle bir durum olduğu zaman sanatçısına desteğini her zaman verebilmeli. Hepimiz birbirimize zincirle bağlıyız. Kolay bir şey değil vergiyi ödemek, özellikle çalışılmayan bir ortamda.  Eminim ki destek alan birçok tiyatro bu destekten faydalanabilmek için bizim gibi büyük güçlüklerle vergi borçlarını ödediler. Ödeyemeyenler de bir olanak bulmakta zorlandıkları için ödeyemediler. 

Cehennem, Talha Sezer ve Selin Tekman. Foto: Murat Muratal

“Bu zor günlerden yaralarımızı sararak daha güçlü çıkabileceğiz”

Yeliz Karakütük: Pandemi süreci bağımsız tiyatrolar ve tiyatrocular için, asgari müştereklerde buluşmayı ve mesleki dayanışmayı yükselterek sorunlarının çözümü için örgütlü mücadele vermenin önünü açabildi mi? Yoksa tiyatroda mesleki birlik hala uzak bir hayal mi?

Elvin Beşikçioğlu: Ben o kadar umutsuz değilim açıkçası, sadece biraz daha herkesi anlamaya çalışmak gibi bir gayretimiz olmalı. Bu dönemde sorunların çözümü için bir çok yapı iletişim halinde oldu. Tiyatro Kooperatifi, Oyuncu Sendikası, yazarlar, teknik arkadaşlar tiyatroya gönül vermiş her kesimden emekçiler iletişim halinde kalmaya çalıştı. Bu bile bence büyük bir adım. Birbirimizi yargılamadan, destek olduğumuzda ya da eleştirilerimizi kötücül olarak algılamayıp yaşama dair neyi ne kadar beraber yapabiliriz derdine düştüğümüzde, bu zor günlerden yaralarımızı sararak daha güçlü çıkabileceğiz. Elbette, bu süreçlerde sendika ve kooperatif gibi kurumlara da hala çok iş düşüyor. Bence oyuncunun ve teknik personelin oyun başına alması gereken ücretlerinin taban ve tavan puan olarak oluşturulması ve denetlenmesi gerekir. Ayrıca çalışanların yine her oyun için sigortalarının olup olmadığının takip edilmesi önemli. Böylece bizleri koruyan ve kollayan bir sistemin arkamızdaki gücünü hissederiz. Artık bu çok önemli oldu. Bazı şeylerin değişmesi ve yapılanması gerekiyor.

“Her türlü koşulda ve zamanda tiyatro yapmak bir özgürlük ve haktır”

Yeliz Karakütük: Bu süreçte sahnesini kapatan pek çok tiyatro var. Sizce bu ekonomik çöküş süreci ve kapanan tiyatrolar, Türkiye Tiyatrosu’nun geleceğini nasıl etkileyecek, öngörüleriniz neler?

Elvin Beşikçioğlu: Çok üzücü ama, emek verilerek kurulan bir çok tiyatronun varlığını yitireceği kesin. Elbette zamanla gidenlerimizin yerine başka oluşumlar da doğacaktır. Ama bu yeni oluşumlarda önemli olan birliğimizi korumak ve sağlamlaştırmak. Ve gerçekten bu sağlık önemleri ile birlikte tiyatro sahnelerinin nasıl olması gerektiğine dair de düşünmemiz gerekiyor. Çok amaçlı salonlar değil, gerçek manada tiyatro salonlarımız olmalı. Tiyatro salonlarının belli bir denetlemeye girmesini de Türk tiyatrosu açısından iyi bir şey olarak görüyorum. Kültür Bakanlığı, yeni bir uygulama ile tiyatro salonlarına “girişimcilik belgesi“ adı altında bir belge veriyor. Ankara’da bununla ilgili uygulamalar başladı. Tiyatrolara gelip gezerek, sahnelerin ihtiyacı olan yapılar olup olmadığına dair tespitlerde bulunuluyor. Ankara’da bizim tiyatromuza gelip, kontrollerini yaptılar ve biz de girişimcilik belgesi için müracaatta bulunduk. Bu şu demek; gerekli yapılar mevcut mu; mesela fuaye var mı, tuvalet var mı, sanatçılar için soyunma odaları, kulis, duşlar var mı? Yangın çıkışı, engelli bir seyirciyi ağırlayacak düzenekler var mı? Eğer bu koşulları karşılıyorsan belgen veriliyor.  Böylece vergi, stopaj, doğalgaz, elektrik gibi bizi yoran ücretlerde çeşitli indirimler olabilecek. Bildiğim kadarıyla bizim gibi İstanbul’da da başvuran tiyatrolar var. Kabul etsek de etmesek de, bir şeyler değişiyor ve kendimizi sürekli yiyip bitirmektense tiyatromuzu nasıl geliştireceğimizi düşünmeliyiz. Tabii ki küçük ve bu koşullara uymayan sahneler olmaz mı, elbette olur… Avrupa’da bunun örnekleri mevcut ama, o zaman böyle bir pandemi durumunda genel sağlık kuralları kapsamında hizmet verebilecek tiyatrolar kapsamına giremeyeceğiz.  Bu sadece Türkiye’de değil, dünyanın her yerinde böyle olacak. Ama normal koşullarda bir tiyatro sanatçısının nerede, nasıl, hangi koşullarda tiyatro yapacağına kimse karışamaz. Tiyatro mekansız ve zamansızdır. Her türlü koşulda ve zamanda tiyatro yapmak bir özgürlük ve haktır. Ancak pandemiyi hiçbirimiz hesaba katmadık, böylesi bir felaketi hiçbir oyunda düşünemezdik. Şu anda önümüzü göremiyoruz ve bir yandan da bizi izlemeye gelen seyircimize zeval gelmeden, program yapıp sahnelerimizi açmak zorundayız.  Eminim ki Ankara’da da, İstanbul’da da tüm tiyatro sanatçıları, böyle düşünüp buna göre hareket ediyorlardır. Ama şu an hepimiz bir bilinmezin içerisinde ve yeni oluşumlara açık bir şekilde bekliyoruz ve ilerlemeye çalışıyoruz. Biraz beklemek görmek ve onunla yoğrulmak daha doğru geliyor bana. Eskiye direndikçe, eskide kalana direndikçe hayat çok zorlaşıyor ve acı vermeye başlıyor. Sakince durmaya ve görüş açımı genişletmeye, algımı eskilerde bırakmamaya çalışıyorum. Yoksa çok üzücü oluyor. 

Fahrenheit 451, Ekim’de aynı anda hem Fişekhane’de hem de online olarak prömiyer yapacak

Yeliz Karakütük : Tatbikat Sahnesi’nin yeni projeleri ve gelecek sezon için yeni oyun çalışmaları var mı? Tatbikat, yeniden ne zaman perdelerini açacak?

Elvin Beşikçioğlu: Ankara’da sahnelerimizi açmak için hazırlık içindeyiz ama, onun dışında İstanbul’da da yeni bir oluşumumuz var. Fişekhane’de bir restorasyon çalışmasıyla pek çok tarihi yapı hayata kazandırıldı. Bu binaların ortasında, meydan denilen yerde ise çok güzel bir tiyatro merkezi inşa edildi. Bu tiyatro merkezi ile pandemiden önce bir anlaşma yaparak 27 Mart’ta perdelerimizi Fahrenheit 451 ile açmayı planlamıştık. Ne yazık ki olmadı.  Ama şimdi yeniden tiyatroların açılması ile birlikte, eğer Covit-19 da bize izin verirse, haftanın dört günü bütün oyunlarımızı Fişekhane’de sergilemeyi düşünüyoruz. Bunun için çalışmalarımız devam ediyor. 7 Ekim’de ilk oyunumuzu oynayacağız. Aynı zamanda, “Fahrenheit 451” 7 Ekim günü saat 20:30’da online prömiyer yapacak. Ankara için de çalışmalarımıza devam ediyoruz.

Gidion’un Düğümü, Elvin Beşikçioğlu. Foto: Murat Muratal

“Cehennem” de “Fahrenheit 451” de Tatbikat Sahnesi için bir öngörüdür”

Yeliz Karakütük: Hem pandemi öncesi prömiyer yapan hem Cehennem hem de Fahrenheit 451, distopik bir gelecek kurgusu içeren metinler ve dijitalleşen dünyaya göndermeler içeriyor. Bu metinlerle tam da böyle bir dönem öncesi karşılaşmanız ilginç bir tesadüf olmuş.

Elvin Beşikçioğlu: Gerçekten çok ilginç bir dönemdi Cehennem’i çalışmamız. Çalıştığımız vakitlerde Çin’de bu olaylar patlaklar verdi, ölümler, yolda düşüp ölenler vesaire… Korkunç  şeyler izleyerek bu süreci geçirdik. “Cehennem” de “Fahrenheit 451” de Tatbikat Sahnesi için bir öngörüdür. Fahrenheit’ı üç yıldır, Cehennem’i 1,5 yıldır çalışıyorduk. Bu oyunlar, hayatın bir anda ne kadar çabuk bozulabileceği ve her şeyin bir anda nasıl distopyaya dönebileceği ve gidişatın da buna çok yakın olduğunun bir önermesiydi. Kitap okumaların dahi dijital bir ortama döndüğü ortamı nasıl tahayyül edebilirdik ki… Artık her şey sanal. Sadece bu kitap meselesinden çıksanız, her şeyin bir anda değişebileceğine çok da uzak kalamazsınız. Cehennem de pedofili üzerine kurulan bir metin olmasına karşın, bunun yanında çok fazla ikilem barındırıyor ve anlatmak istediği çok şey var. İnsanların yalnızlaşması, içine kapanması, dış dünyanın tat vermemesi artık duyguların bile sadece sanal ortamlarda yaşanıyor olması artık bir gerçeklik. Şu an bile sadece oyun konsolları karşısında yaşayan çocuklarımız var. Ben bu noktalardan yola çıkarak bu oyunu yapmak istemiştim. Fahrenheit’ı da Erdal yine aynı sebeplerden çalışıyordu.

“Hayatta kalmak için bir nefesin peşine düştüysek, tiyatronun da aynı nefes olduğunu unutmamak lazım”

Yeliz Karakütük: Tiyatronun asal bileşeni olan “seyirciye”, bugün zor durumda olan diğer asal bileşenini temsil eden bir “oyuncu” olarak ne söylemek istersiniz? 

Elvin Beşikçioğlu: Sanat olarak gördükleri ne varsa, bu bir sergi de olabilir, çok rahatlıkla önlemlerini alarak gezebilirler. Tatbikat Sahnesi de dahil olmak üzere İstanbul ve Ankara’da pek çok sahne açılıyor. Tiyatrolara güvenerek, pandemi koşullarına uygun sayıda doğru sayıda seyirci aldığını, doğru dezenfekte işlemlerinin yapıldığını bilerek, maskelerini takıp bir şekilde sanatın içinde olmalarını ve desteklemelerini ,her şeyden önce kendi adlarına tercih ederim. Sanat dediğimiz şey, insanı ayakta tutan, yaşatan şeydir.  Şu an hayatta kalmak için bir nefesin peşine düştüysek, tiyatronun da aynı nefes olduğunu unutmamak lazım. 

Yeliz Karatürk: Çok teşekkür ederiz Elvin Hanım.

Elvin Beşikçioğlu: Ben teşekkür ederim…

YELİZ KARAKÜTÜK

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku