Yücel Erten yazdı: “Kerameti Kendinden Menkul Bir Kadı”

editor
5,7K Okunma

Türk medya aleminin kerameti kendinden menkul tiyatro kadısı Melih Anık, yine sineklenmiş. Twitter’da mı, instagram’da mı bilmem, kendince bir rodeo gösterisi yapıyor. Ben facebook dışında bir ortamda bulunmadığım için, dostların bilgilendirmesiyle gördüm arkamdan(!) yazdıklarını. Arkamdan konuşulmasından hoşlanmam. Çünkü bu tür ‘kaçır kaçır ipe diz’ hezeyanlarına zaman zaman cevap vermez, susarsanız; maazallah kendilerini tesbih sanırlar…

Şunu da önden belirteyim: Anık’a cevap yetiştirmek şahsen benim için çok önemli değil. Vız gelir, tırıs gider. Ama İzmir Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrolarını ilgilendiren bazı konulara açıklık getirmiş olabilirim belki; orası önemli.

Gelin size Anık’ın yazdıklarını sıralayayım. Bundan sonrası Anık’ın yazdıkları; parantez içleri de benim değinmelerim.

Bu akşam farkettim ki İzmir Şehir Tiyatrosu’nun teknik alt yapısı ile bir Broadway prodüksiyonu yapılamaz. Işık ve ses düzeni minimumda. 

(Olabilir. Ama İzmir Şehir Tiyatrosu’nun bir Broadway prodüksiyonu yapmak hevesinde ve iştahında olduğunu nereden çıkardınız? Kahvaltınıza şampanya mı seçiyorsunuz? Siz rüyanızda kendinizi Broadway’de prodüksiyon yaparken görebilirsiniz. Biz İzmir’de olduğumuzun ve henüz üçüncü yaşımıza bastığımızın bilincindeyiz.) 

Mevcut düzen ile idare edersiniz o kadar. 

(Bakın beyefendi, bu tiyatro, Türkiye’nin belki de yaşadığı en zor yılda kuruldu. Pandemi, ekonomik kriz, işsizlik ve bunların yarattığı toplumsal histerinin ortasında. Merkezî yönetimin, CHP’li belediyelere kaynak akışında her türlü kısıtlamayı sürdürdüğü, esnafın enflasyona bakıp demiri satmaktan kaçındığı bir dönemde… Açıkhava amfisine idareten bir çatı ile iki portal eklenmiş İsmet İnönü Sahnesi, tiyatro için fevkalâde kullanışsız bir yerdi. Ama akıllıca yapılan bir tadilatla, seyirci açısından mükemmel bir görüşe ve temiz bir akustiğe sahip bir tiyatro salonuna dönüştü. Yanlış hatırlamıyorsam, siz tiyatroya meraklı bir mühendistiniz. Bunları göremediniz mi? Teknik altyapıymış! İzmir Kültürpark’ta tadilatlar açısından belirlenmiş yasal sınırlar vardır; doğal ki dışına çıkamazsınız. Örneğin o binaya tavanı yükselterek tam bir sofita ekleyemezsiniz. Yan sahne, arka sahne, alt sahne ekleyemezsiniz. Elbette mevcut imkânlarla idare edeceğiz; o imkânların nasıl cesaret ve kararlılıkla yaratıldığını bildiğimiz için. Siz o salonu, AKP’nin gösterişli ama kullanışsız beton yığmalarından biri mi sandınız? Bu bilgiler üzerine halâ ses ve ışık düzeninden şikayet ediyorsanız, bize dört başı mamur bir sahne ve çokça para temin etmeniz gerekecek. Halkın vergilerinden oluşan kaynaklarla hayalî hovardalığa yeltenmeyin lütfen. ) 

Melih Anık – X paylaşımı

Özerklik kafana göre oyun seçme özgürlüğü değildir yalnız. Alt yapıya da yatırım yapabilmektir. 

(Kusura bakmayın muhterem Kadı efendi ama, bu cümleniz Okçuluk Derneğinden şaşı bir okçunun atışı gibi duruyor. Kara kaplı kitaplarda yazdığı gibi; özerklik, bölgesel anlamda siyasî, yerel yönetimlere ve kurumlara ilişkin olarak idarî, yasal çerçeve ile malî olmak üzere değişik boyutlarda tecelli eder. Mevcut egemen yapı ne kadarını hazmedebilirse! Biz, İzmir Şehir Tiyatrosu’nda, ülkemizin henüz pek tanışmadığı ‘sanatsal özerklik’ kavramını, Yönetmeliğimize nakşettik. Dikkat isterim; Türkiye’de bir ilktir! Elbette sayın Başkan Tunç Soyer’in demokrat kişiliği ve ufku sayesinde gerçekleşmiştir.

Kullandığınız ‘özerklik’ kavramı nereden kulağınıza çalındı, bilemem. Ama bizim ‘sanatsal özerklik’ ilkemizin, alt yapı yatırımlarını gönlünce belirlemek gibi bir boyuta uzanamayacağını, size kim öğretse gerek? Aslında biliyor olmanız gerekir de; kavram kargaşası, zihinsel şaşılığın kaçınılmaz sonucudur.

Dahası var: Bilmiyorsanız öğrenmelisiniz ki, ‘sanatsal özerklik’, belli bir süre için sanat siyasetinin sorumluluğunu üstlenmiş olan Genel Sanat Yönetmeni’nin, tam da dediğiniz gibi, kafasına göre oyun seçme özgürlüğüdür. Ya ne olacak sandınız? Tepesinde vesayet mekanizmaları mı olacak?  Hattâ belki siz de o sansürcü ve servisçi mekanizmaların bir yerinde yer alacaksınız, öyle mi? Sonra da Genel Sanat Yönetmeni, kurumda yürüteceği sanat siyasetini size soracak öyle mi? Yok öyle yağma. O dediğiniz, memuriyettir, koltuk merakıdır ancak. Genel Sanat Yönetmeni, elbette bilgi, birikim, deneyim ve yeteneğine göre oyun seçecek, repertuvarını kuracak. Yani işte tam da kafasına göre. Siz ancak yönelişini, yaptıklarını, ürünlerini eleştirebilirsiniz. Tabii sizin eleştirme ehliyetiniz de sorgulamaya açıktır. Birazdan bir çevirme olacak, haber vereyim.)

Güngör Dilmen’in Deli Dumrul ve Akad’ın Yayı oyunları Türk Tiyatrosu’nun yüz akıdır. 

(Bir çok oyunu öyledir. ‘Midas’ın Kulakları’, ‘Ben Anadolu’, ‘Ak Tanrılar’.)

Geniş ufuklu bir reji ile dünyaya seslenir iki oyun da. Bu çağda oyunları köy tiyatrosu kalıplarına sıkıştırmak oyunları soluksuz bırakmak anlamına gelir. 

(İşte burada şimdi ehliyet kontrolündesiniz muhterem Kadı. Bu karakuşî hükmü kesme hakkını size tanıyan şişkin egonuza, önce şu bilgileri tanıtmalısınız: 

‘Deli Dumrul’u ilk kez 1990 yılında Ankara Devlet Tiyatrosu’nda sahneledim. Yıllarca kapalı gişe oynadı, bir dizi ödüller aldı, Almanya’daki Bonn Biennali’ne, Türkmenistan’daki Navruz, Makedonya’ya MOT festivallerine, Azerbaycan’a davet edildi. Söğüt’teki cirit alanından tutun, Almanya’da düğün salonlarına kadar yüzlerce defa oynandı. 

17 yıl sonra 2007’de Trabzon Devlet Tiyatrosu’nda yeniden sahneledim. O versiyonu da Ukrayna’da, Tataristan’da ve Kore’de festivallerde sergilendi. Ukrayna’da ödül skalasında bulunmayan Grand Prix bu oyun için eklendi. 

Ve nihayet 2014’te Polonya’da Rozrivki Tiyatrosu’nda, Polonyalı oyuncularla sahneledim. O ülkede ilk defa bir Türk yönetmen, bir Türk yazarının oyununu sahnelemiş oluyordu. 

Şimdi de İzmir Şehir Tiyatrosu’nda. Ve her defasında oyunun estetik kategorilerini, köy seyirlik geleneği ekseninde tuttum. 

Şimdi aristokratlığa özenen bir kadı çıkmış; oyunu 23 yıl başarıdan başarıya taşıyan bu tercihin, ‘oyunu soluksuz bırakmak’ olduğunu söylüyor. Neye dayanarak? Belli değil. Biraz araştırdım; Kadı Efendi’nin daha önceki bir hükmüne rastladım: 

“Deli Dumrul’u gündeme getirmemin asıl nedeni ise geleneksel sanatlardan yararlanarak Türk Tiyatrosu’na evrensel boyutlar katma için çok umutlu bir örnek olmasındandır. Gönülden inanıyorum ki Deli Dumrul, Broadway’deki War Horse, Aladdin vb müzikaller ayarında dünya çapında bir gösteri olabilir. Eksiklik, yapım vizyonunun darlığından kaynaklanıyor. Bunu gerçekleştirmek için Broadway vizyonunu Türkiye’ye getirmek, o vizyon ile ortak yapımlar yapmak gerekiyor. Türk Tiyatrosu’nun dünyaya eklemenin yolu var olan öze çağdaş biçimi eklemektir. Anadolu, Deli Dumrul gibi nice efsane ile doludur. Gölgede kalmış kahramanlar dünyanın ramp ışıklarına çıkacakları günü beklemektedir.”

Kadı Efendi’nin rüyasında neden Broadway prodüksiyonu gördüğü, buradan daha iyi anlaşılıyor. Ama kendi rüyasını neden bana yapıştırmak istediğini anlamak mümkün değil. Kendi rüyanızı kendiniz görsenize Melih bey!)

KadıKÖY’de doğmuş büyümüş seyirciye KÖY tiyatrosu biçimini Tiktok mizahı ile vermeye çalışmak tükeniştir. 

(Köy seyirlik oyunlarının tutumu, Brecht’in ‘Gestus’ diye adlandırdığı tiyatro yapma tavrı, benim bir yönetmen olarak çok önemsediğim bir konudur. Sık sık bu özgün kaynaktan beslenmenin yollarını ararım. Rüyalarında Broadway’i örnek ve hedef alan Kadiköylü(!) aristokrat özentilerinin onu küçümsemeleri, tepeden bakmaları, hiç derdim değil. Ama kuru kuruya kostaklanmalarına da katlanmam. 

Melih Anık, Antalya Devlet Tiyatrosu’nda sergilenen ‘Deli Dumrul’ hakkında twitter’da şöyle yazdığını da unutmuşa benziyor: “Antalya Devlet Tiyatrosu Deli Dumrul oyununda Güngör Dilmen’in tekstini bir rehber olarak almış, orta oyunu ve köy seyirlik ve de gölge oyunlarını harman edip ortaya keyfi çok, zevkli bir oyun çıkarmış.” Şimdi: Broadway mi, köy seyirlik mi? Karar vermekte zorlanan bir Kadı’nın estetik algıda şizofrenik yarılması mı?…)

Türk Tiyatrosu’nun bu ufuksuzlukla bir yere varması mümkün değil.

(Melih Anık, beni odağına alarak Türk Tiyatrosu’nda ufuktan ve ufuksuzluktan söz edebilme ehliyetini kendinde görüyorsa; ben de kendisini tiyatro alanındaki özlemleri kursağında kalmış, bahtsız ve kavruk bir heveskâr olarak nitelendirebilirim. 

Diyebilirim ki: Effendiii, siz tiyatro deneyim ve pratiğinizi nerede kanıtladınız da böyle patavatsızca ahkâm kesiyorsunuz? Tiyatro sanatında kendinize bir yer bulamadığınız için mi? Doyurulamamış özlemleriniz midir bunun kaynağı? Küstahça söylemlerinizle kendini beğenmişliğiniz, bu ruh haline bir takım buhranlar sonucu varmış olabileceğinizi düşündürtüyor. Rejiden, dramaturgiden, oyunculuktan, toplu oyunculuktan çok iyi anladığınız saplantısına nasıl vardınız? Kanaryaların barsak parazitleri cinsinden ayrıntılara yapışıp kaldığınız yazılarınızla Türk Tiyatrosuna yön verebileceğiniz zehabına nasıl kapıldınız?) 

Usta denilen kişiler bunu yaparsa seyirci yanlış yönlendirilmiş olur. Beğeni düzeyi düşer. Yorgun ustaların kenara çekilmesi şart. 

(Benim yorgunluğuma siz teşhis koyacaksanız; ben öleyim daha iyi. Ama ölürken size de acil şifalar dilerim, haberiniz olsun. Kusura bakmayın ama, desteksiz zort atıyorsunuz! Bence siz önce Tilbe Saran ile Yıldız Tilbe’yi karıştırmamayı başarın; sonra teşhis ve tedaviye yeltenin.) 

Oyuncular için çok üzgünüm. 

(Biliyor musunuz, ben de bazan sizin için çok üzülüyorum. Tiyatro konusunda böylesine ekşimiş bir ruh haline sahip olmak; kimbilir hangi gecikmişliklerin, hangi pişmanlıkların, düşkırıklıklarının, hırsların, kıskançlık ve öfke nöbetlerinin sonucudur?…  

Ben oyuncularımızın 2 sezonda vardığı aşamadan gurur duyuyorum. Seyircimiz de, meslektaşlarımız da, bunu her fırsatta heyecanla dile getiriyor. Kadı Efendi, merak ettim doğrusu: Yeni kurulmuş bir tiyatronun, sahnesine kavuştuğu ikinci sezonda istisnasız bütün temsillerinin kapalı gişe gittiğinden haberiniz var mı? Yok. Deli Dumrul’un ilk 7 temsilinin daha başlamadan kapalı gişeye girdiğinden haberiniz var mı? Yok. Oyuncuların coşkusuna dair bir fikriniz var mı? Yok. O zaman nereden besleniyor bu hortlak ego?…

Bilgi ve birikime yaslanan eleştiriyi, her zaman saygıyla karşılarım. Ama bakın, tiyatro kadısı sayılma iştahını ve kibrini, nasıl dışa vurmuşsunuz:)

Deli Dumrul (İzmir Şehir Tiyatrosu) Çok kötü bir reji (Yücel Erten).

(Firavun Tutankamon edasıyla ‘Çok kötü bir reji’ diyeceksiniz ve konuyu kestirip atacaksınız, öyle mi? Bu felâket bir sığlık değil mi? Büyük bir ayıp değil mi? Dizinizi kırıp bir eleştiri yazamadınız mı? Medya mahallesinde külhanbeyi gibi nâra atıp uluorta racon mu kesiyorsunuz? Üstelik çatlak ve çirkin bir sesle!)

Önce Güngör Dilmen’e sonra seyirciye ayıp. 

(Şu yazdıklarınıza bakınca, asıl sizin ayıbınız kırkı aştı sanırım?) 

Sezonu bu oyunla açtık. 

(Bununla sanki İzmir Şehir Tiyatrosu’nun 2 sezonluk serüvenine tanıkmışsınız da, 3. sezonun açılışını değerlendiriyormuşsunuz gibi tepeden bakan bir ifade eklemeye çalışmışsınız ama, nafile. Bahse girerim, bu tiyatronun iki yılda seyircisine sunduğu 8 oyun hakkında da en ufak bir fikriniz yok. 

Bunlar Tutamayankamon’un, kestirmeden ‘Ben her şeye hakimim’ şeklinde hava basma çabalarıdır. ‘Bu 9. oyunlarıymış. Ben önceki 8 oyunun hiç birini seyretmedim’ diyemeden; ucuz bir çalımla bir tiyatroyu gömmeye yeltenmek değil mi bu?…)

Aynı şekilde devam etmemesini dilerim.

(Bu haris ölçüsüzlüğe devam etmemenizi, edebinizi takınmanızı ve çevreyi kirletmemenizi dilerim.) 

YÜCEL ERTEN

İzmir Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları 
Kurucu Genel Sanat Yönetmeni 

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku