Yaşar Ersoy yazdı: “Tiyatro Neden Aşağılanıyor?”

editor
3,3K Okunma

Bir kültür davası, çağdaşlık ve uygarlık ölçüsü olarak kabul edilen tiyatro, neden kötücül ve olumsuz tutumları tanımlamak için kullanılıyor?       

“Hayatın aynasıdır” ya da “Hayatı şekillendiren bir çekiştir”, “Bir devrim provasıdır” diye tanımlanan tiyatro neden aşağılanıyor? Yaşamdan başlayıp çeşitli aşamalardan geçerek tekrar yaşama dönen bir sorunlar-çözümler sürecini izleyiciye sunan tiyatro, neden ciddiye alınmıyor ve alay ediliyor? 

Sanat, insanın yeryüzüne, hayata, topluma ve kendine çeki-düzen verme çabası değil midir? İzleyicinin ufkunu genişleten, duyarlılığını artıran, düşüncesini aydınlatan tiyatro, neden yalanla bağdaştırılıyor? 

Yaman bir sorgulama yeri olan ve hayatı, insanı, toplumu sorgulayarak iyileştiren tiyatro neden kötülenir? İnsanın kendisinden ve başkalarından, tarihten ve toplumdan hesap soran ve karanlıkları aydınlatan bir sanattır tiyatro… Öyle olmasına rağmen tiyatro, neden olumsuzlukları tanımlamak için kullanılır? 

Antik çağdan beri alfabesi insancıllık, hedefi, amacı, aracı insan olan tiyatro, neden aşağılanır, kötülenir, alay konusu yapılır? 

Aristoteles’ten bu yana tiyatronun esas işlevi, yaşamı katlanabilir ve dönüştürebilir kılmak olduğu söylenir. En anti-Aristoteles olan Bertolt Brecht ise, “Tüm sanatlar, sanatların en yücesi olan yaşama sanatına katkıda bulunur” der. Bu iki söylemde de görüldüğü gibi gerek idealizm gerek Marksizm farklı düşünsel yaklaşımlarla yola çıkmalarına rağmen, yaşama sanatının hizmetine verirler tiyatroyu. 

Onun için “tiyatro iyidir, iyileştirir” derler. Buna rağmen tiyatro, neden kötülüğü tanımlamak için kullanılır? 

Şöyle söyleyeyim; eğitim sisteminin dayattığı koşullanmadan, önyargıdan, hatta cehaletten diyebilirim… Eğitim sisteminde tiyatronun, sanatın yer almayışı… Toplumsal gelişmede tiyatronun değerinin ve işlevinin öğretilmemesi, bu “kötücül” anlayışın kafalarda yer etmesini, dillere pelesenk olmasını getirdi. 

Türkiye’nin ve Kıbrıs’ın yakın tarihinde de, şimdiki zamanlarda da din gereği tiyatronun günah sayılması ve yalanla, namussuzlukla eş tutulması çok önemli bir etkendir. 

Hatırlayacağımız gibi, yakın tarihimizde mahkemelerde tiyatrocuların şahitlikleri bile kabul edilmezdi. Önyargı sonucu yalancı kabul edilirlerdi. Çünkü hayatın gerçeğini sahne gerçeğinde kurmacayla anlatırlardı. Elbette tiyatro, hayatın gerçeğinden hareketle sahne gerçeğinde kurmacayla hayatı ve insanı anlatır. Bu bir oyundur. Seyirci ise bilerek ve bilinçli bir şekilde tiyatro denen bu kurmaca oyunu izlemeye gelir. Buradan yola çıkarak tiyatroyu, yalandan ibaret sayan, tiyatrocuları da yalancılar olarak gören zihniyet cahil bir zihniyettir.   

Bu cehaleti sadece vatandaşlar yapmıyor… Ne yazık ki bunu okumuşlar da yapıyor. Gazeteciler, politikacılar, akademisyenler de yapıyor… Bir söz vardır: “Ne kadar okursan oku; bilgine yakışır şekilde davranmıyorsan cahilsin demektir.”             

Sabahtan akşama politikayı “AMK” ile gebe bırakıp, politikadan gebe bırakılan toplumumuzda; politikacılar, sendikacılar, gazeteciler yapılan çirkinlikleri ve yalanları işaret etmek istediğinde “tiyatro”ya benzetirler. Oysa yapılan çirkinlikler-güzellikleri, yalanları-doğruları, kötülükleri-iyilikleri diyalektik bir kurgu içinde göz önüne seren tiyatrodur… 

Ama ne yazık ki politikacılar kendi sahtekârlıklarını örtmek için, toplumumuzda tiyatroyu “yalancı”, “sahtekâr” çarmıhına gerip çakmışlar. Bu şekilde yaparlarken de aslında insanı ve hayatı aşağılarlar, kötülerler… Ama bunu kimisi bilerek, kimisi de farkında olmadan yapar.

Antik çağdan başlarsam saymaya çok uzun olacak ama bazı örnekler vermek isterim, aşağıladıkları tiyatroya dair. Ki bu eserleri izleseler, okusalar ülkeyi daha iyi yönetebilecekler. 

Bir başkaldırı, özgürlük ve aydınlık sembolü olan “Prometheus” gibi bir oyunu yazan Aiskhylos; “Ben dünyaya kin değil sevgi paylaşmaya geldim” diyerek zorba devletin kralına baş kaldıran “Antigone” oyununu yazan Sophokles; savaşları durdurmak ve barışı savunmak için oyunlar yazan Aristophanes; kadın onurunu savunmak için “Medea” oyununu yazan Euripides; Shakespeare gibi bir dahi; Goethe, Schiller, Arthur Miller, Anton Çehov, Moliere, Gogol, Lorca, Henrik İbsen, Samuel Beckett, Bertolt Brecht, Albert Camus, Harolt Pinter, Athol Fugart, Antonia Skarmeta, Aziz Nesin, Nazım Hikmet, Vasıf Öngören, Muhsin Ertuğrul, Güngör Dilmen, Haldun Taner ve daha nice tarihe tanıklık yapan, ışık tutan, aydınlatan büyük oyun yazarları… 

Bunlara yönetmen, oyuncu ve tasarımcıları da ilave edersem cilt cilt kitaplara sığmaz. İşte tiyatroyu kötücül ve olumsuz olayları tanımlamak için kullananlar bu kadar zengin bir kültürü ve mirasını aşağılamaktadırlar. 

Tiyatroyu “kötücül” gören anlayışın esasında aşağıladığı insandır, aydınlıktır, iyileşme ve gelişmedir. Eğer tiyatronun ışığından yararlanabilsek, kafamız, yüreğimiz karanlıklardan kurtulup aydınlanacaktır.

Bertolt Brecht’in “Tyatro” şiirinde yaptığı çağrı bu bakımdan çok değerlidir:                                                              

“Çıkın ışığa

Buluşabilenler

Sevindirebilenler

Değişebilenler…”

Tiyatronun “kötücül” ve “olumsuz” tutumları, durumları tanımlamak için kullanılmasına gösteriler tepkiler ve hassasiyetler yerindedir. Bu tepkiler ne abartılmıştır ne de anlamsızdır. 

Ayrıca bu sorun, bahsettiğim nedenlerden dolayı yıllardır sürmektedir. O nedenle zamansız da değildir. Bu sorunun ortadan kalkması ancak ülkenin kültürel, ekonomik alanda gelişmesiyle mümkün olur… Demokrasi kültürünün gelişmesi, yaygınlaşmasıyla. Ne yazık ki Türkiye de, Kıbrıs da, bu bakımdan geri kalmış ülkeler kategorisindedir. 

Ayrıca tiyatronun kötücül bir tanımda kullanılmasından daha vahim durumlar, olaylar yaşanmaktadır, içinde yaşadığımız zamanlarda… Sanatın içine tükürülmekte, sanatçının dili kopartılmakla tehdit edilmekte, sanat eserleri müstehcendir diye yasaklanmakta, bale belden aşağı diye pornografik sayılmakta, sanatçılar düşüncelerini ifade ettiler diye halklarında davalar açılmakta, kimisi hapislerde süründürülmektedir. 

Ülkelerimizin aydınlığa çıkması için Baş Tanrı’nın elinden ateşi alacak ve halklara verecek örgütlü Prometheuslara gereksinim vardır. Aksi halde halklar karanlıklarda ömür tüketmeye devam edecektir.

YAŞAR ERSOY

Lefkoşa Belediye Tiyatrosu kurucusu, oyuncu, yönetmen, yazar

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku