Üsküdar’dan Sibirya’ya Bir Güvercin… “Zabel”

Tolga Polat
1,5K Okunma

Tolga Polat

Boğaziçi Gösteri Sanatları Topluluğu (BGST), kolektif ve farklı bir çalışmaya imza atarak, ünlü Ermeni aydını Zabel Yesayan’ın yaşamını tiyatro sahnesine taşıyor… Osmanlı toplumunda anti militarist hareketin öncülerinden yazar Zabel Yesayan’ın Üsküdar’da başlayıp, Sovyetler’e uzanan mücadelesinin anlatıldığı “Zabel” adlı oyunun metin yazarlığını, aynı zamanda başlıca rolleri paylaşan Aysel Yıldırım ve Duygu Dalyanoğlu üstleniyor… Rejide bu iki isme Sevilay Saral’da eşlik ediyor… Yesayan’ın Türkçe yayımlanmış eserleri ve anıları üzerinden oluşturulan metin, 1930’lu yıllara uzanan bir zaman diliminde, Ermeni tarihine dair çok önemli bilgiler içeriyor… İstanbul’dan Paris’e; Adana’dan Ermenistan’a çocukluğu, gençliği, mücadele yılları ve sürgün yaşamını aktaran iki perdelik oyun, dinamik kurgusu ve başarılı oyunculukları ile dikkat çekiyor…

Peki, Yirminci yüzyılın başında Ermeni edebiyatına yeni bir soluk getiren Zabel Yesayan kim? 5 Şubat 1878’de İstanbul’un Üsküdar semtinde doğan Yesayan’ın ilk yazısı “Çiçek” dergisinde 1895’te yayımlanır… Aynı yıl üniversite öğrenimi gören ilk Ermeni kadınlardan da biri olarak Paris’e gider ve Sorbonne’da edebiyat ve felsefe derslerine katılır… İstanbul’a 1908’de, Meşrutiyet ilan edilince kesin dönüş yapan Yesayan,  Yazarlık kariyerinin bu en verimli yıllarında kaleme aldığı öykü, deneme ve romanlarında, kadın hakları ve kadınların toplumsal yaşamdaki konumlarına geniş yer ayırır… Yazıları ve çevirileri Fransızca ve Ermenice dergi ve gazetelerde yayımlanan Yesayan, Dikran Yesayan ile Paris’te evlenir ve bu evlilikten Sofi isminde bir kızı ile Hrand isminde bir oğlu dünyaya gelir… 1902 yılında İstanbul’a geri dönen Yesayan, edebi geçmişinin kilometre taşlarından olan “Bekleme Odası” isimli romanını 1903’te İstanbul’da yayımlar… 24 Nisan 1915’te İstanbul’daki Ermeni aydınlarının tutuklanarak sonu bilinmeyen bir yolculuğa çıkartılmasıyla birlikte aynı sonun kendi başına da gelmesinden çekinen Zabel Yesayan bir hastanede saklanır… Bu sırada oğlu Hrand İstanbul’da, kızı Sofi ile eşi Dikran ise Paris’te bulunmaktadır… 1915 yılında Bulgaristan’a kaçan Zabel Yesayan oğlunu bir daha ancak 1917 yılında görmüştür… 1921 yılında Paris’e dönen Zabel Yesayan, Yerevan Dergisi’nde editör olarak çalışmaya başlar… Edebiyatı etkili bir güç olarak gören ve Ermenileri biraraya getirmenin tek yolunun edebiyat olduğuna inanan Yesayan, kadının toplumdaki rolüne ve uğradığı haksızlıklara gerçekçi biçimde bakmak gerektiğini düşündüğünden, Romanlarında ve yazılarında, ezilen kadınlardan çok, alt sınıftan olan erkeklerin ve kadınların sefaletlerini dile getirmeyi tercih ederek, bu mücadeleye olan inancını asla kaybetmez… 1926-1927’de Moskova’yı ziyaret eden Zabel Yesayan, 1928’de Marsilya’da ziyaret izlenimlerini anlattığı ve sovyet sistemini övdüğü “Kurtarılmış Prometheus” isimli eserini yayımlar… 1933’te Ermenistan’a yerleşen Yesayan, Ermeni Yazarlar Birliği’nin yönetim kurulunda yer aldığı gibi Ermeni Devlet Üniversitesi’nde de Batı Ermeni Edebiyatı dersleri verir… 1935’te “Silahtar Bahçeleri” isimli romanı yayımlanır… Bu kitap Yesayan’ın son eseri olur… 1937’de Stalin’in kovuşturmaları sırasında tutuklanır ve Sibirya’ya sürülerek bilinmeyen şartlar altında hayatını kaybeder…

Yazarın evini, arkadaşlarını, komşularını, bir daha dönmemek üzere ayrıldığı Üsküdar’ı anlattığı “Silahtarın Bahçeleri” isimli kitabından çıkış rotasını belirleyen oyun metni, Yesayan’ın çocukluğundan başlayarak, hayatını etkileyen kadınları izleyiciyi gülümseterek sunarken, bir yandan nezarethane kapısının sesi ile soğuk sorgu odasına dönerek, bu coğrafyada bazı değerlerin ve esasında Anadolu’nun neleri kaybettiğini izleyiciye hatırlatıyor…

Oyunun sahnelenme sürecinde önemli bir farkı da sahne gerisinde ve sahne üstünde sadece kadınların yer alması… BGST, feminist tiyatro oyunları oluşturma geleneği uzun yıllardır sürdürüyor… Toplumsal cinsiyet, namus gibi kavramları oyun metinlerinin çatısına alarak, kadın hikâyelerinin anlatıldığı oyunları geçmişte de sahnelemiş olan ekip üyeleri, Zabel ile bir anlamda feminist tiyatro anlayışlarını ortaya koyuyor… Duyguları ve bitmeyen mücadelesi ile zaman zaman bir Antigone gibi gördüğümüz Zabel’in, tüm olumsuzluklar karşısında adeta göğüs gererek, erkek hegemonyasına karşı dimdik duruşunu izliyoruz…

Otobiyografilerin sahnelenme süreci genelde çeşitli sıkıntıları da peşi sıra getirir, ancak kurgu ve sahneleme de oyunun rejisini uzun süreli atölye çalışmaları ile zenginleştiren üç yönetmen, adeta birlikten kuvvet doğar mesajı veriyor… Geçmişe ve o ana dönüşler bir an olsun illüzyonu olumsuz etkilemeyerek, sahnelemeye başarı ile yansıyor… Elbette bu süreçte dramatik anları güçlendiren Ali Hergel’in ve Ara Dinkjian’ın özgün müziğinin, Beril Sarıaltun ‘un efekt tasarımının, Levent Soy ve Zîlan Kaki tarafından yapılan dekor-ışık tasarımın, dönemsel detayları düşünülerek, Duygu Dalyanoğlu, Elif Karaman, Maral Çankaya, Nilgün Ilgıcıoğlu tarafından tasarlanan kostüm-aksesuar’ın katkısı çok büyük… Zabel’in renkli çocukluğunu, gençliğinden yaşlılığına yaşadığı tüm zihinsel depremleri yansıtan, sahne resmi ise, ışığın katkısı ile bir gölge perdesine dönüşerek, estetik işlevselliğe son derece olumlu bir katkı sağlıyor… Sahne resimlerinin yaratıcısı Dilek Şenyürek de alkışı hak ediyor…

Ve oyuncular… Aysel Yıldırım, Zabel performansı ile dikkat çekiyor… Karakterin tarihsel bütünlüğünü başarılı bir kompozisyon içinde canlandırıyor… Dönem farkından dolayı ses- beden kullanımında olması gereken farkları başarıyla yansıtıyor… Zihinsel ve fiziksel birlikteliğini eylemde eş zamanlı sürdürüyor…  Duygu Dalyanoğlu farklı rollerde oluşturduğu farklarla dikkat çekiyor, sahiciliği ve diyalekt kullanımındaki başarısı ile son derece ikna edici… Maral Çankaya sahne sempatisi ve yüksek enerjisi ile dikkat çekiyor… Elif Karaman, Nihal Albayrak ve Zeynep Okan rollerinin gereğini başarıyla sağlarken, tüm oyuncular içsel imgelerini yavaş yavaş yol alırcasına sırasıyla ve özenle kurgulayarak, düş gücünün yaratıcılığını, son noktaya kadar içsel tempoyu hiç bırakmadan, yol boyunca kendilerinden hayli emin ilerliyorlar… Bu arada özellikle kullanılan dilin/diyalekt’in gerçekliği, karakterlerin ve tiplemelerin sahne üstünde başarısını arttırıyor…

Oyun beni çok etkilediğinden ekipten Duygu Dalyanoğlu ile yaptığım kısa söyleşiyi, yazıma eklemek istiyorum… Ve bu söyleşiden Zabel’in şu anda Ermenistan’da yaşayan bir torunu olduğunu (Aleksandr Yesayan) öğrenmiş olmam beni daha da heyecanlandırıyor…

BGST, rüzğâra karşı durarak, üstesinden gelinmesi hayli zor olan bu çalışma ile Zabel’i sahneye başarıyla taşıyarak, mutlaka izlenmeyi ve elbette alkışlanmayı sonuna kadar hak ediyor…

Sizleri (Bgst) Zabel Yesayan’ın biyografisinde en çok ne etkiledi?
Duygu Dalyanoğlu: Zabel Yesayan’ın geçmişte yaşamış bir aydın, bir feminist olarak direnme gücü ve inadı etkiledi diyebiliriz. Hem Osmanlı’da yaşarken hem de Sovyetlerde yaşarken doğru olduğuna inandığı şeyin arkasından giden ve maalesef bu sebeple hayatını bir hapishanede kaybeden birisi. Aynı zamanda hümanist ve entelektüel bir kadın aydını tanımak, tanıtmak bizim için çok önemliydi. Son olarak, edebi dili ve tasvir gücünden de çok etkilendik ve oyunda esinlendik.

Prova sürecinde diyalekt / lehçe konusunda nasıl bir çalışma süreciniz oldu?Duygu Dalyanoğlu: Ermeni tiplemelerinin Türkçe’yi Ermeni ağzı ile konuşması ve yer yer Ermenice kelimeler, cümleler kullanmasına karar verdiğimizde bunu en doğru ve hakiki şekilde yapmamız gerektiğini düşündük çünkü bu, Zabel Yesayan’ın hikâyesindeki karakterleri yaşayan tiplemeler olarak icra edebilmek için çok önemliydi. Öncelikle oyuncu kadromuzda yer alan arkadaşımız Maral Çankaya (Zabel’in annesini oynayan arkadaşımız) bir Ermeni olarak bize yol gösterdi ve çalıştırdı. Bunun dışında oyunun provalarına Karagözyan Okulu’nda öğretmenlik yapan Berta Hafidu katılıp bizi çalıştırdı. Tiplemeleri çıkarırken Ermeni ağzını en doğru şekilde kullanmayı da tıpkı repliklerimiz ya da jestlerimiz, mimiklerimiz gibi kurucu bir öge olarak belirledik.

Zabel Yesayan’ın hayatta kalan hiçbir akrabası veya yakını var mı? Bu yönde bir araştırmanız oldu mu?
Duygu Dalyanoğlu: Zabel Yesayan Ermenistan’a yerleştiğinde kızını ve oğlunu da yanında götürüyor. Dolayısıyla ailesi Ermenistan’da yaşıyor. Şu anda da torununun hayatta olduğunu biliyoruz: Aleksandr Yesayan.  Biz hiç tanışmadık fakat bir belgeselde Zabel hakkında konuştuğunu biliyoruz ve Zabel Yesayan üzerine araştırma yapan arkadaşlarımız tanışmış. Bir gün oyunu Ermenistan’da sergileyebilirsek onun da izlemesini çok isteriz. (Ortada çizgili gömlekli / Aleksandr Yesayan )

Son olarak Projeye dair özellikle sahneleme biçimi konusunda söylemek istediğiniz bir şeyler var mı?
Duygu Dalyanoğlu: Son olarak oyununun metninde ve oyunculuk yorumunda iki düzlemi (yani sorgu ve geçmiş düzlemi) ayırmaya karar verdiğimizde bunun sahne tasarımında da vurgulanması gerektiğini düşündük. İki düzlem birbirinden ayrı fakat Zabel’in zihninde bir o kadar da geçişken… Bunu sahne tasarımında nasıl vurgulayacağımızı düşünürken ressam Dilek Şenyürek ile bir araya geldik. Kendisi hali hazırda kâğıt malzemeden hareket ile eserler üretiyordu. Zabel gibi bir yazarın anılarının, zihin dünyasını temsil edecek bir resim üretti oyun için. Kâğıt malzemenin yanı sıra renkleri de bir ifade aracı olarak kullandı. Nasıl ki oyunda soğuk ve karanlık bir hücreden daha renkli ve canlı bir geçmiş dünyaya geçiyoruz, eserde de renkler bunu temsil ederek kullanıldı. Ardından Dileğin ürettiği eser ışık tasarımcılarımız Zilan ve Levent’in katkısı ile farklı boyutlar kazandı. Oyunun içinde kazandığı anlam ve ifade biçimi onu bir enstelasyona dönüştürdü.  Dolayısıyla oyun tiyatro sanatının ve plastik sanatlarının ortak bir üretimini mümkün kıldı.

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku