Tiyatroda Antalya’nın “Üçkapılar”ı…

Sadık Aslankara

Yeni yılda otuz beşine adım atacak bir topluluğumuz var: Antalya Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları…

20161031034327ddantalyasehirtiyatrosu

Perdelerini 1983-84’te “Belediye Kültür ve Eğitim Müdürlüğü Tiyatro Kolu” adıyla açmıştı ilk kez. Sonraki yıllarda ABT kısaltmasıyla on yıllar boyu düzenlilik içinde oyun sunan topluluk, büyük çıkışla ülkemizin belediye ödenekli yasal dayanağa sahip beşinci tiyatrosu olmayı da başardı bu arada. İşte 2017’ye girerken aynı zamanda onun otuz beşine basmasını da kutlayacağız tiyatromuzda. Kuşkusuz bu, hepimiz için büyük sevinç…

Farklı yıllara yayılmış halde topluluktan bugüne dek izlediğim oyun sayısı on beşi bulmuştur herhalde… Bu anlamda tiyatroyu, Antalya’da benzersiz bir kent belleği olarak aldığımı söyleyebilirim. On yıllar önce Müfit Kayacan’ın yönetmenliğinde birer delikanlı olarak tanıyıp izlediğim yeteneklerin bugün tiyatronun başına geçtiğini görmek, ona lokomotif olduğunu, onca yılın emeği içinden süzülerek gelip kurumsal anlamda ABT’nin, yeni logosuyla AŞT’nin Genel Sanat Yönetmenliğini üstlendiğini gözlemek kimi sevindirmez?

Mehmet Özgür’den söz ediyorum. O, artık genel anlamda tiyatromuzla eşgüdüm içinde Antalya Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrolarının Genel Sanat Yönetmenliğini sürdürürken bir kurucu olarak da sınav veriyor kuşkusuz…

1m5a1626-800x533

Pek çok oyunda izleme fırsatı bulduğum Mehmet Özgür, kuruluş çalışmalarının yoğunluğu sürerken, Bulgar Alexander Iliev yönetimindeki “Kurnaz” farsında sahne alma olanağı bulabildi belki ancak, bunu da ben yakalayamadım yazık ki. Ama bu mevsim çiçeği burnunda sergiledikleri oyunda yeniden karşımızda bulduk kendisini: “Huysuz.”

Engin Alkan’ın Molière oyunlarından derleyip kaleme aldığı, yönetmenlik yanında müziğini de kotardığı oyunun dekor-ışık tasarımı Cem Yılmazer, kostüm tasarımı Tomris Kuzu, koreografide Dicle Doğan imzasını taşıyor.

12

Molière’in Huysuzu olarak tanınan emekli oyuncu huzurevine yerleşmiştir ya, mutlu değildir. Yaşadığı sıkıntıları, eski günlerde canlandırdığı Molière karakterlerini anımsayıp düşler kurarak aşmaya çalışır. Huzurevi çalışanlarıyla öteki konuklar da bu eski oyuncuya eşlik edince “Huysuz”un geçmişte kalan parlak görüntüleri, bütün canlılığıyla yeniden ortaya çıkar.

Önceki sezon izlediğimiz, bu mevsim de süren Ephraim Kishon’dan Hale Kuntay çevirisiyle yine Engin Alkan yönetimindeki “Tarla Kuşuydu Jüliet”i de anımsayabiliriz bu noktada. Oyundaki Shakespeare göndermelerini düşünürsek AŞT’nin büyük bir işe girdiği öngörülebilir: Shakespeare’le Molière’i sevdirmek.

Birinci Kapı: Shakespeare’i, Molière’i sevdirmek…
Antalya’da kentin giriş kapısına Roma imparatoru Hadrianus’un adı verilmiş. Ne var ki Antalyalılar “Üçkapılar” adıyla anıyor burasını.

sunu1

İşte AŞT’nin yaptığı tiyatro da âdeta üç kapılı eşik bağlamında alınabilir kanımca. Topluluğun tiyatro kavrayışını, üç farklı eşiğe dayalı tutumla sürdürdüğü gibisinden izlenime vardığımı da söyleyebilirim. Nitekim AŞT’nin tiyatroyu kentlilere sevdirmeyi ilk eşik ya da birinci kapı bağlamında aldığı görülüyor. Bu çerçevede “Tarla Kuşuydu Jüliet” de “Huysuz” da, Shakespeare, Molière karakterleriyle yüzyıllardan bu yana toplumsal açıdan aynalık yapmış iki ölümsüz tiyatro yalvacını tanımamızı, onları yaşamımıza katmamızı sağlıyor. Hem de herkeslerin yakından bildiği “oyun içinde oyun” biçemiyle…

Dolantı güldürüleri olarak önümüze gelen her iki oyun da Engin Alkan’ın kıvrak, köpürtülü reji anlayışıyla seyirciyi kavramakta gecikmiyor. Sonuçta herkes kahkahalar atarak bir yandan bu iki ölümsüz ustanın karakterleri üzerine düşünme fırsatı bulup bağrına basıyor iki yazarı öte yandan onlar aracılığıyla tiyatro sanatının içine girerek bu sanatı tanıyıp sevmenin de büyüsünü yaşıyor.

İkinci Kapı: Tiyatro Sanatçılarını Yüreklendirmek…
Seyirciden sahneye akan sevgi, oyuncuların bunu yansıtan tutumuyla çıkıyor ortaya. Karşılıklı bir sevgi halesi de denebilir bunun için. Gerçekten de Shakespeare, Molière karakterleri birer tutuşturucu olarak gezinirken sahnede, sahne üzerinde bunu somutlayan oyuncu da bu ilişkide belirleyici rol oynuyor. Böylelikle ilkin kucaklaşma, ardı sıra karşılıklı bütünleşme yaşanıyor.

tarla-kusuydu-juliet-7-800x533

Andığım her iki oyunda Özgür ailesi üyelerinin yarattığı sinerji üzerinde özellikle durulabilir. Mehmet Özgür’ün yanı sıra Hasibe Özgür, Safinaz Özgür Türk tiyatrosunda öteden beri etkin konuma sahip aile olgusunun yeni bir örneği bağlamında da dikkati çekiyor aynı zamanda. Her iki oyundaki rolüyle Antalya seyircisinin yüreğine yerleşen Osman Kot’u, “Tarla Kuşuydu Jüliet”teki rolüyle Mustafa Doğan Ayhan’ı, elbette “Huysuz”daki rolleriyle Yunus Derli’yle Ayşe Sinem Korola’yı da bunların yanına eklemek gerek.

Sonuçta seyirci oyuncuya yol veriyor, oyuncu da bir güzel uçuyor.

Üçüncü Kapı: Tiyatroyu Halkla Bütünleştirmek…
Her iki oyundaki seyirci-oyuncu iç içeliği, bu bağlamda tiyatro sanatının olmazsa olmaz diyalektik bütünlüğü, iletişim bağını güçlendirirken AŞT, kendisi için hedef olarak belirlediği yapıyı kurmakta önemli yol alıyor. Kol kola giren oyucuyla seyirci, tiyatronun birleşip bütünleşerek ötelere taşınabilmesinin önünü açıyor çünkü böylece.

Sahne bütün salona yayılır, seyirci oyunculara katılırken böylece çok daha büyük bir tiyatro ateşi yakılıyor alabildiğine. Birlikteliğin gücü diyelim biz buna… Sonuçta Antalya, artık tiyatro kentlerinden biri olarak hak ettiği düzeye varmanın sevincine eriyor. Evet, Antalya’da bir tiyatro var… Antalyalı tiyatro sanatına, kentini tiyatro kenti yapmanın hünerine eriyor bu üç kapıdan geçerek.

Yolunuz düştüğünde, bir uğradığınızda Antalya’da soluk alıp veren bir tiyatro bulunduğunu unutmayın… Siz de tanıklığını yapın bu güzel insanların… Onların çevreye nasıl da ışıklar yaydığını, kentlileri oyunlarla buluşturup bu sanatın büyüsüne nasıl çektiklerini gözleyin…

Öyle ya, bu bile başlı başına bir şölen, siz de tadına varın bu şölenin…

0

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku