Süreyya Karacabey yazdı: “Hadi Gidelim”

editor
5,4K Okunma
Eski bir dünya imgesinin ışığında okuduğumuz bütün anlamların yerle bir olduğunu kavramadan, seyrettiğimiz şeyi asla anlamayacağız. Her şeyin tepetaklak olduğu yerde adalet tersinden kurulabilir ve bir anlam isteyen şimdiden yola koyulabilir. Hadi gidelim!

Süreyya Karacabey’in Artı Gerçek’te yayımlanan yazısını okurlarımızla paylaşıyoruz:

Tiyatronun eski anlamsal uzlaşımlara veda ettiği, metinlerin daha parçalı ve klasik dramatiğin nedensellik ilkesini arkasında bıraktığı post dönemeçte, alımlama biçimleri üzerine daha fazla çalışılması gerekmişti. Anlam, diyordu bir yazar Aydınlanma’dan kalan bir illettir, tiyatronun asıl karşılaşması bedenler üzerinde gerçekleşir, bir duygu olarak-, anlam ise yazılıp şişeye konulmuş ve denize bırakılmış bir şey gibidir, bir gün birinin bulup okuyacağı. Aslında buradaki mesele birileri tarafından paketlenip, seyirciye servis edilen anlam düşüncesiydi, belli bir sıraya konulan ve zalim bir zamansallık baskısı altında beliren ve çağrışımları, yan anlamları düz eden, herkesin aynı anda benzer şeyi düşünmesine odaklanan merkezi bir anlamdı.

Bütün bunların hararetle tartışıldığı bir ortamda metinler, kaçış çizgilerine keskin konturlardan daha fazla meyletmeye başladığında ve sahnede de gösterenler gösterilenlerden daha fazla uzaklaşmaya başladığında bir dramaturg, adına kaos teorisi dediği bir düşünce geliştirmişti. Kısaca çıkış noktası şuydu kaos teorisinin, insan algısı karmaşık bir yapıyla karşılaştığında, doğal olarak ona hemen bir anlam vermek zorunda hissediyordu. Çünkü kaotik olanı katlanılmaz buluyor ve anlamsız görülen şekillerden bile bir şey üretmeye kalkışıyordu. Tahmin edileceği gibi bu teorinin çıkış noktası, giderek daha az anlamsal bütünlük sunan sahne karşısında seyircinin katkısı ve yaratıcılığıydı. Bir çeşit aktive edilmiş seyircilik ya da alımlama durumu.

Başka bir dünyada yaşayan bir tiyatrocu olsam, bu sözleri tiyatrodaki algı değişimleri üzerine düşünmek için bir çıkış noktası olarak alabilirdim, ama şimdi bunların bana tek hatırlattığı şey, karşısında durup anlamakta zorlandığımız manasızlıklar yığını. Neresinden tutsak diğer tarafının boşlukta sallandığı ve önceki bilgilerimizle açıklamaya kalkıştığımızda arıza çıkaracağı çok belli bir manzara. Bir süredir baktığımız bu aslında. Nedenler ile sonuçlar birbirleriyle hiç temas etmeden ayrı yönlere hızla koşuyorlarmış gibi, tamam şimdi burada karşılaşmaları gerekiyor dediğimiz her noktada telli turna şarkısıyla halay çeken balıklar görüyormuşuz gibi. Buna mantıklı bir cevabım var diye konuşmaya başlayanın, kendini uzaylıların havuç tüketimini konuşuyor pozisyonunda buluyor olması gibi.

BURADAN BİR ANLAM ÇIKMAYACAK

Hiçbir şey olması gereken yerde değil diye bağırıp, sonra su ısıtıcıyı tezgahın üzerinde bulamayıp öfkelenen birine benziyoruz giderek. Giderek sadece öfkeleniyoruz, sokaklar öfkesini doğru yere akıtamadığı için delirmiş yurttaşlarla dolu. İşte bunlar hep mantık dışına mantıklı bir anlam vermeye çalışmamız yüzünden. Her şey değişmiş, bildiğimiz görüntüler yok olmuş, metin ufalanmış, dil peltekleşmiş, “ama neden” diye bağırdığımız her şeye, “işte”, “çünkü” diye cevaplar verilmiş, ya da “bu hukuken imkansız” dediğimizde, “olur mu tavukların da bir annesi var” kıvamında karşılık almış biz seyirciler pardon yurttaşlar, hala yaşlı bir eleştirmenin eski değerlendirme ölçütlerini kullanarak ve bu ölçütler, sahnedekine uymayınca sinirlenerek olan bitenden eski hazır anlamı çıkarmaya çalışıyoruz.

Buradan o anlam çıkmayacak, temiz bir aklın sevabına benzeyen düşünce, bütün saydam niyetlerini bırakıp, nasıl bir dolantı yaratırım da bütün amaçları araçsallaştırırım diye uğraşacak ve amacın araç haline geldiği bu fantastik teknikte, Sartre’ın belirttiği gibi kapıyı açtığınızda karşınızda bir duvar belirecek, daha ileri bir durumda ise ortada kapı bile olmayacak.

Buradan o anlam çıkmayacak, çünkü bu çağ, bütün imkanlarını tüketmiş berbat bir sistemin, kendi çıkmazında debelendikçe en arkaik teknikleri rehabilite ederek ama eski anlamsal bağından kopararak önümüze getirmeyi sürdürecek. Battıkça refah zamanlarının dirhem dirhem sunduğu bütün hakları gaspedecek ve battıkça zalimleşecek, bir zamanlar destek verme numarası yaptığı bütün alanları kurak bir araziye çevirecek. Eski bir dünya imgesinin ışığında okuduğumuz bütün anlamların yerle bir olduğunu kavramadan, seyrettiğimiz şeyi asla anlamayacağız. Bitmiş bir uygarlığın ölü göstergelerini canlı bir organizmanın isterlerine uydurmaya çalıştıkça daha fazla yanılacağız. Sonuna gelmiş her şeyin ne kadar zalim olduğunu tarih meleği bilir, örneğin engizisyon kurulduğunda zaten ortaçağın bitmek üzere olduğunu bilir.

İnsan duyusu anlamsızlığa katlanamadığı için en karmaşık şeylere bir anlam vermeye çalışır diyordu kaos teorisi. Bu aynı zamanda yeni bir gözle olan bitene bakma davetiydi, alışıldık olunmayan görüntüleri bir anlama havale etme işini alımlayıcıya yüklemişti.

Buradan bir anlam çıkmayacak, eskisi gibi bakmayı sürdürdüğünüzde diyor o melek, ama iki şeyin de müjdesi bu karmaşanın içinde diye ekliyor. Onları hiçbir melek söylemeyecek, bir zahmet biz anlayacağız. Önceden söylemiştim, tekrar olsun, her şeyin tepetaklak olduğu yerde adalet tersinden kurulabilir ve bir anlam isteyen şimdiden yola koyulabilir. Hadi gidelim!

SÜREYYA KARACABEY

 

Kaynak: https://artigercek.com/makale/hadi-gidelim-252776?fbclid=IwAR3L1ws8xWr5clyAqRG8BI6GsyLBWO7hJTeY2wci77Lw1WZeVfdd2Xo5T5Y

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku