Sezonun Ardından: BBT, Kendi Küçük Devriminin Ateşini Harlıyor

Yavuz Pak

“Jacques Rancière, Schiller’in ‘İnsan’ın Estetik Eğitimi Üzerine Mektupları’nda (1795) sanatı oyunla kıyaslamasını, özerklik (otonomi) düşüncesinin başlangıcı olarak görür:  Schiller insanın sadece oyun oynadığı zaman tam anlamıyla insan olduğunu ilân eder. Ve bu paradoksun, güzelin sanatının ve ondan daha da zor olan hayatın sanatının bütün birikimini kuşatabileceğini temin eder. Bu düşünceyi şöyle ifade edebiliriz: Hem sanata yeni bir dünya, hem de insanlara yeni bir hayat vaat eden bir duyusal deneyim bulunmaktadır. Bu da estetiktir. Rancière’e göre, Schiller bu önermesiyle yalnızca sanatın özerkliğinin temellerini atmakla kalmaz, onu ‘hayatı dönüştürme umuduyla’ da bağlar. Başka deyişle, sanatı özerklik üzerinden  ‘politikayla, devrimle, ütopyayla’ bağlar.” (1)                                                                       

16 Haziran 2015… Bu tarih, Türkiye’de tiyatro alanında yaşanan demokratik devrimin tarihi. Bu tarih, ilk kez bir ödenekli tiyatroda yönetimin “seçimle işbaşına geldiği” tarih. Bu tarih, sanatı ve tiyatroyu, hayatı dönüştürme umuduyla politikayla, devrimle, ütopyayla bağlayan gerçek bir “özerklik”in zaferinin tarihi. Üç yıl önce bugünlerde, 25 yıllık ödenekli bir kurum olan Bakırköy Belediye Tiyatroları (BBT), genel sanat yönetmenini belirlemek üzere seçime gitmiş ve oyuncu Alican Yücesoy, 55 oyun 34’ünü alarak yeni genel sanat yönetmeni olmuştu. Yıllardır Devlet Tiyatroları’nın, Şehir Tiyatroları’nın başaramadığını BBT başarırken, o günlerde sevgili Bahar Çuhadar’a konuşan Alican Yücesoy’un şu sözleri yaşanan “devrimi” özetliyordu:

– Niye kızıl yıldızlı bereyle gittin seçime?
Çünkü bu bence tiyatronun bir devrimidir. En azından ödenekli tiyatrolar için bir devrimdir. Kapıyı araladık. Birilerini içeri davet edeceğiz şimdi. Yıkacağız, bozacağız, yapacağız! Ve baştan beri de hep bu ruhla sürdü. Dağıtalım, dağılsın ki toplansın. Kendi küçük devrimimizdi bu!
(2)                                                                        

Göreve başladıkları günlerde, seçimden kısa süre önce kaldırılan oyunlar ve tiyatrodan atılan 59 arkadaşlarının işe iadeleri gibi ciddi sorunlarla karşı karşıya kalan yeni yönetim,  bu devrimi sahip oldukları “kolektif anlayış” sayesinde gerçekleştirmişti. Yücesoy,  o günlerde yaptığı başka bir söyleşide, “Hayalini kurduğumuz demokrasinin ötesinde bir yerdeyiz. Seçimle gelmemiz zaten demokratik bir hareketti. Ondan sonra seçilen adamın kurumu yönetmesi gerekir ama bizde öyle bir şey yok. Ben tek başıma seçilmedim. Biz 10 kişilik bir ekibiz. Aramızda hep birlikte konuşalım, üretelim, birbirimizin açığını kapatalım durumu var. Biz konuşuyor, biz yapıyor yani.” diyordu. (3) Yücesoy’un “biz” diyerek kastettiği, bir yıl boyunca tiyatroda “kendi küçük devrimlerini” yapmak için mücadele eden kolektif ekibin 10 kişilik çekirdek kadrosuydu. Doğacan Taşpınar, Elif Ürse, Defne Şener Günay, Gülce Uğurlu, Yelda Baskın, Didem Germen, Ali Rıza Kubilay, Fidan Koşar, Emrah Eren ve Cihan İnan Bekar’dan oluşan bu ekibin, diğer oyuncular ve tiyatronun tüm bileşenleri ile birlikte inşa ettikleri “kolektif yapı”, üç yıldır elde etikleri başarının en önemli kaynağı. Zira, “kolektif sanat yapılarının ortak özellikleri, hedef kitleler ve sanatçılar arasında ortak ve etik bir eşitler kültürünün geliştirilmesi, iletişim, tartışma ve katılımcı demokrasi olarak özetlenen süreçlerin yaşama geçirilmesidir. Ticari olma, kurumsallaşma, hiyerarşi ve ana akım söylemlere karşı duruşlarıyla dikkat çeken bu yapılar, sanatın benmerkezci olan, uzaklaştıran ve böylece aslında izleyiciyi ve sanat alanının diğer öğelerini ötekileştiren yanını törpüleyen özellikleriyle dikkat çekerler.” (4) BBT’nin gücünü sermayeden alan, rekabete dayalı, halka ve izleyiciye ulaşamayan, spekülatif ve manipülasyona açık popüler sanat yapısına bir “başkaldırı” olarak nitelendirilebilecek bu kolektif yapısı, tiyatronun koridorlarından sahnelerine kadar uzanıyor. Yunus Emre Kültür Merkezi’ne gittiğinizde, kolektivitenin yarattığı dayanışma ruhunun oyuncularla sınırlı kalmadığını, tiyatronun tüm çalışanlarına sirayet ettiğini görebilirsiniz. Sevgili M. Sadık Aslankara’nın “Seni Seviyorum Türkiye” oyunu üzerine kaleme aldığı yazının şu cümleleri bu bağlamda çok değerli: “Âdeta bir tiyatro kolektifinin, ötesinde tiyatro komününün yansıtacağı eşgüdüm, paylaşım, dayanışma ruhuyla havalandırılan Seni Seviyorum Türkiye, yazarından yönetmenine, oyuncularına, tasarımcılarından teknik ekibine sahne üstü, arkası tüm emekçileriyle birlikte hak edilmiş alkışlarla uğurlanıyor sahneden.(5)

“Gülünç Karanlık”

Öte yandan, “kendi küçük devriminden”  bu yana BBT’nin yıldızı giderek yükseliyor ve İstanbul’un tiyatro gündeminin “kıyısında kalmış” bir semt tiyatrosu olmaktan çıkarak,  bu gündemin “göbeğine oturmayı” başarıyor. İstanbul’un her semtinden insanların akın ettikleri bir tiyatroya dönüşürken, şehrin farklı semtlerine, farklı şehirlere ve İran’dan Almanya’ya kadar farklı ülkelere turneler düzenleyen BBT, semtinin, şehrinin ve hatta ülkesinin sınırlarını aşarak “evrensel bir tiyatro” olma yolunda ilerliyor. Yücesoy, sahip oldukları evrensel vizyonu, üç yıl evvel şöyle özetliyordu: “Tiyatro evrensel bir sanat. Yaptığımız oyunlar, sadece İstanbul’dakilere değil, tüm Türkiye’deki insanlara hitap etmeli, Uganda’daki seyirci de Londra’daki de bu oyunları anlayabilmeli.” (6) İşte bu evrensel kavrayışla yola çıkan BBT’nin son üç yılda repertuarına aldığı oyun metinlerinin altında, William Shakespeare’den Melih Cevdet Anday’a,  Jean Genet’den Özen Yula’ya, İnci Aral’dan Wolfram Lotz’a, Ahmet Sami Özbudak’tan Jonas Hassen Khemiri’ye, Ceren Ercan’dan Ferdinand von Schirach’a, Zehra İpşiroğlu’ndan Balca Yücesoy’a  uzanan “ulusal ve uluslararası” önemli yazarların imzaları var.  Benzer biçimde, bu sezon repertuarlarında yer alan oyunların rejilerini de aralarında yabancı yönetmenlerin de bulunduğu, farklı ekolleri temsil eden tiyatro insanları yapıyor: Timothy Supple, Nurkan Erpulat, Berfin Zenderlioğlu, Ayla Algan, Caner Akdeniz, Oğuz Utku Güneş, Özen Yula, Özer Tunca. Bu rejisörlerin yanı sıra, BBT kendi bünyesinden Emrah Eren, Yelda Baskın, Doğacan Taşpınar gibi isimleri de rejisör koltuğuna oturtarak tiyatronun geleceği adına cesur ve değerli bir adım atıyor. Dolayısıyla, BBT,” tiyatronun içinde bulunduğu bölgeye dair projeler geliştirmek, yurtdışından kendini kanıtlamış yönetmenlerle ortak prodüksiyonlar oluşturmak, çağdaş oyun metinlerini Türkçe’ye kazandırarak Türkiye prömiyerlerini gerçekleştirmek, yerli ve yabancı tiyatro klasiklerini çağdaş yorumlarla sahneye taşımak, iç eğitime yönelik atölyeler düzenlemek, uluslararası festivaller ve tiyatrolarla ortaklıklar geliştirmek, repertuarındaki oyunları, Türkiye’de ve uluslararası alanda geniş bir seyirci kitlesine ulaştırmak” olarak açıkladığı “hedeflerini” başarıyla hayata geçiriyor.

“Estetik ütopya, sanatın özerkliğinin dolaysız bir sonucudur. Sanatın özerkliği ise sanatta estetiğin politikasıdır: Hayatın özlemini çektiği, ancak sanat olmadan kavuşamadığı her şeyi hayata sunan bir politika. Sanatın bu büyük misyonu, sanatı hayata kavuşturma projesiyle dolaysızca politize olur.” (7)  Lev Kreft’in belirttiği gibi, kendi küçük devrimiyle elde ettiği “özerklik”, BBT’ye kendi estetik ütopyasını gerçekleştirmek için zemin hazırlıyor. Geçtiğimiz üç yıl boyunca, tiyatral anlayışını, estetik çizgisini ve sanatsal duruşunu belirginleştiren BBT’nin, giderek olgunlaşan ve etik/politik duruşuyla bütünleşen estetik politikasının bir “eleştirel direniş” modeli olduğunu söylemek yanlış olmaz. Bilindiği gibi, günümüzde,  avangard  ihlal modelinden “eleştirel direniş” modeline geçiş süreci yaşıyoruz. Bu model,  tarihsel bir bakışla,  siyaset tarafından araçsallaştırılan bir sanat anlayışı yerine, “siyaseti olan bir sanat” anlayışını temel alıyor. Rancière’in vurguladığı gibi: “İdeolojinin eleştirisi olacağı yerde,  “su katılmamış ideolojiye” dönüşen sanat bugün yeni alternatifler arıyor. İdeolojnin,  tam da Marx’ın anladığı biçimiyle kavrayarak,  bir “yanlış bilinç” sorunundan ziyade toplumsal bütün içindeki konumundan ötürü “düşünceye dayatılmış yapısal sınırlar” ya da ”ideolojik kapalılık” olarak algılaması önemli. İşte ancak bu noktada “siyasi sanat” ile “siyaseti olan sanat” arasında bir ayrım yapılabilir. İlki,  retorik bir kod içine hapsolmuş,  ideolojik temsilleri yeniden üreten bir sanattır; ikicisiyse,  düşüncenin yapısal konumlanışını ve pratiğin toplumsal bütün içindeki etkinliğini dert edinen,  günümüz açısından anlamlı bir “siyasal” kavramı üretmeye çalışan sanat.” (8)

“Terör”

İkinci seçeneği tercih ederek “siyaseti olan sanat” anlayışını benimseyen BBT’nin geliştirdiği “eleştirel direniş modeli” her geçen sezon repertuarına daha çok yansıyor.  2017-2018 sezonu başında, “özgürlük, dayanışma, sevmek, insan, vicdan, öteki” temalarını işleyen oyunları sahneleyeceğini duyuran tiyatro, bu temalar üzerinden bugün tüm dünyaya hâkim olan tekinsiz atmosfere dikkat çekerken, sanatsal eyleyişinin toplumsal/politik çerçevesini de çiziyor. “Sanatı hayata kavuşturma” çabasıyla, “ülkede ve dünyada olanlara duyarlı, zamanın ruhuna tiyatro yoluyla tepki veren bir sanat politikası izlemeyi amaçlayan BBT’de, “yeni metinler ve güncelle ilişkisini canlı tutan içerikler” öne çıkıyor. Nitekim, bu sezon sahneye koyulan, ötekileştirme, suç, toplumsal önyargı ve paranoya kavramlarını merkezine alan “Kardeşlerimi Arıyorum”; politik, kültürel, ekonomik veçheleriyle günümüz Türkiye toplumunun sosyo-psikolojik yapısını anlatan “Seni Seviyorum Türkiye”;  doğal hak, adalet, vicdan, hukuk olguları üzerinden felsefeye ve insanın ontolojisine yönelen “Terör” oyunları, hem güncel olana içkinlikleri hem de toplumsal/politik içerikleri ile bu sanat anlayışını başarıyla yansıtıyorlar.

Bu noktada, içerik/biçem diyalektiğinin bir yansıması olarak, tiyatronun sahne yapısındaki farklılaşmaya dikkat çekmekte yarar var. BBT, bir yandan tipik bir “İtalyan sahnesi” olan Müşfik Kenter Sahnesi’nde gelenekselleşen seyirci kitlesine hitap eden oyunlar sahnelerken, diğer yandan, her geçen sezon daha fazla oyun sahnelenmeye başlanan “blackbox-meydan” yapıya sahip Turhan Tuzcu Sahnesi’nde yenilikçi ve alternatif bir tiyatro anlayışıyla, İstanbul’un dört bir yanından gelen seyircilerin izlediği oyunlar sahneliyor. Bu satırların muharririne göre, “Turhan Tuzcu Sahnesi”, BBT’nin tiyatral dilini bulduğu ve yeni estetik ütopyasını inşa ettiği mekân. Zira tiyatronun yeni estetik politikasını ve tiyatral anlayışını yansıtan oyunları, tamamen bu sahnenin “alternatif” niteliğine uygun. Yukarıda değindiğimiz içeriklere sahip oyunların, tiyatroyu yaldızlı bir çerçeveye hapseden, oyuncu ile seyirci arasına mesafe koyan ve böylelikle tiyatronun icracıları ile izleyicileri arasında hiyerarşik bir düzen kurarak bir “iktidar” inşa eden İtalyan sahnede sahnelenmesi zaten mümkün değil. Çünkü hem içerik hem biçem olarak bu oyunlar,  oyuncularla seyircileri aynı düzlemde buluşturan, aralarında etkin bir iletişim ve etkileşim kurulmasını sağlayan ve hepsinden daha önemlisi, sahnede her türden hiyerarşik yapıyı yerle bir etme çabasındaki BBT’nin, kendisiyle birlikte seyircisini özgürleştirebileceği bir mekânda sahnelenebilirler. Tam da bu nedenle, geçen sezonun “Gülünç Karanlık” oyunu ve bu sezona damgasını vuran “Kardeşlerimi Arıyorum”,  “Seni Seviyorum Türkiye” ve “Terör” gibi BBTnin kendi küçük devriminin yarattığı yeni estetik/tiyatral çizgiyi yansıtan oyunları, içeriklerine en uygun biçeme zemin hazırlayan Turhan Tuzcu Sahnesi’nde seyirciyle buluşuyorlar.

“Seni Seviyorum Türkiye”

Alican Yücesoy’un üç yıl evvel BBT’nin yeni tiyatral anlayışını şöyle özetlediği şu cümleler bu bağlamda önemli: “Tiyatronun tepeden bakan halinden hiç hoşlanmamışımdır. Göreceksiniz. Göz hizasında, samimi tiyatro yapacağız. Oyunculuğa dayalı… Kendini değerlendirebilen tiyatro yapacağız. Tek gerçek olan şey, hocanın dediği gibi, içinde insan olan, birilerinin yüreğine dokunan tiyatro yapacağız.” (9) Günümüz tiyatro düşüncesi, tiyatronun işlevini, biçimini, seyirciyle ilişkisini bir kez daha irdelemek, bu sanatı yeni baştan tanımak ve tanımlamak zorundadır. BBT, yeni ruhunu bulduğu Turhan Tuzcu Sahnesi’nde bir yandan işlevsel/biçeme dair olanı sorgulamaya açıyor, diğer yandan bu oyunların her birinde, -tam da yazdığım sırayla- dozu giderek artan interaktif yapılar kurgulayarak seyirciyle ilişkisini yeniden tanımlıyor. İnteraktif oyun anlayışının birkaç yapay mizansenle sınırlı kalarak çoğu kere alay konusu olduğu tiyatromuzda, BBT gerçekten “göz hizasında, samimi ve insanların sadece yüreğine değil, özellikle aklına dokunan” oyunları sayesinde, seyircisiyle farklı ve doğru bir iletişim kuruyor. Oyuncular seyircilerin arasına giriyor, onlarla diyalog kuruyor, onlara dokunuyor, onları oynatıyor, sorgulatıyor, düşündürüyor ve onlarla gerçek anlamda bütünleşiyorlar. Tiyatral eylemin en önemli gücü olan “empatik” etkileşimi çok iyi kullanarak, seyircilere seyirci olmayı bırakıp kolektif bir pratiğin faillerine dönüşmenin yollarını açıyorlar. Bu çaba, “Terör” oyununda zirve yapıyor. Yıllardır her sezon 100-120 oyun izleyen biri olarak, şimdiye kadar gördüğüm en tatminkâr interaktif oyunun “Terör” olduğunu söyleyebilirim. Eda Geven’in sözleri de beni teyit ediyor: “Terör ‘yine BBT ve yine iyi iş’ dedirten, bize de seyirci olarak oyun izlemek dışında önemli bir sorumluluk veren, çıkan sonuca göre başta insan onuru olmak üzere birçok kavramı tekrar tekrar sorgulatan başarılı bir oyun.” (10) Nihayet, BBT’nin yeni tiyatral anlayışının, Rancière’in tabiriyle, “özgürleşen bir seyirci” yaratmayı hedeflediği söylenebilir: “Drama, Yunanca’da “eylem” demektir. Tiyatro, harekete geçirilecek canlı bedenler önünde hareket halindeki bedenlerin bir eylemi tamamına erdirdikleri yerdir. Çağdaş tiyatro, ilk erdemine iade edilmiş, asıl özüne döndürülmüş, özgürleştiren bir tiyatro olmalıdır: İzleyenlerin, imgeler tarafından baştan çıkarılmak yerine bir şeyler öğrendikleri, edilgen dikizciler olmak yerine etkin katılımcılar haline geldikleri seyircisiz bir tiyatro….” (11)

“Kardeşlerimi Arıyorum”

Geleceğin tiyatrosu, yeni çağın tehlikelerini öncü bir bakış açısıyla ele alarak, toplumsal yaşamın hissettirmeden değişen süreçlerinden kendini soyutlamadan, her zaman için insana yönelik tehlikeleri akılcı, muhalif, eleştirel bir tutumla ele almadıkça kendisini var edemeyecektir. Yapılması gereken ilk iş; toplumsal dinamikler, politika, felsefe, sanat ve tiyatro arasındaki ilişkiyi yeniden tanımlamaktır.  İşte BBT, “kendileri için küçük, tiyatromuz için büyük” bir zafer elde ederek kazandığı özerkliğin açtığı özgürlük alanında,  tiyatroyu toplumsal niteliğine, direngen formuna, eleştirel hattına ve muhalif kimliğine; yani Antik Yunan’dan bugüne bağrında taşıdığı “tarihsel özüne” iade ediyor. Geçtiğimiz üç yılda, oyunları farklı kategorilerde pek çok ödüle değer bulunan BBT, sadece başarılarıyla adından sıkça söz ettiren bir tiyatro olmakla kalmıyor, tarihsel/politik duruşuyla, giderek iktidarın dümen suyunda boğulmaya başladıkları bir süreçte, ödenekli tiyatrolar adına bir “direniş sembolü” olarak öne çıkıyor. Dün “kendi küçük devrimlerini yapan” bu cesur insanlar, etik/politik bilincin, estetik bilginin, kolektif aklın ve dayanışmanın gücüyle devrimlerinin ateşini harlayarak, bugün tiyatromuz adına tarihe geçecek “büyük devrimlerin” kıvılcımlarını tutuşturuyorlar…

Ne demişti Peter Brook?  “Tiyatro sürekli devrim demektir!”

Kaynakça:
1) Artun Ali, “Sunuş / Dava Sanatı: Otonomi, Heteronomi ve Sanatın Siyaseti”
http://www.e-skop.com/skopdergi/sunus-dava-sanati-otonomi-heteronomi-ve-sanatin-siyaseti/3505
2) Çuhadar, Bahar. “Alican Yücesoy ile Söyleşi” http://www.radikal.com.tr/kultur/tiyatromuzda-kendi-devrimimizi-yaptik-1386432/
3) Saruhan, Ece “Alican Yücesoy ile Söyleşi” http://www.haberturk.com/magazin/fiskos/haber/1222617-eskiden-gecim-derdi-vardi-simdi-yasam-derdi-var
4) Alp, K. Özlem. “İlişkisel Estetik ve Kamusal Alan Bağlamında Sanatta Yeni Arayışlar” http://dergipark.gov.tr/download/article-file/228104
5) Aslankara, M. Sadık. “ Aynalı Küre; Seni Seviyorum Türkiye”,  http://www.tiyatrodergisi.com.tr/aynali-kureseni-seviyorum-turkiye.html
6) https://www.timeout.com/istanbul/tr/tiyatro/alican-yuecesoy-roeportaji
7) Kreft, Lev. “Sanatın Siyaseti ve Siyasetin Sanatı”. Sanat, Siyaset. Ed.: Ali Artun, İletişim Yayınları, İstanbul, 2011
8) Rancière, Jacques. “Estetiğin Huzursuzluğu”, İletişim Yayınevi, İstanbul, 2012
9) Çuhadar, Bahar. a.g.e.
10) Geven, Eda “Terör: İnsan Onuru mu, İnsan Hayatı mı?”
http://www.daimatiyatro.com/2018/03/teror-bakirkoy-belediye-tiyatrosu.html
11)Rancière, Jacques. “Özgürleşen Seyirci”, Metis Yayınları, İstanbul, 2010

 

0

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku