Salih Kalyon’la “Memleket Saat Ayarı”

Sadık Aslankara
3,6K Okunma

Kartta tek satırlık bir yazı: “Memleket Saat Ayarı – Salih Kalyon”, bu kadar. Bir oyun izleyeceksiniz, evet ama kim yazmış, yöneten kim göremiyor, hangi topluluk, adı, adresi ne öğrenemiyorsunuz.

Gerekli mi peki? 

Herhangi tiyatro oyununu izlemek üzere yola çıktığınızda bunları merak edebilirsiniz, ancak izledikten sonra sahnedeki oyuncu, sizde bunları ille sorma, öğrenme isteği uyandırmıyor, aklınızdan geçen sorular ânında uçuşuyorsa, eh o zaman yeterlidir bu bir çift söz, değil mi?

“Memleket Saat Ayarı – Salih Kalyon”.

Salih, neyi anlatıyor bu oyunda, anlattığı hikâyeyi nasıl bir biçemle sahnede somutlayıp sunuyor; bir yandan oyun içinde gezinirken bu açıdan da bakalım Salih Kalyon’un yazıp sahneye taşıdığı, sunduğu Memleket Saat Ayarı adlı tek kişilik gösteriye. 

Bilmeyenler ya da unutanlar için anımsatmış olayım; Salih salt bir oyuncu ya da yönetmen değil zaten, aynı zamanda yazar, deneyci, kurucu, örgütçü bir tiyatro sanatçısı. Kendi payıma her tiyatrocuya “tiyatro sanatçısı” demediğimi de ekleyeyim şuracıkta. O halde birlikte düşünüp, bunları da dayanak yapıp öyle yaklaşalım oyuna. 

Anadolu Çocuğunun Hikâyesi…

“Hikâye” derken yazınsal biçim anlamında “öykü”nün dışında tutuyorum terimi. Olaylar dizisinin anlatıldığı, paylaşıldığı, bu yolla bütüne varıldığı oyun / gösteri anlamında bir tiyatral aktarım olarak alınabilir sözcük. 

Salih Kalyon, Anadolu’nun ücrasında cumhuriyetin “Halkevleri” mucizesiyle tanışarak tiyatroya başlayan bir delikanlının hikâyesini biçimlendirip de giriyor gösterisine. 

Alçakgönüllü bir başlangıçla Salih Kalyon’u anlatıyormuş gibi görünse de bize hikâyesini naklettiği o yeniyetme delikanlı, Anadolu’da tiyatro yapmak için kolları sıvayıp olağanüstü çaba harcayan adsız sansız nice gençten biri aslında. Bir yolla halkevleri mucizesiyle tanışıyor bu gençlerin tümü, sonra da içlerinde yürek telaşıyla çırpınan oyuncuyu görüp sanat için körük çekmeye koyuluyorlar.

Derken bir ikinci mucize karışıyor bu ırmağa; Köy Enstitüleri. Buradan çıkan öğretmenlerle ülkenin bir ucundan öte ucuna taşınan aydınlanma her yana ışığını taşıyor. Halkevlerinde sanat için uğunan delikanlıların, daha da önünü açıyor bu rehberlik.

Ne var ki bu bize bir “hikâye” olarak aktarılmıyor, koltuklarımızda gösteriyi izlerken bunun böyle yaşandığını kavrıyoruz, böylelikle biz de oyuna karışıyor, satır aralarını doldurarak kendi oyunumuzu yazıyoruz bir bakıma.

Derken Anadolu çocuğu, tiyatromuzu biçimlendirenlerle buluşuyor. 

Tiyatromuzun Hikâyesi…

Geleneksel tiyatromuzu ötelemeden Rum, Ermeni, Türk önceki ustalardan el alarak Batı tarzı kavrayışla tiyatro yapan Arena’dan AST’a bir avuç genç deneycilerin yolu, bir turneyle Anadolu ücrasındaki delikanlılarla buluşuyor. 

Yeni bir aydınlanma daha çıkıyor mu ortaya? Böylelikle farklı bir hikâyenin daha içine giriyor seyirci. Aydınlanmanın tiyatromuza uzanışı, Türk tiyatrosunun yaşadığı savrulmalar, dönüşümler, bu uğurda kendi yaşamlarıyla birlikte tiyatromuza hayat veren Muhsin Ertuğrul’dan Asaf Çiyiltepe’ye adları anılması gereken her yaştan kahramanı yeniden tanıyoruz. Bir yeni hikâye daha kuruluyor çünkü sahnede. 

Gerek kendileriyle gerekse aynı hedefe doğru da olsa birbiriyle yarışarak tiyatro yapmaya girişenlerin verdiği kavga, tiyatromuzun düzeyini yükselten yoğun emek karınca sabrını, çıdamını ele veriyor kuşkusuz aynı zamanda. 

1950’lerden başlayıp 60’lar boyunca uzana yayıla genişleyerek tiyatromuzdaki o “altın yıllar”ı içine alan bu büyük sanatsal kavga sürerken ülkedeki siyasal iktidarlar da işin içine giriyor.  

Cumhuriyet aydınlanmasının öncüsü Atatürk’le ardılı Hasan Âli Yücel’in politikaları, ucun ucun erozyona uğratılıp koca ülke emperyalizme açık hale getiriliyor ne yazık ki. Satır aralarından yansıyan tiyatro mücadelesi artık memleket mücadelesine dönüşüyor. “Memleket Saat Ayarı” olgusu iyiden iyiye kendini gösteriyor. Bunlar da hikâye olarak aktarılmıyor elbette, biz yazıyoruz. 

Derken Anadolu çocuğu, tiyatroyla birlikte sanat kültür siyasasına dalıyor. 

Memleketimizin Hikâyesi

Memleketin, aydınlanmayla çakılan çivisi, kanırtılarak çıkarılmaya başlamıştır emperyalizmin yol göstericiliğinde. Buna bağlı saat ayarı da bozulmuştur artık. Tek kişiden tiyatroya, tiyatrodan tüm ülkeye perde perde çöken bir hazin hikâye kuşatacaktır sonunda seyirciyi. 

Seyirci olarak biz neresindeyiz bu oyunun, daha doğrusu memleketin?

İşte o zaman Salih’in, cumhuriyet çivisinin çakıldığı günlerle bunun sökülmeye uğraşıldığı günleri Memleket Saat Ayarı’yla karşılaştırma olanağı yaratmaya, seyirciyi yeniden aydınlanmaya dönüş hikâyesiyle buluşturmaya, insanımızı bilim, sanat temelinde bir araya getirmeye çalıştığı görülebiliyor. 

Bunu sahne plastiği bağlamında nasıl yansılıyor Salih oyuncu olarak?

Sahnede geleneksel bir meddahı değil yaptığı sunumla hikâyenin doğrudan odağına yönelik sahne plastiği kurmayı öngören modern bir oyuncuyu izliyoruz. Böylece tek kişilik gösterilerde genelde karşımıza çıkan meddah karakteri olarak ya da stendap / şovmen türüyle uyumlu ayaküzeri sunucu veya dramatik yoğrulmayla biçimlenen oyunculuk dışında, karşı karşıya oturmuşuz da bunları bize doğurtuyormuş havasında sunum getiriyor Salih. 

Bunun için alanı dar tutup, sahne gereçlerini dışta bırakarak, seyirciyi sahne eyleminden çok hikâyenin bütünü içine çekmeyi, bizi aslında kendi hikâyemizle buluşturmayı yeğliyor. Doğrusu iyi de yapıyor.

Mevsimin insanı sıcacık duygularla saran bu içten oyununu izleyin derim.

 

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku