Melike Belkıs Aydın yazdı…İhanet ile Sadakatin Kardeşliği: “Maskeliler”

editor

Sadakat borcu yoksa onun ihlaline de ihanet adı verilemez. Bir paranın iki yüzü gibi eşzamanlı ve varoluşsal olarak zorunlu bir birliktelikle, sadakat ve ihanet aynı olgunun iki yüzüdür. Nereden bakıldığına, sorumluluğunuzun kime olduğuna göre değişir. Batı Şeria’da İntifada sırasında Filistinli üç erkek kardeşin zeytinyağı tenekeleriyle dolu bir depodaki kavgalarını konu edinen İsrailli yazar Ilan Hatsor’un yazdığı “Maskeliler” memleket, kardeşlik, fedakarlık ve aileyi, sürekli ihanet-sadakat sınırında sorguluyor. İzleyici, tam kardeşlerden birini hain sandığı anda aslında bir başka şeye sadık olduğunu ayrımsayabiliyor. Filistin’e bağlılık, aileye ihanet; aileye sadakat ise Filistin’e ihanet oluyor. Sadakat ve ihanet aynı şeyin birbirini var eden yüzlerinin adına dönüşüyor. Ama bunu şöyle düşünmek gerekli, bir yazı tura oyunu gibi birbirinden ayrılamayan, birbirinin aynı olanın ikiye ayrılmış farklı görünümleri. Oyunda, bir ve tek olgunun iki farklı görünümü olarak kurgulanmış ihanet ve sadakat. Ayrılık sevdaya dahil demenin bir başka türü. 

“Maskeliler”, Eskişehir Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları’nca sahneleniyor. Ağabey Davut’u Sermet Yeşil, ortanca kardeş Naim’i Devrim Özder Akın, küçük kardeş Halit’i Emre Demirci canlandırıyor. Yönetmen Mert Kırlak, ışık tasarımı Ali Rıza Tekin, dekor tasarımında Aylin Önen yer alıyor. Oyunun müziklerini de Yiğit Dalgın yapmış. Dramaturg Şafak Özen, “Maskeliler” için coğrafya kaderdir döngüsünü kırmaya dönük bir adım olabileceğini söylüyor.

Oluşu tüm çelişkileriyle birlikte ele aldığı, onu parçalarına indirgemek yerine iyisi ve kötüsüyle bütünlüğü içinde gözler önüne serdiği için Maskeliler, diyalektik bir bakışı içselleştirmiş. İlişkileri, kimlikleri, konumları donmuş, bitmiş, tamamlanmış ve nihayete ermiş gibi değil de sonsuz devinimle akış içinde ve katmanlı yapısıyla görüyoruz. Kardeşlerden büyük olanı ilk elde sefih, zevk düşkünü ve bencil gibi görünse de oyun ilerledikçe iyi bir aile babası olmak isteyen, düşük yevmiyeli bir işçiye dönüşüyor. Sonra birden tüm kasabayı satan bir muhbir olduğunu yeniden anımsıyoruz, öte yandan küçük kardeşine içtenlikle üzüldüğünü görüyoruz. Ortanca kardeş yiğit bir özgürlük savaşçısıyken oyun ilerledikçe ağabeyini tuzağa düşürdüğünü ayrımsıyoruz. Güzelin az sonra çirkinleşeceği, sadık olanın birazdan ihanet edeceği, kardeşin düşmanlaşmaya hazır olduğu bir düzlemde, asli sorumluluğumuzun kime olması gerektiğini düşünürken buluyoruz kendimizi. 

Üçü de birbirinin karşıtı üç erkek kardeş, kardeşlik mitini yeniden sorguluyor. Üç kardeş de çocukluklarından beri birbirlerinin tam karşıtı reflekslerle yaşamlarını sürdürmüşler. Davut fırsatçı, Naim kavgacı, Halit telkine açık. Kutsal kitaplardan mitolojilere kardeşlik bağı sorunsuz, sürtünmesiz bir zeminde çıkılan yol değil hiçbir zaman. İlk kavga ve ilk kan dökmenin iki kardeş arasında geçtiği İbrahimi dinler, “Maskeliler”in geçtiği topraklarda ortaya çıktığından, kavganın ve ihanetin neden kardeşler arasında kurgulandığı anlaşılıyor. Kardeşler arasındaki bu gerilimin izleyiciye bu kadar tanıdık gelmesi Sermet Yeşil, Devrim Özder Akın ve Emre Demirci’nin doğallığından kaynaklanıyor. 

Oyun, savaşın sıradan insanların hayatlarının tam ortasına nasıl müdahale ettiği, onların etini ve kanını kullandığı gerçeğiyle yüzleştiriyor izleyiciyi. Savaş insanları hem birer fail ve özneye dönüştürüyor, hem de coğrafya kaderse özneleri de apaçık kader kurbanları haline getiriyor. Kimse mutlak sorumlu ve sorumsuz değil. Savaşın etkilerine bulaşmadan yaşayabilmek köydeki kimse için mümkün değil. Naim kendi hayatını ve küçük kardeşini Filistin için feda edebilirken, Davut Filistin’i karısı ve çocukları için gözden çıkarır. Kahramanlık söylemlerinin küçük adamın yaşamına uzak düşmesine anlayış gösterebiliyoruz. Bir seçim yapmak zorunda bırakılmadan kimsenin yanlış yapması mümkün olmaz, kendisine hiçbir soru sorulmayan kimse yanlış yanıtı verme tehlikesini yaşamaz. Davut da Naim de kendilerine sorulan sorulara aslında doğru yanıtı veremeyen iki kardeş. Ama kimse onlara bu sorular hiç sorulmasaydı, böylesi bir savaşın ortasına bırakılmasalardı ne yapacaklarını, kardeşliklerinin nereye evrileceğini bilemez. Belki de Akdeniz’in doğu kıyısında değil de Kuzey Denizi’nin kıyısında doğsalardı en büyük kavgaları nereden bir yazlık alabilecekleri olabilirdi. 

İnsanlık temsilini üç erkek kardeşle sınırlaması “Maskeliler”in eleştirilebilir yanı. Kardeşlerden biri bir kadın olsa, tüm çelişkileriyle temsil edilecek insanlığın kadınları da kapsadığını görebilirdik. Savaşın tahribatını insanlığı temsil eden kadınlarla da anlatabilmek mümkün. Savaşlar sadece sert erkeklerin yaşamlarında acılı sonuçlar bırakmaz aslında. Savaşa ilişkin soruların tek ilgilisi de erkekler değil  elbette. 

Oyunun dekoru çok etkileyici. Üç kardeşin toplandığı deponun zeytinyağı tenekeleriyle dolu ve deponun duvarında eprimiş kocaman bir Arafat posteri var. Özgün oyunda ise üç kardeş etlerin sarktığı, kanların damladığı bir kesimhanede toplanıyorlar. Yani mekan kardeş kavgasıyla eş düzlemde seçilmiş. Oysa Eskişehir’deki temsilde kardeşlerin toplandıkları yerde et ve kan yok. Bu yönetmen Mert Kırlak’ın yeğlediği bir değişiklik ve çok anlamlı. Akdeniz’in sıcaklığı izleyici koltuğunda teninize değiyor. Benim için iki önemli anlamı var Kırlak’ın bu seçiminin. İlki, zeytin ve zeytin yağı sömürülen toprakların bereketini de anımsatıyor. İkincisi de kutsal kitaplarda üzerine and içilen zeytin, yatıştırıcılığıyla ev sahibi oluyor, kavgalarına kapılmış üç kardeş ise zeytinin konukları. Belki de bunu hiç akıldan çıkarmamak gerek, ev sahiplerimiz ağaçlar. Bir görünüp bir kaybolan biziz. 

MELİKE BELKIS AYDIN

1

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku