GalataPerform, “kendine özgülük” anlayışının ödün vermez ardılı konumuyla, buna sıkı sıkıya sarılmış halde yeni sahne çalışmasına imza atıp seyircisine somut görünürlüklerinden birini daha sunmuş oldu: Medea’ya Göre Ahlak.
Athena Farrokhzad’ın kaleme aldığı, Yeşim Özsoy’un Ali arda çevirisiyle Ferdi Çetin dramaturjisinden kalkarak sahneye taşıdığı Medea’ya Göre Ahlak, topluluğun oyun dağarı içinde örneğine pek çok kez rastladığımız, ancak her seferinde yeni biçem, farklı işlemeyle önümüze gelen sorgulayıcı-kışkırtıcı yapısıyla bizi, böylesi sorunsalın tam anlamıyla bir kez daha göbeğine çekiyor denebilir.
Dramatik açıdan olgusalla kurgusal boyutu çakıştırıp hız kazanma çizgisinde ilerleyen oyun, “Medea” karakteri aracılığıyla mitolojik-tarihsel zaman, “ahlak” kavramı aracılığıyla gündelik-kavramsal alan zıtlıklarından pay alırken bu yönde olağanüstü ivme kazanıp seyirciyi de kıskıvrak yakalamayı başarıyor.
Şimdi bir öznel bakışla bu örneklem üzerinden oyunu ele alıp bütün bunları yeni baştan kurmaya girişelim şimdi…
Mitik Kişilik Olarak “Medea”nın İşlevi…
Mitsel kahramanlar ya da karakterler, olgusal olanın kurgu boyutunda aynaya yansımış gösterenleri bağlamında alınabilir. Bu durumda Medea, aynanın sırıdır, gerçek olan sırdır, dıştan bakıldığında görünen yüz konumundaki Medea, olsa olsa eğretilemedir, o kadar.
Yeşim Özsoy, yönetmen olarak bu ikizil düzeyi sürekli göz önünde tutarken aynı zamanda oyunu da bu doğrultuda kaydırıp geliştiriyor. Oyun da söz konusu mitik evrende, buna bağlı ama sisler içinde Medea’nın doğrudan varlığını koyup dayatmasıyla açılırken, karşıt duruşu yansılayan Adam karakteri de toplumu ele veren somut bir “eril” simge haline getiriliyor. Medea, dişil varlık olsa da hem yaratıcıdır hem de her yaratıcıda gözlendiğince yok edicidir aynı zamanda. Zaten “Ahlak”, ikili arasında işte bu boyutta gidip gelecektir sürekli.
Kavramsal olarak, “etik” anlamda felsefi ahlakla, kişinin gündelik çıkarı doğrultusunda biçimlendirip kendisine özgü kıldığı öznel ahlak, işte bu anlamda sürekli çatışma içinde görünecektir kaçınılmaz biçimde. Melih Cevdet Anday’ın “Tanrı” ve “din / inanç” kavramları üzerinde dururken, toplumsal yaşamda bu iki kavramın altının çizilip birbirinden ayırt edilemeyişine hayıflandığını söylemesi boşuna değil. Oyun, söz konusu kavramları birbirine karşı açığa çıkarıp birbirinin göstereni yaptığı için de doğrusu bu açıdan önemli.
O halde oyun bu mitik evren aracılığıyla bir yandan aynanın yansıttığı sıra, öte yandan mistik artalana da kapı aralayabiliyor demektir bir biçimde.
Kural ya da Kuralsızlık: Ahlakın Ahlaksızlığı…
Medea’nın yaratması ve yok etmesi kavrayışının, dişil bir eğretileme üzerine yapılandırılmış görünse de, aslında kişinin yakın çıkarının korunmaya alınması, bu amaçla ötekinin yoksanması anlayışına yaslandığı açıktır. Buna göre Medea, öyle davranmaya zorunludur, yoksaması kadar varsaması da hep görecedir, bu nedenle yaşanan, açıkça bir ahlakın ahlaksızlığı örgüsü, bilindik biçimiyle ahlakın ahlaksızlığıdır.
Mitik düzlemdeki Medea karakteri üzerinden görece de olsa bir “ahlak” koymak gereksizdir, çünkü konulan bütün ahlak edimleri, sonuçta ahlaksızlıkla örtüşecektir. Çünkü hiçbir ahlak normu, genel geçerlik getiremeyecektir. Eril ahlak, istediği denli sorgulayıcı-kışkırtıcı tutum sergilesin, bunların hiçbiri Medea’ya göre bir gerçeklik payına sahip değildir. Yaratıcı olan dişil varlık Medea’dır, o halde kuralı ancak o koyabilir, bu, bir tür ahlaksızlık da olsa.
Öyleyse ahlak, salt yaratıcı varlık tarafından ortaya konan bir kurallar ağıdır, bu kadar. Toplumda gündelik ahlak anlamında tanıtılıp herkese belletilen aslında eril ahlak kastından başka bir şey olmasa gerek. Bu yüzdendir ki Medea için, ahlakın yoksanmasından daha doğal bir tutum olamaz.
Böylelikle oyun bizi, egemenin erkiyle örtüşen, bu erk yönünde biçimlendirilip yapılandırılan ahlakın önüne çıkaracak, apaçık bir siyasal tutum takınmaya çağıracaktır.
Yeşim Özsoy, oyunu bu yönde geliştirirken somutlamanın aracı halinde kurduğu yaratıcı sahne plastiğiyle bunu görünürleştiriyor bir bakıma.
Oyundaki Kavramsallaştırma İdeali…
Medea’ya Göre Ahlak, sonuçta bizi işte böylesi bir kavramsallaştırmanın önüne çıkarıyor. Ötekileştirirken, kadına, çocuğa olmadık eziyet cefa çektirirken hiç kimse “ahlak”tan söz edemez. Nitekim Euripides’in klasik çağda Medea’yla bu ya da benzer sorunsallar odağında düşünsel silkelemeler yaratıp çağında irkilmeler uyandırması da böyle bir kavramsal temele yaslandığını gösteriyor.
Ahlak, egemen erkin, halklara gösterdiği birer sopadır, taştır, olmadı, herkesi etkileyeceği birer kitaptır anıt halinde ortaya koymuş göründüğü, adeta şapkadan tavşan çıkarırcasına, bunu ahlak diye yutturmaya çalışarak.
Ahlak, güçlünün güçsüze dönük bir “çökme” eylemidir de denebilir bunun için. Oyun, bize bunu algılatırken başarılı sahne plastiğiyle işleyip kavramsal yolu göstererek de dikkat çekici yükseklik sergiliyor. Yeşim Özsoy, salt kendisiyle yarışan, hep bunu öne alan tutumla yine göz doldurmayı başardığı bir sahne çalışmasıyla seyirciyi selamlıyor. Bu yolu döşerken kendisine müzikte Gökçe Uygun, koreografide Tuğçe Tuna, sahne-giysi tasarımında Melis Hafızoğlu, ışık tasarımında Ayşe Sedef Ayter, Yeşim Özsoy’un koluna girerek birlikte sürdürülen bir yolun önünü açıyor.
Şenay Gürler’in inatçı, kararlı mitik “dişil” karakterin diklenişinde, Özgün Çoban’ın hep baskın çıkmaya alışmış, hot zotçu “eril” erkin “efendiliği”nde bununla birebir örtüşen oyunculuklarının altını çizerek bitireyim yazıyı.
Ekip, kavramsallaştırmanın yansıtımını da birlikte somutluyor sahnede.
SADIK ASLANKARA