“Sanat Adına Üretim Meslek Değildir”

Kımız Zeynep Bozkır

Sanat adına üretim yapmak, ortaya çıkan ürünlerin topluma sunularak dışsal bir değer, bir katkı üretimiyle ilgili olduğu kadar sanatçının bu üretim sürecinde kendisine de çok şey katan bir içsel üretim sürecini ifade eder; ama  üretimle ilişkili olması onu bir “meslek” yapmaz. 

Sanatçının eğitimi, aldığı diplomalar ya da usta çırak ilişkisi üzerinden olumlamalar (alaylılık) bir yola çıkış belgesidir. Yolun nereye taşıyacağı ise; sanatçının duruş, edim ve üretimleriyle şekillenir. İşte tam da bu yüzden, özgür ve algıları açık, toplumu izleyebilen, hayatın aksaklıklarını da güzelliklerini de gözlemleyebilen ve yorumlayabilen biri olmalıdır sanat insanı… 

Tam da bu nedenle, “bu benim işim, mesleğim” diyerek, salt kendisine dönük bakamaz meseleye sanatçı. 

“E o zaman nasıl yaşasın sanatçı?” dediğinizi duyar gibiyim… Her şeyden önce, sanatçıların asgari yaşam koşulları ve sosyal güvenceleri, kendisini sosyal devlet olarak tanımlayan ve yurttaşlarına eğitim, sağlık, güvenlik, adalet vb. sağlamakla mükellef olan devlet tarafından karşılanmalıdır. 

Öte yandandan, sanatçılar, kendi üretimlerini ne “geçim derdi”, ne de “kâr etme güdüsü” ile değerlendirmelidir. Aslında bu durum, doktor, öğretmen, mühendis, avukat vb. için de böyledir. Çünkü eyledikleri ve eyleyeceklerini 24 saat kafalarında ve vicdanlarında taşırlar. Eylerken, çalışırken, üretirken de mesai saati kavramına rağmen, her an hazırdırlar;  vakitsiz ve hesapsız çalışmaya… Ama bu meslek sahipleri somut, kuralları belli olan bir çalışma sistematiğine “mahkûm” oldukları için kategorize olurlar ve yaptıkları işin adı “meslek” olarak nitelendirilir.  

Sanat ise “özgür” düşünce ve “yaratıcı” üretimle ilgili bir eyleyiştir; bu yüzden “meslek” olarak tanımlanamaz. 

Ayrıca, her türden mesleki alanda üretimin “ticarileşleşmesi”, avukat, doktor, öğretmen gibi meslek sahipleri için nasıl “ontolojik” bir tehlike yaratırsa, benzer biçimde sanatsal üretim de “popülizme, piyasaya” ve günlük üretim derdine düştüğünde değer kaybeder, sığlaşır, toplumun gerisine düşer ve kendisi olmaktan çıkar.

Dahası, sanatsal üretimin metalaşması ve ticarileşmesi sadece doğasına aykırı değildir; sanatsal ürünlerin değeri ve sanat emeği piyasa ekonomisinde ancak bir avuç sanat insanına ve çoğu kere geçici bir varsıllaşma sağlar. Olan sanata olur; sanatçı piyasaya adapte olmak için emeğini ucuza, üretimlerini pahallı satma kaygısına girer. Bu piyasacı yaklaşım sanatçıyı kendisi yapan  en değerli niteliği olan “özgürlüğünden” eder. Piyasa, sanatçıyı sermaye gruplarıyla ve siyasi otoriteyle arasını iyi tutmaya, sermayeyi hoş tutmaya, giderek ısmarlama üretimlere, sansüre boyun eğmeye ve otosansürü içselleştirmeye yöneltir.

Sanatını piyasa koşullarına odaklayan sanat insanı, isnatsız ve mesnetsiz bir yarışla hem içindeki “sanatçıyı” boğar hem de daha vahimi “insani değerlerini” yitirir.  Çok para kazanmayı başaran istisnai bir sanat insanı olsa da, tarihsel misyonunu harcamıştır; yeteneğini, çabasını “meslek” diye kategorize ettiğinden, tekdüze ama konformist bir hayatın sıkıntılı-tatminsiz insanıdır artık… 

Piyasaya yetenek olarak zayıf girenler de vardır ki, onlar çaba-bilgi-emekle geliştirebilecekleri yönleri kendilerini terkedince, kısa zamanda ya tükenir ya da rutine uyum sağlar “fabrikasyon” çalışırlar.

İşte tam bu noktada, “amatör” (Kelime Fransızca amour kökünden gelir, aşkla üreten demektir) sözcüğünü anımsamakta yarar var. Amatör sanat insanları çoğunlukla çalışan, yetişkin ya da öğrencilerdir. Deneysel çalışmalar yapar, didikler, toplumsal olanın da, alternatif olanın da peşine düşerler, değerli olan ama maddi getirisi çok olamayacak olanı- da- üretir ve sergilerler. Amatörler, ekonomik beklentileri olmadan sanat üretmek isteyenlerdir ve bu yüzden kıymetlidirler. 

Aralarında uzun yıllardır sanatla hemhâl oldukları halde tam zamanlı başka işlerde çalışanlar da vardır, sanat eğitiminden geçmiş, ancak sanatı ve sanatçıyı önemsemeyen ya da ticarileştiren toplumlarda yaşadıkları maddi kaygılar dolayısıyla farklı işler yapan sanat insanları da. 

Amatör kavramını, yeni başlayan, acemi, hobi yapan olarak kullanmıyorum; gerçek anlamıyla; yani, “beklentisiz”, “aşkla üreten-gönüllü” olma anlamında kullanıyorum. Tabii ki yeni başlayan, acemi ya da sanatsal faaliyete vakit ayıran herkes sanat yoluna çıkmıştır ve onların yolculuğu da kıymetlidir sanat adına…

Nitekim, başlangıçta da söylediğim gibi, sanat üretimi bir edimdir, iştir, eyleyiştir ama “meslek” olamaz, “kategorize” edilemez. Yukarıda saydığım nedenlerden dolayı, sanatsal eyleyiş için yola çıkan dernek, klüp, proje toplulukları, gönüllü ve amatör yapılar çok kıymetli ve vazgeçilemezdir. Bu yapılar, özellikle sanatı değersizleştiren, ticarileştiren ülkelerde ve sanatın otorite tarafından kuşatıldığı tarihsel dönemlerde, taşıyıcı, çoğaltıcı, güçlendirici yapılar olagelmişlerdir. Tüm dünyada ve ülkemizde amatör yapıların sanat için “vazgeçilmez” yanları tam da budur: Onlar, her koşulda sanat insanlarını ve sanatı koruyup geleceğe taşırlar… 

Amatör ruhu ve amatör yapıları hor görenler ise, ya “kategorize olmanın riskini” fark edemeyen “aymazlar” ya da sanatsal üretimlerini “ticari heveslerine” kurban ederek kendilerini tatmin eden “tüccarlar” olabilir.

KIMIZ BOZKIR

Bağımsız Tiyatro Birliği Başkanı 

4

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku