Hakan Güven: “Amerikalı Faşist Polisin Dizi Gibi Gırtlağımıza Çöküldü; Nefes Alamıyoruz!”

Yavuz Pak
5,9K Okunma

Dünyayı sarsan koronavirüs salgını 11 Mart itibarıyla “resmen” ülkemize de giriş yaparak ekonomiden toplumsal yaşama, politikadan sanata yaşamın tüm alanlarını sarstı. Seyirci ve sahnelenen oyun sayılarının ivmelendiği bir sezonunun bitimine daha aylar varken, salgın nedeniyle birdenbire tiyatrolar kapandı; tiyatrocular da seyircileriyle birlikte evlerine kapanarak ne zaman biteceği bilinmeyen bir karabasanın içinde buldular kendilerini…

Büyük bölümü prekarya koşullarında (sigortasız, esnek mesai saatleri, yevmiye usulü çalışma, süreksiz ve düşük gelirli işler) yaşayan tiyatro emekçileri, kendi yağında kavrulmaya çalışan özel tiyatrolar, bodrum katlarındaki sahnelerinde bir sonraki oyunlarının bütçesini denkleştirmeye çabalayan  bağımsız tiyatrolar… Oyuncusundan kostümcüsüne, ışıkçısından dekorcusuna kadar binlerce tiyatro emekçisi bu salgınla birlikte çok ciddi ekonomik sorunlarla yüzyüze kaldılar…

Tiyatro… Tiyatro… Dergisi olarak, içinden geçtiğimiz pandemi sürecinde tiyatroların yaşadığı somut, maddi sorunları yansıtmak ve tiyatrocuların bu sorunlar ve çözüm önerileriyle ilgili görüşlerini kamuoyu ile paylaşmak amacıyla Pandemi Sürecinde Tiyatrolar” başlıklı bir söyleşi dizisi başlattık.

Bugünkü konuğumuz, Ankara Sanat Tiyatrosu’ndan Hakan Güven…

Yavuz Pak: Tiyatronuzun ekonomik yapısı koronavirüs salgınından nasıl etkilendi? Sürecin olumsuz etkilerini telafi etmek için neler yapmayı düşünüyorsunuz? Son birkaç sezondur tiyatroda yaşanan nicel büyüme, maddi anlamda tiyatronuzu bu türden olağanüstü süreçlere karşı dayanıklı kılacak kadar etkili oldu mu? Sizce tiyatro emekçileri bu sürecin yaratacağı ekonomik depremden nasıl korunabilir? 

Hakan Güven: Ankara Sanat Tiyatro’sunun, yaşamı boyunca nefes almasını zorlaştıracak etkenlerin başında salgın gelmiyor. Kurulduğu günden bugüne kadar birçok engebeli, taşlı yollardan geçerek ülkenin tiyatro tarihinde yolculuk yapmış, günümüzde de perdelerini açabilen bir “kilometre taşıdır AST”.

12 Mart, 12 Eylül, grevler, keyfi yasaklamalar ve engellemeler… Cüneyt Arkın’ın 30 kurşun yiyip, hala ayakta kaldığı filmlerdeki haline benzetebiliriz, “AST”ı. Her dönem çekilen acıların trajikomik anılarına şimdi bir tebessümle bakmak bizim gibi insanlara yakışır diye düşünüyorum.

İşte tiyatromuzun bu taşlı tozlu yolunda bir engel daha çıktı karşımıza: CORONA, görünmez düşman. Onca badire atlatılmış, “politik tiyatro” yapmanın gereği bedeller ödenmiş, acılar çekilmiş, her şeye rağmen perdesini kapatmamış bir tiyatro, bu görünmez düşmana nasıl karşı koyabilir? Bu görünmez düşman, sadece bizim değil tüm dünyanın başına bela olmuşken… Binlerce insanın canını almış ve almaya devam ederken… Yanı başınızdakiler, dostunuz, arkadaşlarınız, tanımadığınız ama her gün sokakta selamlaştığınız insanlar can çekişirken “ne olacak tiyatroların hali?” demek insanın içini acıtıyor tabii.

Yavuz Pak: Koronavirüs felaketinin, ekonomiden politikaya, sağlıktan eğitime toplumsal yaşamın pek çok alanında köklü değişimlerin önünü açacağı, dünyanın eskisi gibi olmayacağı söyleniyor. Sizce, bu süreç, Türkiye’nin -tiyatro alanında sübvansiyonları belirleyen- kültür politikalarında, ya da daha genel anlamda devlet-tiyatro ilişkisinde bir değişimin başlangıcı olabilir mi? 

Hakan Güven: Bu salgından, tepeden inme bir iyilik beklemek -en hafif tabiri ile- “safdillik” olur. Köklü değişimlerin olması muhtemel ancak bunun gününü kurtarmak için güvencesiz, gelecek beklentisi olmaksızın, soluk almadan çalışan, her an adaletsizlik ve eşitsizliklere maruz kalan yığınlarca insanın lehine olacağını beklemek mümkün değil. Durum böyleyken “devlet-tiyatro ilişkisinde” de nasıl bir değişim beklenebilir. Bu ancak gerçekliği görmezden gelen bir beklenti olabilir.

Hükümetin kültür politikaları zaten bir sözü olan özel tiyatrolara “üvey evlat” muamelesinde çizgisini bozmamış. Kalıcı çözüm olarak, vergiden muafiyet, kira yardımı, sigortalı elemana maaş desteği, oyun prodüksiyon desteği, her oyuna belli sayıda bilet alma, elektrik, su, doğalgaz faturalarında indirim yapılmalı. Ancak ağızlara bir parmak bal çalıp, her sene “özel tiyatrolara yardım” başlığı altında ayırdığı devede kulak bütçeyi 100 kuruştan, 120 kuruşa çıkartması bazı çevrelerde sevinç yaratırken; hastanın 2-3 ay daha yaşamasını sağlamaktan başka bir şey olmuyor.

(A)NORMALLEŞME SÜRECİNDE özel tiyatro salonlarının açılmasıyla insanların böyle bir kaotik ortamdan sıyrılıp bir oyun izleyelim de, kafamız dağılsın diyerek salonlara koşacağını sanmıyorum. Bu sürecin özel tiyatrolar için çok sancılı geçeceğine dair (uzman, bilim adamlarından) görüşler hakim.

Salonlar açılacak, 300-400 kişilik salonlara 50 kişi alınacak gibi “zihni sinir projeleriyle” oyalama taktiği geliştirerek bir lütufta bulunmaları gerçekten sinir bozuyor.

Yavuz Pak: Salgın sürecinde tüm topluma evde kalınması salık verilirken, milyonlarca işçi, emekçi hastalık riskiyle sokağa çıkarak çalışmak durumunda kaldı. Bu durum, ekonomik tercihler kadar, meslek örgütlerinin ve sendikaların zayıflığı olarak yorumlandı. Sizce, koronavirüs süreci tiyatrolar ve tiyatrocular için, asgari müştereklerde buluşmayı ve mesleki dayanışmayı inşa ederek sorunlarının çözümü için bir örgütlü bir mücadele vermenin önünü açabilir mi? 

Hakan Güven: Yıllardır sanatı kendi çizdiği kalemle tanımlayanlar, bilgiyi, emeği, liyakati yok saydılar. AST, yedi yıldır hiçbir gerekçe gösterilmeden devletin tiyatrolara yaptığı desteği alamıyor. Salgın, her alanda yaşanan pek çok sıkıntıyı görünür kıldı.

Bu görünürlüğün, “dayanışma ve birlikte mücadele” etmenin önünü açması tek ve en büyük kazanımımız olur. Bu anlamda dayanışmayı önemsiyoruz.

Yavuz Pak: Tiyatronun asal bileşeni olan “seyirciye”, bugün zor durumda olan diğer asal bileşenini temsil eden bir “oyuncu” olarak ne söylemek istersiniz? 

Hakan Güven: Kendimizi seyircimizden ayrıcalıklı bir pozisyonda görmüyoruz. “Zorluklar” AST seyircisi için de son derece yakıcı.

Özel tiyatro sanatçıları zor durumda, tiyatro salonları zor durumda, teknik personel zor durumda ve tüm bunları göğüslesek bile seyirci yok.

Amerikalı faşist polisin dizi gibi gırtlağımıza çöküldü; “Nefes alamıyoruz!”

Diyanetin bütçesi, sağlığa, eğitime, sanata ayrılan bütçenin bilmem kaç katı olduğu için; “Nefes Alamıyoruz!”

İnsana faydası olmayan dev projelere milyonlar aktarıldığı, doğmamış çocuklarımıza kadar borçlandırıldığımız için; “Nefes Alamıyoruz!”

Ali İhsan, Berkin Elvan, Dilek Doğan ve daha nicelerinin katilleri serbest dolaştığı için; “Nefes Alamıyoruz!”

Daha geçtiğimiz hafta içinde bulunan toplu mezarlardaki insan kemikleri ve faili meçhul cinayetler için; “Nefes Alamıyoruz!”

Adalet sistemi çöktüğü için; “Nefes Alamıyoruz!”

Ne kadar hayatta kalacakları belli olmayan özel tiyatrolar için; “Nefes Alamıyoruz!”

Yavuz Pak: Çok teşekkürler…

Hakan Güven: Ben teşekkür ederim…

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku