Sosyal Mesafeli Tiyatro Neye Benzeyebilir?

editor
2,6K Okunma

Alice Saville tarafından kaleme alınan ve Emre Çakman’ın dilimize çevirdiği bu yazı maptoutopia.com’da yayımlanmıştır.

Sosyal Mesafeli Tiyatro Neye Benzeyebilir?

Cameron Mackintosh[1] West End’in 2021’e kadar açılmayacağını söyledi. American Theatre’da yayınlanan bir makale[2] ise insanların -mümkün olacağı zamanlarda bile- kalabalık salonlara girmeye tereddütle yaklaşacağından bahsediyor. Tiyatronun, seyircisinin üstüne çöken bu korkuyu sosyal mesafeli bir “yeni normal” anlayışla, salonun üçte birini doldurmuş seyirciye oynanacak meşhur tiratlar ya da kazanç garantili yapımlarla yatıştıracağı yönünde söylentiler var. Onca ‘her şey dahil’ yaratıcı alternatif dururken, tedbir amaçlı, hüzünlü bir uzlaşma olarak kalmadığı sürece tirada da itirazım yok elbette.

Ya tiyatro bu durumu bir atılım fırsatı olarak görürse? Önce denemek mi gerekir? Ya bu bahsettiğimizi yıllardır birçok deneysel tiyatrocu devasa platformlarda kanlı canlı bir şekilde deniyorsa? İşte size önümüzdeki aylar ya da yıllar içinde tiyatronun karşımıza nasıl çıkacağı konusunda birkaç alternatif görüş. Bu örnekler yaşam mücadelesi veren büyük salonların ekonomik açığını kapatmayacaktır fakat gelecekteki tiyatro seyircisi için, tiyatronun her ne pahasına olursa olsun ileriyi gören, yerel, yıkıcı, dolaysız bir sanat olarak korunmaya değer olduğunun bir göstergesi olacaktır.

Arabalı Tiyatro… (ama arabasız olanından)

Almanya[3] ve İrlanda’da[4] insanlar bunu zaten bir süredir deniyor. Onlara bol şans dilerim. ENO[5], Drive&Live[6] adında bir dizi canlı mini opera serisi başlattı bile. Yollardaki trafik sıkışıklığının azalması karantina günlerinin nadir olumlu etkilerinden biri olarak görülse de genç ve kentli seyirci için araç sahibi olma ihtimali hala düşük. Tam da bu yüzden, neden bisikletlilerin, tekerlekli sandalye kullananların gidebileceği, her seyirci için pleksiden yapılmış saydam odacıklara ayrılmış bir açık hava tiyatrosu olmasın?

Terk edilmiş otoparklar, boş araziler, arsalar ve doğal alanlarda tiyatro

Evet, anlıyorum, alanın saydam plastikle porsiyonlara ayrıldığı her şey biraz distopik görünüyor. O halde yayılmaya ne dersiniz? Tiyatro, seyircinin genellikle omuz omuza tıkıştığı bir yapıdır fakat kulaklıklar sayesinde seyirciler sahnede neler olduğunu rahatlıkla duyabilir – Slung Low’un bir limanda sahneledikleri The White Whale (Beyaz Balina)[7] adlı oyunda olduğu gibi. Seyircinin içinde duracağı ya da oturacağı alanları belirleyebilir ve onlara kulaklık verebilirsiniz. Bu sayede aksiyonu -normal mesafede duyacaklarından- daha iyi duyabilirler. Belki aksiyonu görsel olarak büyütmek için de konser stili dev ekranlar kullanabilirsiniz…

Seyircinin yerleşim yerlerinden uzak, özellikle belirlenmiş noktalara götürüldüğü ve kayalık bir çıkıntının üstündeki performansın izlenebilmesi için katılımcılara dürbün dağıtılan bir tiyatro

Sarp yeryüzü şekillerine bir karşılık mahiyetindeki şaşırtıcı dans performanslarının sahnelendiği[8] PINA filmi, Pina Bausch’un doğadan ilham alan koreografisine bir saygı duruşunda bulunur: Yalnız bir dansçının, kırılgan fakat öfkeyle hareket eden bedeni sonsuzluğa uzanan kayalara karşı çıkar. Belki de şimdi, seyircilerin, onlara verdiğiniz pusula ve haritalar yardımıyla yollarını buldukları, dik bir uçurumun kenarında bulutlar dağılırken beliren bir dansçıyı izleyecekleri bir yeniden üretim vaktidir. İzlerken kuşların sesini dinleyebilir, yanlarında getirdikleri atıştırmalıkları yerken ambalajlarını diledikleri gibi hışırdatabilirler.

Süregiden performanslar (dilimli zamanlarda)

2020 LIFT Festival’de Ruth Wilson’ın Second Woman adlı performansı da yer alacaktı.[9] Karşısında sürekli değişen erkek oyuncuların biriken duygusal ağırlığıyla, 24 saat boyunca aynı sahneyi tekrar tekrar oynayacaktı. LIFT’te seyirciler dilerse bütün gösteriyi izlemek için kalabilir ya da -sosyal mesafe çağına en uygun şekliyle- belirli bir zaman aralığı seçebilirdi. Böylelikle seyirci izdihamı yaşanmaz ve süregiden bir performans için hem rahatlatıcı hem de -o an orada olmasanız da- meydan okuyan bir tavır olurdu; Hester Chillingworth’un The Caretaker’ında[10] olduğu gibi: Royal Court Salonu’ndaki sürekli erişilebilir enstalasyon / canlı yayın.

Ayakta izlenebilen ve bölgeye özel tiyatro

Tiyatro biçimleri arasında en dayanıklısı ve devlet yönetimlerinin “parkta virüs kapmazsınız” sözlerinden en çok faydalanan tür olan “bahçede oynanan Shakespeare Oyunları”nı ne tür bir küresel felaket yok edebilir bilemiyorum fakat bölgeye özel ve ayakta izlenebilen oyunlar hem sosyal mesafe hem de ilgi çekici girişimler için oldukça uygun. Shoreditch Town Hall’da sahnelenen Pullman’ın Grimm Tales’i, seyirciyi küçük gruplara ayırıp onlara tiyatronun yeraltı odalarında dolanma fırsatı vererek, her bir mekanı masallardaki rahatsız edici detaylara fon olarak kullandı.

Sınırları enstalasyonla iç içe geçen tiyatro

Canlı oyuncular olmadan tiyatro deneyimi oluşturma konusunda mekan ve ses tasarımının payı oldukça büyük. Enda Walsh’un Rooms[11] adlı idealist ve gittikçe büyüyen çalışması, konteynerlerin soğuk mutfaklara ya da ışıltılı banyolara dönüştürüldüğü bir proje. Seyirciler her alanı 4 kişilik gruplar halinde diledikleri şekilde keşfedebilir, önceden kaydedilmiş monologlarla can bulan oda sakinlerini tanıyabilir: konuşma ritimlerinden parfümlerinin kokusuna, hatta ayak izlerine kadar.

Ayağınıza kadar gelen tiyatro

Kraliyet zamanlarında “gezici tiyatrolar” oyunlarını oynamak için bir köyden diğerine kilometrelerce yürürdü. Günümüz insanlarının ayakları daha hassas fakat çarçabuk bir platforma dönüşen ve içi oyuncu dolu bir kamyonetle de buna benzer şeyler yapabilirsiniz. Kafa mikrofonlarının sinyalleri sihirli bir şekilde evlerdeki radyoya bağlanan oyuncuları duymak ve görmek için herkes perdesini akşamüstü tam 07.30’da açacak. (Tabii, gösteriyi onaylamayan apartman yöneticisi dışında.)

Tesadüfen tiyatro

Tiyatroda en nefret ettiğim şey, Orta Çağ sınıf sistemi benzeri; zenginlerin iyi bir görüş ve bacak mesafesine sahip olduğu, kasabalıların ise çatıdaki sivri kiriş çıkıntılarına oturmak zorunda kaldığı sistemdir. İncelikli bir şekilde tasarlanmış bu demokratik örnekte herkes bir bilet satın alır. Bilet alan herkese, oyunu izleyebilmeleri için bağlantı içeren bir elektronik posta gönderilir fakat yalnızca bir şanslı aile penceresinin hemen dışındaki kaldırımda bisikletlerini zincirleyip, çöp kutusu, begonyalar ve ne olduğuna anlam veremeyen koşucular arasında oyununu oynayan oyuncuları fark edecektir.

Seyirciyi oyuncuya dönüştüren tiyatro

Bir grup yakın tarihli tiyatro oyununda, seyirciyi oyuna dahil olmaya cesaretlendirmek ya da ikna etmek için zarfların içine gizlenmiş yönergeler kullanılıyordu. Jamal Harewood’un The Privileged ya da Christopher Green’in No Show adlı oyunlarında olduğu gibi, seyircinin sahnenin kucağına ne kadar da çabuk atladığını, geceyi yönetmeye veya tanımadıkları bir el tarafından onlar için hazırlanmış yapıyla boğuşmaya ne kadar da hazır olduklarını görmek inanılmaz. Su basmış banyolarında tam teşekküllü bir Penzance Korsanları sahnelenemese de seyircilerin kendi evlerinde oyuna dahil olmayı deneyimlediği bu yöntem, sosyal mesafeyi koruma noktasında da işe yararmış gibi duruyor.

Kaçış oyunları

Birisiyle karantina sonrasında küçük bir odada hapis kalmak korkutucu olabilir ya da rahatlatıcı bir şekilde tanıdık da gelebilir; tıpkı kısıtlayıcı fakat öngörülebilir bir yaşam tarzına Goodbye Lenin tarzı bir geri dönüş yapmak gibi olabilir bu. Her iki şekilde de, bir kaçış oyununa soyut-akıl yürütmeci-korku dolu hayatımda olduğumdan daha hazır olduğumu hissediyorum.

Sizi bir maceraya çıkaran tiyatro

İnsanlar, kapandıkları evlerden çıkmaya başladıkça şehirlerinin hikayelerine ve tarihine daha fazla ilgi duymaya başlayacak. Coney’nin aplikasyon yönlendirmeli mükemmel projesi Adventure 1[12], Londra’nın ümit vadetmeyen kurumsal bir bölgesini ele alıyor ve seyirciye o bölgenin gizli tarihini ve adaletsizliklerle dolu şimdisini keşfetmek üzere rehberlik ediyor, son olarak onları interaktif bir doruk noktasına ulaştırıyordu. Punchdrunk’ın daha yakın zamanlı Kabeiroi’si de benzer bir yaklaşım sergiliyordu: Sesler ve hazine avı stili ipuçları Bloomsbury’i efsanevi bir dünyaya dönüştürüyordu. Hatta belli anlarda kendinizi birileri tarafından kaçırılmış gibi de hissediyordunuz – ancak bugün sosyal mesafelendirme yaya kılığına girmiş oyuncuların seyirciye gelişigüzel dokunmasına izin vermeyecektir.

Dokunmanın olanaklarını araştıran tiyatro

Tiyatroda -dikkatlice- dokunmak muhteşem olabilir: Verity Standen, HUG[13]  adlı çalışmasında izleyicilerin her birine, hayal edilmesi neredeyse imkansız bir yakınlıkta, bir şarkıcının göğüs kafesindeki titreşimleri hissetme olanağı sunuyor. Karantina süreci, insanları -deneysel tiyatronun ister bire bir performanslar yoluyla, ister farklı çeşitlerde duyusal etkileşimler yoluyla araştırmak isteyeceği- bir tür dokunma açlığına yöneltti. Nigel Barret ve Louise Mari’nin The Body adlı çalışmasında her katılımcının kucağına yavaşça ısınan ve titreşmeye başlayan birer bebek verilir. İnsanlara geniş ölçekte farklı yöntemlerle interaktif performanslar sunan Frozen Light Theatre, The Isle of Brimsker adlı projede, hafif esinti altında sallanan kurdeleler ve dans eden ışıklar altında ellerini uzatan seyircilere tıraşlanmış buz yağdırmıştır.

Sanal Gerçeklik

Geçtiğimiz yıl Barbican’da turne yapmış olan Lynette Wallworth’un Collisions adlı çalışmasında seyirci döner sandalyelere oturtulmuştu. Bu sayede istediğiniz yöne bakarken bir yandan etrafı inceleyebiliyor, diğer yandan da Batı Avusturalya’daki nükleer deneyler hakkında bilgi alabiliyorsunuz. VR hikaye anlatıcılığının sınırlarının bulanıklığına işaret edercesine, aynı proje Sundance’de de gösterime girmiştir. “Bu da tiyatro mu şimdi?” diye sormak yerine, öyle sanıyorum ki sanatçıların sinema, performans ve bilgisayar oyunu (gaming) arasındaki kesişimi araştıran çalışmalar yapması için en iyi dönemin içindeyiz.

Canlı yayının (livestreaming) sınırlarını zorlayan tiyatro

Benzer bir şekilde, anlam bakımından kafa karıştırıcı olsa da canlı yayınlanan tiyatro bütün kısıtlılığına rağmen canlılık konusunda henüz keşfedilmemiş olanaklar sunuyor. Javaad Alipoor, The Believers Are But Bothers adlı çalışmasında bütün seyirciyi bir WhatsApp grubuna ekliyor ve seyircinin ceplerini ‘online radikalleşme’ anlatısının görsellerinden oluşan meme’lerle[14] dolduruyor – daha iyi bir tabirle; çok ekranlılığın bir norma dönüştüğü ev yaşantısından bahsediyor. Erişilebilirlik stratejileri konusunda daha başka alanlar da mevcut; sesli tarifler The Encounter tarzı stereofonik seslerin kullanımını sağlayabilir ya da National Theatre’ın Smart Caption Glasses[15] teknolojisinden esinlenilerek sahnedeki aksiyona daha uyumlu, esnek ya da etkileşimli bir yazılı görsellik kullanılabilir.


LIFT’te sahnelenen Phobiarama(2018) – Fotoğraf Willem Popelier

Amacı yeniden kurgulanmış lunapark trenleri

Eleştiri yazdığım yıllarda birisi bana tiyatro oyunlarının asla yemek ya da lunapark trenleriyle karşılaştırılmaması gerektiğinden bahsetmişti. Evet, kabul edilebilir ama iyi bir rollercoaster’ın işe yarayabilecek ve yansıtılabilecek bir anlatı güzergahı vardır: Dries Verhoven, LIFT Festival’deki Phobiarama adlı çalışmasında, seyircinin görüşüne giren ayı kostümü giymiş figürlerden faydalanarak, korku tellallığı ve bilinmeyenden korkmak kavramlarını keşfe çıkan bir iç mekan treni tasarladı. Hobart’ın Dark Mofo festivalinde ise sıradan bir turist teknesi, şişme gözbebekleri ve balmumundan yapılmış kötü karakterleri uzay çağı kuir ikonlarına dönüştüren lazerler tarafından işgal edilerek parçalara ayrıldı.

Kuyrukta tiyatro

Önce bir tiyatro izlemek için bir kuyruğa girdiğinizi sanıyorsunuz. (İkişer metre aralıkla tabii.) Sonra, kuyruğun dar koridorlardan oluşan bir labirente doğru uzayıp gittiğini fark ediyorsunuz. Yoksa coronalı ya da corona sonrası hayatın belirsizliği üzerine tiyatral bir yorum mu bu? Yoksa yanlış kapıdan geçerek ışık masasına mı vardınız? Bundan hiçbir zaman emin olamazsınız fakat kendinizi içki sırasında beklerken ya da öksüren ve kahkaha atan birinin sırtını sıvazlarken bulmayacağınız kesin. Bunu yapmayı ne kadar isteseniz de, yani birazcık bile…

*****

Alice Saville’in 14 Mayıs 2020’de The Exeunt dergisinde yayınladığı “What could socially distanced theatre look like?” başlıklı yazısı Emre Çakman tarafından çevrilmiştir.

ALICE SAVILLE – Exeunt Magazine’de editör ve aynı zamanda Time Out, Fest ve Auditorium gibi dergiler için bağımsız kültür-sanat gazeteciliği yapmaktadır.

EMRE ÇAKMAN – Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi İstanbul Devlet Konservatuvarı Tiyatro Anasanat Dalında araştırma görevlisi, tiyatro oyuncusu.

Kaynak : : http://exeuntmagazine.com/features/socially-distanced-theatre-look-like/?fbclid=IwAR2m4GBpatgqeeufEzsCX32pbv37J7XyeUarUbjVdEmta0lvpwwuDgRsiOM

[1] Sir Cameron Mackintosh (1946-): İngiliz tiyatro ve müzikal yapımcısı.

[2] https://www.americantheatre.org/2020/04/14/survey-shows-audiences-reluctance-to-return-to-the-theatre/

[3] https://www.waz.de/staedte/oberhausen/corona-in-oberhausen-niebuhrg-wird-zum-drive-in-theater-id228906691.html

[4] https://www.galwaydaily.com/news/the-show-goes-on-irelands-first-drive-in-theatre-show-to-take-place-in-galway/

[5] ENO: English National Opera – İngiliz Ulusal Operası

[6] https://eno.org/news/eno-is-launching-eno-drive-live-a-series-of-live-opera-performances-that-audiences-can-safely-drive-to-and-stay-in-their-cars-for-the-experience/

[7] Oyun hakkında bir makale: http://exeuntmagazine.com/reviews/the-white-whale/

[8] https://www.youtube.com/watch?v=_HO97yS4biw

[9] https://www.liftfestival.com/events/the-second-woman

[10] https://royalcourttheatre.com/caretaker/

[11] https://www.barbican.org.uk/rooms-by-enda-walsh

[12] https://coneyhq.org/2016/03/22/adventure-1-2016/

[13] Hug: Kucaklama, sarılma.

[14] Meme: [ing.] Kısa sözlerle görselleri birleştirip günlük durumları yorumlayan bir internet paylaşım biçimi.

[15] National Theatre’ın duyma zorluğu yaşayan seyirciler için tasarladığı, oyunun metnini ve sahnedeki sesleri -oyunla eşzamanlı biçimde- yazılı bir şekilde görmenizi sağlayan gözlük teknolojisi.

Ana görsel: WhatsApp’in yaratıcı bir şekilde kullanıldığı yapım; ‘The Believers are but Brothers’

 

Kaynak:https://maptoutopia.com/author/maptoutopiablog/

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku