Gündelik Hayat Mücadelesinde Tiyatro

Ruteba Doğan
Bugün tiyatronun gündelik hayat mücadelesinde bir yeri var mı? Tiyatro tarihi için yeni olmayan, tiyatro sanatının düşünsel ve biçimsel anlatısını, estetiğini belirleyen bu soruya, tiyatro ya da sanat teorisi üzerinden yapılan okumalarla sosyal bilimleri kucaklayan, iktisadi siyasi düşünceden kopmayan kapsamlı bir cevap verilebilir. Ancak bu yazının soruya yaklaşımı kuramsal bir çalışma niteliğinde değildir. Yazı, mevcut sorunun yönlendirdiği bir yerden hareket ediyor; tiyatro yaşamdaki mücadelenin anlatısıdır, alanıdır.
Tiyatro tarihindeki dönemler üzerinden tiyatroda ne (hikaye/özne), nasıl anlatılmış (biçim/teknik/üslup) izlenebilir, buradan tiyatronun nasıl bir düşünsel kimliğe sahip olduğunu anlayabilmek mümkündür. Tiyatronun kimliğindeki değişimleri, dönüşümleri tarihin/zamanın gerçekliği, gerçeği, bu gerçeğin algılanma biçimi/hissi belirler. Tiyatroda yaratım yapan kişinin dert edindiği mevzu ve bunu anlatış biçimi yaşadığı zamana ait olma ve bu zamana ait bir şeyi anlatma, ya da ait olunan zamandan kopup uzaklaşarak oluşturduğu yeni gerçeği anlatma hali olabilir. Bunların hepsi tiyatro yapan kişinin olma/olmama/karşı durma mücadelesidir. Tiyatronun ontolojik/ideolojik yapısı ‘Özne kim? Anlatılan ne?’ sorusunu ‘anlam’ ile cevaplarken ‘anlam’ değişir, dönüşür. Anlam, soru, sorun, oluş, gerçek, hiç, kriz, anlam kaybı, anlamsız olan… Tiyatro anlam üzerine kurulmuş varlığıyla anlamı anlatabilme, yaratma mücadelesidir, tiyatro yapan kişi düşünsel/eylemsel varlığıyla mücadelenin yaratıcısı/uygulayıcısı.

Attis Theatre, “Trojan Women”. Photo: Johanna Weber

Bugün tiyatro hangi ‘anlam’lar üzerine kurulu, tiyatroda bir anlam mücadelesi var mı? Tiyatronun (sanatın, edebiyatın) anlamla kurduğu ilişki çeşitliliği, daha önceki zamanlara göre şimdi çok daha karışık. Anlamı görmezden gelmek, ıskalamak, anlama uzak durmak, anlamla işi olmamak, anlamın peşine düşmek, anlama yaklaştığında yalnızlaşmak, cezalandırılmak… Şimdi, hepsinin olduğu bir zaman. Şimdi, aşk duyan, çok seven, heves eden, derdi olan, kendine yakıştıran, yetenek sahibi her kişinin yapabildiği bir şey tiyatro (sanat, edebiyat). Yaratımın, anlamın kullanıcısı olma hali, Richard Sennett’in tanımlamasıyla ‘yeni kapitalizmin kültürü’; kullanıcı, aldığı şeyin nasıl çalıştığıyla ilgili kafa yormak zorunda değil. Bugün tiyatronun (sanatın, edebiyatın) anlamla kurduğu ilişkideki sorunlardan biri alımlayıcının ve yaratımı yapan kişinin kullanıcı pozisyonuna geçişi. Tiyatro kullanıcısı olmak, aldığı şeyin, anlamın, ne olduğu, nasıl varolduğu üzerine kafa yormamak, yani mücadelenin sonlanışı.
Bu durumda bugün ‘anlamla’ nasıl bir ilişki kuruluyor? Eski bir soru bu, çok sorulmuş. Hatta artık sorulduğunda, konuşmak istendiğinde alaturka kaldığınızı ima eden küçümseyici bakışlar geziyor üstünüzde. ‘Yine mi bunu sorgulayacağız, zaman kaybı, cevap zaten ortada!’ diyen bilmişlik hali; anlamın sorulamayan, görülmeyen bir şeye dönüşmesi. Oysa tiyatro, (sanat, edebiyat) yapan kişinin bir kerecik olsun bu taşa takılmaz mı ayağı? Bir durup sormaz mı, ‘Ben bunu niye yapıyorum, nasıl yapıyorum? Ben ne yaptım?’ diye. Basit bir muhasebe. Ama soru çok eski, demode, daha yeni sorulara ihtiyaç var, sorgulanmasa da olur. Şimdi, gündelik hayat mücadelesinden uzakta durma, ne olup bitiğinden bihaber olma hakkı var, ya da ama o nedenle, ama bu nedenle bir şeylere sırtını dönebilme hakkı var. ‘Bu bana neden anlatıldı?’ sorusuna, başta anlatanın inanmadığı tecimsel cevaplar. Bir şey belirtmeden saydamlaşma çabası; gündelik hayat mücadelesini verenler için tiyatronun sonlanma nedenlerinden biri. Şimdi tiyatro belki sadece bir yaşam pratiği, taktiği olarak duruyor bir yerlerde. Tiyatro kullanıcıları tarafından ara sıra yapılan hoş bir aktivite. Bazı tiyatro kullanıcıları için ise hala kutsal sanat. Anlamı sadece ‘kutsal’ olan bir alan. Şık, entelektüel bir tapınma eylemi. “Sen hangi tapınağa gittin, kimler vardı?” Katarsisi narsist bir boşalım üzerinden yaşayan.

Attis Theatre performance, photo:Johanna Weber

Gündelik hayat mücadelesi veren birine tiyatro ne söylüyor, ne anlatıyor? ‘Bu soruyla hiç ilgilenmiyorum, sorunun tiyatro (sanat, edebiyat) için bağlayıcı olan hiçbir yanı yoktur!’ diyenlere yüksek sanattan saygılar. ‘Bu sorulara girmeden eğlendirelim, kendini bulacağı ilişkiler gösterip (en tutanı da kadın/erkek ilişkisi) duygulandırıp, düşündürelim, bir tatlı huzur almaya geldik diyelim.’ Tamam diyelim, alkışlar. Peki bazı (eski/eskimiş) soruları hala dert edinip sorgulayanlar,  ‘anlam’ için taş altına elini sokanlar, sorgulananlar, yok sayılanlar? Anlamı ne yapalım? 
Gündelik hayat mücadelesi içinde ‘anlam’ mücadelenin bir parçasıdır, tiyatro da bu mücadelenin verildiği bir alan, anlatıdır. Düşünsel ve eylemsel bir yaratıma kullanıcı olarak değil, ontolojik/ideolojik bir kimlik ile dahil olabilme bağıdır, yaşam mücadelesidir. … “Bir şeyi, size hiçbir şey kazandırmasa da doğru yapmak, menfaat gözetmeyen böyle bir bağlılık insanları duygusal olarak kuvvetlendirebilir, aksi halde insanlar hayatta kalma mücadelesinde yenik düşerler.” (1) Tiyatro gündelik hayat mücadelesinin bir parçasıdır, “Bize bir sonraki temiz sayfayı açacak olan belki de aslında bu zayıflatılmış kültüre isyan etmek”, bugün anlamın mücadelesini verenlerin farkına varmaktır.
Kaynakça:
(1) Richard Sennett, Yeni Kapitalizmin Kültürü, Çev. Aylin Onocak, Ayrıntı Yayınları, 2015.
1

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku