Genco Erkal: Güneşin Sofrası, Büyük Ustaların Ölümsüz Dizeleriyle Örülmüş Bir Sofra…

Didem Boy

Dostlar Tiyatrosu, Genco Erkal, Tülay Günal, Nazım Hikmet, Bertholt Brecht. Hepsi yeni bir oyunda, bu kez Kadıköy’de buluşuyor, “Güneşin Sofrası”nda oturuyor. Bizi de davet ediyorlar. Hepimizi. Biz sohbet ettiğimizde, oyunun OHAL nedeniyle önce yasaklanması sonra yeniden seyirciyle buluşması durumu yoktu. Gelmiş geçmiş olsun diyelim ve Güneşin Sofrası’ndaki dostlara kulak verelim.

IMG_5127

Nasıl bir sofra bu sofra?
Tülay Günal:
Dostlar sofrası.
Genco Erkal:
Dostlar sofrası, evet. Ne diyeyim? Zor bir yerden başladık… Şu yaşadığımız günlerde insanların biraz içini açmak, umut aşılamak istiyoruz. Büyük ustaların ölümsüz dizeleriyle örülmüş bir sofra. Çağımızın, günümüzün, ülkemizin sorunları ile iç içe, onlarla zaman zaman dalga geçen alaycı bir üslupla değinen bir sofra. Şenlikli, müzikli, şarkılı, şiirli… Daha ne istersin? Açık hava, martılar, kediler, rüzgarımız, ağaçlarımız… Bundan daha zengin bir sofra olamaz herhalde.
Tülay Günal:
Buranın tarihî dokusuyla bütünleşen bir oyun. Zaman zaman Piraye’nin konağı oluyor, zaman zaman aşağısı hapishane oluyor, Doktor Faust’un evi oluyor.

Kimler davetli bu sofraya?
Genco Erkal:
Herkes. Biz ayrım yapmıyoruz. Hatta bizim mahalleden olmayanların gelmesine daha çok seviniyoruz. Onlar da gelsinler bu sofraya.

Geliyor mu komşu mahalleler?
Genco Erkal:
Tek tük görüyorum. Tabii giyimlerinden bazen ele verdikleri oluyor. Gelip imza alıyorlar. Bu hoşuma gidiyor karşı mahalleden insanların gelmesi. Daha çok gelseler daha iyi tabii…
Tülay Günal:
  Benim için karşı mahalle, bizim mahalle gibi bir ayrım yok. Bu oyuna gelen herkes bizim dostumuzdur. Ben de görüyorum, büyük bir keyifle çıkıyorlar oyundan. Onların kafalarında da böyle bir ayrım olduğunu sanmıyorum. Ayrım olanlar zaten herhalde tiyatroyu sevmezler, tiyatroya gelmezler, aydınlanmayı reddederler diye düşünürüm.

Merak ediyorum; her ikiniz içinde Nazım ve Brecht’le ortak olan ne var?
Tülay Günal: Her ikisi de sürgünde çok çekmişler, hapisler… İkisinde de vatan sevgisi, vatan hasreti var.
Genco Erkal: Brecht’in hapisliği yok ama sürgünü var. Vatandaşlıktan atılması var. Kitapları yakılmış. Hitler döneminde dünya çapında bir diktatörün altında yaşamış ve kaçmak zorunda kalıyor ülkesinden. O da az çekmemiş ama bizim Nazım, hayatını 13 yıl hapiste sonraki 13 yıl da vatan hasretiyle yanıp tutuşarak gurbet ellerde geçirmiş. Memleketim diyerek de gözlerini yummuş.
Tülay Günal: İkisinde de bütün dünya insanlarını kapsayan, onların dertlerini dert edinen bir anlayış var. Adalet ve eşit toplum özlemi var. Sadece üslupları değişik. Brecht daha mizahi bir şekilde yapıyor bunu. Çok ortak yönleri var ama ifade ediş şekilleri farklı.
Genco Erkal: Nazım da öyle.  Bütün dünyayı kucaklayan bir Nazım var oyunda. Bir tek Türkiye’ye gelmesi yasak. Geri kalan her tarafı dolaşıyor. Her gittiği yerde barış komitesinden olarak şiirler yazıyor, konuşmalar yapıyor. Evrensel bir yürek. Tüm insanları kucaklayan bir yürek.

IMG_5138

Her ikisinde de kişisel olarak yakın bulduğunuz noktalar neler?
Genco Erkal: “İşte benim söylemek istediğim şeyler bunlar. Keşke ben söyleseydim ama o daha iyisini söylemiş. Bundan da daha iyisini söylemeye imkan yok” diye düşündüğüm insanlar. Özellikle de Nazım. Benim görevim ona tercüman olmak, onun düşüncelerine aracılık edip onun sesi olmak. Aşağı yukarı 1975 yılında başladım. Bayağı uzun bir süre devamlı onun şiirleri ile beraber oldum. Nazım deyince biraz ilk akla gelen oyuncu oldum galiba.

Sizin ortak yanlarınız, ortak olduğunu düşündüğünüz hissettiğiniz yanlar neler Nazım ve Brecht ile?
Tülay Günal:
Nazım’da o umut var ya… Şiirlerinde, söylediklerinde o umudu hissetmek bana çok iyi geliyor açıkçası. Dayanışmadan bahsetmesi, bir arada yaşamdan, özgürlüklerden bahsetmesi… Brecht de bunu mizahla yapıyor. Özlemleri, arzuladıkları şeyler aynı ama Brecht’in bilge mizahı herkese nasip olmaz. İkisi de 20. yüzyılın en önemli yazarlarından. İkisi de dilin doruk noktası. Özellikle Nazım Hikmet, dili mükemmel bir yalınlıkla kullanıyor.

Şimdi şu kapıdan girseler mesela, ne derdiniz, ne yapardınız? “Hadi şuraya gidelim mi?” derdiniz, “Oturun oyunumuzu seyredin” mi derdiniz? İkisi birden kol kola girdiler diyelim.
Genco Erkal:
Ben aslında her zaman çok merak ediyorum; Nazım beni dinleseydi nasıl bulurdu okuyucu olarak derdim. Çünkü bir fark var aramızda. Yazan insan olarak o müziği öyle duymuş ama bende ona karşı, kendimi, yorumumu koydum ortaya. Ne yapardı? Yadırgar mıydı acaba? Kabul eder miydi? Beğenir miydi beni diye sormuşumdur kendi kendime. Tabii dilim tutulurdu herhalde, hiçbir şey söyleyemezdim ikisini birden yan yana görseydim.
Tülay Günal:
Ama en çok Genco Erkal’ın o vurgu yaptığı yeri beğenirdi bence: “Nazım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor; HÂLÂ!”.

IMG_5117

Oyundan sonra hadi gidelim bir yerlere der miydiniz?
Genco Erkal: Derdim tabii. Konuşturacağız; nasıl buldular, ne hissettiler falan. Ne güzel bir şey bu. Keşke olsa.
Tülay Günal: Ben “hoş geldiniz dostlar sofrasına” derdim. Çok isterdim tabii böyle bir şeyi. Hayali bile güzel bence. Nazım nasıl bulurdu acaba şiirlerinden yapılan besteleri? Hiç duymadı onları.
Genco Erkal: Brecht biliyor bestelerini. Kendi bestelerini biliyor.
Tülay Günal: Çok beste yapılmış. Sadece çok azını oyunda söylüyoruz ama çok beste var Nazım’ın şiirlerine yapılmış. Oyunla ilgili de, dünyanın gidişatı üzerine de konuşmak isterdim? Gidişatımız nereye? Ne düşünüyor?

Nazım, Brecht, Sartre, Aziz Nesin, Haldun Taner… Her yazarın bir derdi var muhakkak ama Dostlar çatısı altındaki yazarların biraz daha fazla derdi var galiba. Bu isimleri seçen Genco Erkal’ın derdi ne peki?
Genco Erkal:
Biz tabii ki politik tiyatro yapmayı seçtik başından itibaren. Manevi liderimiz hep Nazım oldu ama Brecht de kuramsal liderimiz. Çünkü epik tiyatro anlayışıyla hareket ediyoruz. Bu yolda başvurduğumuz önderimiz, bize ışık tutan, aydınlatan kuramcımız o oldu. Onun oyunları, onun düşünceleri, yazıları hep bize yol gösterdi. Oradaki o politik tiyatro anlayışı bizi Gorki’ye götürdü ister istemez. Sartre’a götürdü. Belgesel tiyatroya götürdü. Yerli yazarlarda da öyle. Vasıf Öngören, oda Brecht’çi bir yazar. Hep aynı yerlerde dolaştık. Çünkü hepsinin ortak bir dünya görüşü var. Bu dünya görüşünün getirdiği sorunları göstermek için kendimizce inceleme ve aydınlatma biçimi, soru sorma biçimi geliştirdik. Demek ki bizim derdimiz buymuş. Bir de hep ülkemizin dertleriyle, onların dertlerini bir araya getirip karşılaştırmak gibi oldu. Tabii bizde bir de fazladan bir geri kalmışlık var ya da geri bıraktırılmışlık var. Gelişimi tamamlamamış bir ülke olmuş olmamız var. Bir de bunun yanında Müslüman bir toplum olmamız var. Müslüman bir Türk olmanın da özellikleri var. İşte öyle biraz bizden biraz oradan, bizdeki sorunların oraya yansıtılması; onların sorunlarının bize yansıması ile uğraştık hep yıllar boyu.

Bu çerçeveden bakınca, sizin gözünüzde nasıl bir yer Dostlar Tiyatrosu?
Tülay Günal:
1969 yılında kurulduğunda zaten Genco Erkal çok gençti ama ne yapacağını, nasıl bir tiyatro çizgisinde ilerlemek istediğini biliyordu. Hedeflerini net olarak ortaya koyduğu için bu kadar uzun bir süredir ciddi bir seyirci kitlesinin ilgi odağı. Bir tiyatronun sürekliliğini sağlamak gerçekten çok zordur. Onun bu hedefi, bu inancı, bu mücadelesi ile tiyatro bu kadar uzun süre ayakta durdu, duruyor.

Bu ülke de çok yardım ediyor(!) sağ olsun. “Bursa’dan Cezaevi Mektupları”nı ilk izlemeye geldiğimde Türkiye’nin gündeminde Gezi vardı. Bu oyunu ilk izlediğimde de gündemimizde 15 Temmuz darbe girişimi var.
Tülay Günal: Bana en kötü gelen şey, tekrar başa dönme duygusu. Her darbede, darbe girişiminde bilmem kaç yıl geriye gidiyoruz tekrar. Umutlarımız sürekli tehdit altında. 15 Temmuz’dan sonra belki daha iyiye gideriz diye umutlanırken, bir bakıyorsunuz ilgisiz, günahsız insanlar, meslektaşlarımız görevden uzaklaştırılıyor; yazarlar gözaltına alınıyor.
Genco Erkal: İyi bir tarafı var, o da bu cemaatin bu kadar açığa çıkması, deşifre olması ve ona bağlı bir temizlik hareketinin yapılıyor olması. Önemli bir kanser ameliyatı geçiriyoruz diyelim. Artık o tüm vücudu sarmış olan, ne kadar temizlenebilirse. Ben onun tam temizlenebileceğine de inanmıyorum. Çünkü öyle ki; kılcal damarlara kadar gelmiş ama ne kadar temizlenirse o kadar iyi. Tabii ki bu insanları buraya, bu hale getirenler de mağdur durumda iktidar olarak. Ama daha düne kadar; “ne istediniz de vermedik”, deyip “Beraber yürüdük bu yollarda” havasını çalıyorlardı. Birdenbire ters düştüler. Çünkü kendilerine zarar getirdiğini gördüler. Ama ben bu dönemde olmasına memnunum bunun. Çünkü başka hiçbir iktidar bu iktidar gibi temizleyemezdi. Çünkü aynı dili konuşuyorlar. Neyin nasıl bulunacağını, ipuçlarını çok iyi biliyorlar. O bakımdan iyi bir temizlik olsun. Hiç olmazsa bir bölümü temizlenmiş olur. Ülkeyi tamamen temizlemek mümkün değil. Diğer ortağın yaptığı; eğitim sistemine, yargıya, polise, güvenliğe her konuda yaptığı zararlar öbüründen daha iyi değil. Yani onun da temizlenmesi lazım ama hiç olmazsa bu temizlensin de bir o kalsın diyelim.

Genco bey, sizin sanatçı kişiliğinizin yanında, bir de asker oğlu olmanızın getirdiği bir duruşunuz var. O yanınız nasıl etkilendi 15 Temmuz’dan?
Babam tam bir Türk subayıydı. Ordusuna ve kişiliğine bağlıydı. Menderes hükümetine karşı Taksim’e çıkıp yürüyüşlere katılan bir subaydı. Ben ona hep “bak, senin düşüncenden daha iyi bir şeyler var, sosyalizm var” diyordum ama kabul ettiremiyordum. Sonra Çetin Altan’ı keşfetti. Okudu, okudu. “Tamam” dedi, “Bu solcuysa ben de solcuyum; bu komünistse ben de komünistim”. Ben çok seviniyorum tabii ama sonra Çetin Altan bütün ümitleri yıktı geçti.

IMG_5123

Peki, psikoloji eğitiminizin sahne üzerinde ya da hayata bakışınızda faydası oluyor mu?
Çok faydası var. Aslında bir yerde psikoloji bireyler üzerinde durduğu için, sosyalist düşünceye göre daha faydalı. Bence her şey insanı tanımakla başlar. O yüzden de psikolojinin çok faydası var bizim işimize. Bizim işimiz insanı tanıyıp, sahne üstünde bulduğumuz şeyleri ona yansıtmak, onun kılığına bürünmek, oynamak. O bakımdan çok yardımını gördüm ama bunu da daha bir solcu gözle inceledim her zaman.

Kariyeriniz üzerinde de her zaman bir etkisi olmuştur diye düşünüyorum. Satır araları okumakta belki.
Evet özellikle “Bir Delinin Hatıra Defteri”ni çalışırken çok yardımcı oldu. O dönem Bakırköy Akıl Hastanesi’ne falan gidip oradaki doktorlar ve hastalarla çalışıp incelemeler yapıyordum. Her zaman bir faydası var.

Tülay hanım, sizin için de ülkenin en eski ve en çok alkış alan tiyatrolarından birinde, böyle bir yapının içinde, dördüncü oyununuzu oynamak, nasıl bir his
Birçok özel tiyatroda deneyimlerim oldu biliyorsunuz ama kendimi buraya ait hissediyorum. Çünkü benim de söylemek istediklerimi, dertlerimi dile getiriyor Dostlar Tiyatrosu. Benim düşüncelerime, hissettiklerime tercüman oluyor. Dostlar Tiyatrosu’nda oynamadan önce, sadece seyirciyken de böyle heyecanlanıyordum. Doğal olarak burada kendimi çok güvende, çok rahat hissediyorum. Mutluyum bu tiyatronun içinde, Genco Erkal ile aynı sahnede olmaktan dolayı…

IMG_5116

Bu rahatlığınız ve aidiyet hissiniz çok yansıyor seyirciye.
Genco Erkal:
İki kişi olunca tabii… Çok önemli iki kişinin arasındaki iletişim, anlaşma… Suç ortaklarıyız bir yerde. Çünkü aynı yerde beraber paylaşımlarımız var.
Tülay Günal:
Aslında politik tiyatronun çok kötü örneklerini de izledik biz. Dostlar Tiyatrosu’nun repertuvarına baktığımda gerçekten çok güçlü olduğunu görüyorum. Bu da çok önemli çünkü tiyatro güçlü bir metin olmadan olmuyor. O yüzden yeni yazar çok az çıkıyor diyoruz ya. Gerçekten de çok zor ama bu ülkenin yazarını, yönetmenini çıkarması gerekiyor artık.
Genco Erkal:
Burada en büyük sorun yıllardır “bundan sonra ne oynayacaksınız?” İstediğimiz gibi bir yazar, bu günümüzü anlatan yeni metin yok, bulamıyoruz. Hep dönüp dönüp eskilere gidiyoruz. Eski yazarlara, bildiğimiz yazarların oyunlarına.

Eee ama malzeme de eskimiyor ki Genco bey.
Genco Erkal:
Malzeme eskimiyor ama yeni yazarlar çıksın istiyor insan. Bugünün dilini konuşsunlar, onları da oynayalım. Çok ilginç olabilir çünkü o kadar zengin bir malzeme var ki bu topraklarda tiyatro olabilecek. Onları yazacak yazar yok. Yazarlar bence kolay yolu seçiyorlar şimdi. Hepsi televizyonda. Çünkü ekipler var 5-6 kişilik, oturuyorlar karar veriyorlar “bu hafta hikaye şöyle olacak, böyle olacak” diye. Çünkü daha iyi para kazanıyorlar. Kolay şöhret oluyorlar. Tiyatro yazmak çok büyük bir emek istiyor. Bir de yazarım, beğenilmezse oynanmazsa duygusu var. Böyle bir sürü yazılmış, arşivlerde bekleyen oyunlar var ama biz çok sıkıntı çekiyoruz. Yazar arıyoruz devamlı.

Ama yazmak, hele tiyatro metni yazmak insanın içinden gelen; gelmesi gereken bir şey değil mi? Ne dizi yazarlığı ne gazete yazarlığı hiçbir şeyin bu hazzı vermemesi, ihtiyacı karşılamaması gerekiyor. Demek ki öyle bir şevk noksan asıl.
Genco Erkal:
Çok büyük emek istiyor. 60’lı yıllar 70’lerin yarısına kadar ki dönem Türk tiyatrosunda yazarlık açısından da Rönesans yaşandı. Haldun Tanerler, Vasıf Öngörenler, Cahit Ataylar, şu anda isimlerini sayamayacağım çoğu yazar. Bayağı oyunlar yazılıyordu ve hepsi oynanıyordu.
Tülay Günal:
Melih Cevdet, Güngör Dilmen… Ne kadar güçlü yazarlar çıkmış. O dönemde yaşamak isterdim, yani Rönesans’ı bir kere görebilseydik.

Geç kaldım hissine mi kapıldınız?
Tülay Günal:
Hiç. Ben de öyle duygular yoktur; bir şeye geç kaldım gibi. Her şey olması gereken zamanda oluyor. Sadece şanssız bir kuşakmışız diyebilirim.

Şanssızlığın içinde de bir şans vardır. İyi tarafından bakmaya çalışalım. Hep düalitiktir ya her şey.
Tülay Günal:
Tabii, bir musibet bin nasihatten iyidir. Belki de iyiye, güzele doğru bir çıkış yolumuz olacak.

IMG_5120

Sahne üzerinde birbirinizden alıp verdiğiniz şeyler neler diye sorayım.
Tülay Günal:
Genco Erkal’ın gözbebeğinin içindeki o en küçük şeyi bile görürüm. Hiç kaçırmam. Mesela bir gün onu çok şaşırtmıştım; bir yerden yürüyor, ben de başka bir odadaydım. “Genco Abi nereye?” diye bağırdım. Geldi, “nereden anladın?” dedi. Adımlarının ritminden bile anlıyorum onu. Çok iddialı olmayayım ama.
Genco Erkal:
Artık birbirimizi çok iyi tanıyoruz. Biliyoruz ne olur, ne yapacak. En ufak bir gözden, bakıştan anlaşıyoruz.
Tülay Günal:
Mesela bir şey yapmamı istemiyorsa, 30 saniye öncesinden onu hissediyorum. Çünkü hemen gözünde beliriyor.
Genco Erkal:
Ben de hissediyorum. “Eyvah!” diyorum, “Bir şey yapacak.”

Oluyor mu öyle sürprizleriniz Tülay hanım?
Tülay Günal:
Bazen oluyor. Çok riske girmeden tabii. O kadar sürprizleri sevmiyorum çünkü durumu kurtarabilen bir oyuncu değilim. Dağılabilirim hemen. Hani bazı profesyonel oyuncular kurtarır ama benim öyle bir yeteneğim yok. Çok riske girmeden bir şeyler yapıyorum.

Mesela?
Tülay Günal:
Mesela tonlamamı değiştiriyorum. Başka türlü vurgu yapıyorum. O tip şeyler. Ama oyunun dışına asla çıkmıyorum.

IMG_5114

Genco bey; 47 yıllık bir kurumun Muammer Karaca’dan itibaren olan başlayan “sahnesizlik” sürecinde seyirci sizi daha da yakın markaja aldı ve yalnız bırakmamak adına daha da sahiplendi gibi hissediyorum, bir seyirci olarak.
Genco Erkal:
Gerçekten öyle. Ben de şaşırıyorum buna. Çok tuhaf bir şey. Bir de gelenlerin genç seyirci olması da çok şaşırtıcı. Ben artık 78 yaşında bir adamım. Normalde bu yaşlardaki tiyatrocuların seyircisi de o yaşlara yakın oluyor. Bizim eski seyirciler, onlar nasılsa geliyor ama bu kadar genç seyirci nereden duyuyorlar, nasıl oluyor? Galiba işte yine bu politik tavır, duruş, sosyal medyadaki paylaşımlar. Ne bileyim Kültür Bakanlığı’ndan davalı olmam, o davayı kazanmam, orada kara listeye alınmak, çıkarılmak, oradan atılmak. Öbür tarafta aile içinde bir durum bile olsa Ali Paşa Han’daki tiyatronun birdenbire parçalanması. Bu seyircide bir dayanışma, bir destek olma duygusu yarattı. O çok ilginç gerçekten.
Tülay Günal:
Genco Erkal yenilikçi bir tiyatrocu. Bugüne dek sahneye koyduğu Nazım oyunlarının her biri farklı. Her oyunda onlarca yenilik, yeni yorumlar var. Bence gençlerin Dostlar Tiyatrosu’na olan büyük ilgisi de bundan kaynaklanıyor.
Genco Erkal:
Bir han. Eminönü’nde bir han. Kimse nerede olduğunu bile bilmiyor. Duymamış adını. Birdenbire, daha ilk oyundan itibaren kapalı gişe. Burası da öyle. Oyun başlamadan bir hafta önceden bitti biletler. Nasıl oldu, kimden duyuyorlar?

İyi ki duyuyorlar, iyi ki geliyorlar. İyi ki siz de oynuyorsunuz. Çok teşekkürler her ikinize de. Var olun.

0

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku