Erdem Beliğ Zaman yazdı: “Seyfi Dursunoğlu Sadece Huysuz Virjin Midir?

editor
5,3K Okunma

Bir ölünün yaşarken yüzüne karşı söyleyemediklerimizi o öldükten sonra ardından söylemek kadar kötü bir his olamaz fakat mevzubahis hiç ölmeyecek; yaptıklarıyla ilelebet yaşayacak bir kişi olunca insan konuşmak için bir nebze olsun cesâret buluyor. Evet, kimden bahsettiğimi anlamış olmalısınız… Bu kişi, dünyada ölümsüzlüğün ilacını bulanlardan biri olan Seyfi Dursunoğlu’dur… Üstelik lokman hekim de değildir, bir sanatkârdır!

Birkaç gündür hakkında epeyce yazılıp, çiziliyor… Sağ olsunlar yardımseverliğinden, servetini insanlık için kullanmasından, sanat kabiliyetinden, son devirde uğradığı sansürden birçok yazarımız bahsetti ve hâlâ bahsetmedeler… Elbette bu ve buna ilâve edebileceğimiz bir sürü başlık mühimdir fakat bugün tekrara düşmemek adına farklı bir cepheden Seyfi Dursunoğlu’nu ele almak istiyorum: Sanatkârlığının mahiyeti cephesinden!

Dünyanın her yerinde sanatkârlar, bilhassa tiyatro oyuncuları ve sinema oyuncuları, kendi isminden çok başarıyla canlandırdıkları bir rol ile hatırlanırlar. Hatta bu rol çoğu zaman sanatkârın isminin de önüne geçer. İsmi, başarıyla canlandırdığı rol ile berâber hatırlanan sanatkârlar ise şanslıdırlar çünkü bu mertebeye erişmiş sanatkâr sayısı bir hayli azdır. İşte Seyfi Dursunoğlu da bu sanatkârlardan birisidir… Bir tarafta nâmı yediden yetmişe herkesin kulağına fısıldanmış “Huysuz Virjin”; diğer tarafta en az onun kadar meşhur Seyfi Dursunoğlu… Şunu baştan söylersem içimi sizlere peşinen dökmüş olurum: Seyfi Dursunoğlu sâdece Huysuz Virjin değildir! O, Seyfi Dursunoğlu olarak da başarılı bir komedyendir ve mizah tarihimizde bir alt başlık değil, bir bölüm başıdır! Hakikaten kendisinin de rahatsız olduğu bir durum, Seyfi Dursunoğlu’nun komedyen olarak zikredilmemesiydi. Dikkat ederseniz herkesin katıla katıla güldüğü Seyfi Dursunoğlu, hiçbir listeye komedyen olarak dâhil edilmedi yahut edilmek istenmedi… Dâimâ gözümüzün önünde olduğu hâlde görmezlikten gelindi… Bunda memleketimizde bâzı kavramların ne olduğunun bilinmemesinin de tesiri büyüktür… Mesela komedyen kavramı: “Komedyen kimdir? Sanatının mahiyeti nedir?” sorularına üzülerek söylüyorum ki mesleği komedyen olanlardan bazıları dahi doğru cevap verememektedir. Zaten bu kavram kargaşası artık öyle bir hâl aldı ki, “Allah cezanı versin!”e dua diyecekler diye korkmuyor değilim! 

Şunu ağız dolusu söylemek isterim ki Seyfi Dursunoğlu komedyendir, hem de komedi geleneğimizi modern bir anlayışla icrâ eden bir komedyen! Elbette Seyfi Dursunoğlu’nun komedyenliğini incelemek için başta Huysuz Virjin “karakterini” incelemek gerekir. Seyfi Dursunoğlu’na haklı şöhretini kazandıran karakter Huysuz Virjin’dir. Virjin ismini Seyfi Bey, gelişigüzel bir şekilde kendine sahne ismi olarak seçmemiştir. Aslında içerisinde ince bir nükteyi de barındırmaktadır. İngilizce bilenlerin ma’lûmudur ki “virjin” bakire mânâsına gelir. Seyfi Bey, genellikle sessiz, içine kapanık, uysal olan “bakire”yi alıp; önüne huysuz sıfatını getirip mizah tarihimizin en özgün ve canlı karakterlerinden birini vücuda getirmiştir. Bu iki zıt kelimenin kaynaşmasından doğan Huysuz Virjin bu iki zıt kutbun etkileşmesiyle fıkır fıkır dönen, döndüren, sallayan ve sallandıran bir karakter olmuştur. Tek kişilik lunapark! Daha iyi bir eğlence olabilir mi? Dâimâ bir çatmaya varan takılma hâlindedir. Dili zehir doludur fakat öldürmez, aksine keyiflendirir; hareketleri erotizm çerçevesindedir lâkin cinsî bir alaka uyandırmaz, neşelendirir çünkü Huysuz Virjin karakteri (dikkat ediniz, tip demiyorum) kadın kılığına girmiş bir erkektir ve hem kadının hem de erkeğin yapabileceklerinin ve yapamayacaklarının yekûnunu seyircilere aksettirir. Seyfi Dursunoğlu bu sâyede kadın gibi dansederken erkek gibi de laf atabilme kolaylığına erişmiştir.

Zaten Karadenizliliğinin vermiş olduğu kıvrak zekanın üzerine Türkçe’yi iyi bilmenin sağladığı yerli yerinde cevap verebilme ve hazırcevaplılık kabiliyetinin eklenmesiyle Seyfi Dursunoğlu en az üç kuşak tarafından tanınarak tek kişilik komedi tarzının ülkemizdeki en uzun soluklu temsilcisi olmuştur. Bunu yaparken Seyfi Bey, kanto geleneğini de gösterisine yedirmiş; bu sâyede hem müzikal mânâda hem de gösteri mânâsında dört-kol çengi diyebileceğimiz bir komedyen karakteri çizmiştir. Sesinin güzelliğinin kendisine sağladığı kolaylık görmezlikten gelinemez. Birkaç röportajında şarkıcılığın içinde bir ukde olduğunu bizzat kendisi dillendirmiştir. Gelenek demişken, Seyfi Dursunoğlu’na meddah demek doğru olmaz. Meddah konu bütünlüğü hâlinde yekpâre bir hikâye anlatır fakat meddahlıktan esinlenmiş olduğunu söylemek de yanlış olmaz.

Nitekim yine bir röportajında, “Meddahlık da var sizde değil mi?” sorusuna: Evet. Beylerbeyi Kültür Cemiyeti’nde bir gece yapardık. Önce ceketim ve pantolonumla çıkar geceyi takdim ederdim. Sonra içeri girerdim, fasıl heyetinde şarkı söylerdim. Sonra meddah olurdum. Sonra kanto yapardım. En son da Ermeni tiyatrosunda Ermeni şivesiyle (eskiden tiyatrocuların çoğu Ermeni idi) büyük eserleri, Othello’yu, Hamlet’i oynardım. Tabii komedi olurdu bu. Geceyi baştan sona ben götürürdüm ve neticede onların hepsinden biraz biraz alarak bir şov yaptım.” cevabını vermiştir. Geleneği yaşatmak için değil de halk üzerindeki tesirini arttırabilmek için kullanmıştır. Bu tarafıyla da zekası takdire şayandır çünkü gelenek şahsın geleneği değildir, toplumun geleneğidir. Toplum kendi geleneğini yaşatan sanatkârlara dâimâ daha müsamahalı davranmıştır (Türk mûsıkîsi okuyan Zeki Müren’e yaptığı gibi). Seyfi Dursunoğlu bu müsamahayı en iyi şekilde değerlendirebilenlerdendi. Bu müsamahanın sınırlarını esprisiyle, nüktesiyle yer yer kabaya kaçan şakalarıyla zorlamış gibi yapmışçasına okşamıştır! Okşaya okşaya genişletmiş ve oyun tarzını tiyatro-gösteri-gelenek tiyatrosu üçgeninde konumlandırmıştır.  Stand up komedi tarzının da ülkemizdeki ilk temsilcilerinden biri olarak Seyfi Dursunoğlu’nun saysak yeridir. Stand up dediğimiz tür Amerikan menşeili bir nevi ayak-üstü komedidir.  E Seyfi Dursunoğlu’nun yaptığı da meddah gibi oturarak yapılan bir komedi değildir; bilakis dansederek, şarkı söyleyerek, tuluat yaparak ayaküstünün de ötesinde parmak-üstü bir komedidir! Altını çizerek söylüyorum ki bu tür, doğaçlama merkezli değildir hatta çoğunlukla yazılı bir metne binâen söylenir. Seyfi Dursunoğlu tıpkı geleneğe yaptığı gibi bu tarzın da sınırlarını genişletmiş, gösterisini tulûat merkezli bir minvale oturtmuştur. Aslına bakarsanız, Seyfi Dursunoğlu’nun bilerek yahut bilmeyerek de olsa, gelenekle moderni birbirine yaklaştırmak suretiyle bir orta yol bulduğu da söylenebilir. Stand up tarzının ülkemizde ilk uygulayıcılarına bakacak olursak, hep bir gelenekten istifâde ettikleri görülür.

Mesela Orhan Boran sırtındaki mendiliyle aşikâr bir meddah tesiri altındadır. Yine Celâl Şâhin ses taklitleriyle ve bir hikaye anlatımıyla meddah tarzının devam ettiricilerindendir. Şemsi Yastıman, elinde sazıyla âşıklık geleneğinden istifâde etmiştir. Bu istifâdelerin hepsi de bu yeniliği halk nezdinde kalıcı hâle getirmek içindir. Seyfi Dursunoğlu da kanto-meddah-zenne-tuluat geleneklerinden kendince bir kolaj yapıp gösterisini zenginleştirmiştir. Gelenek üzerinde yelpazesini geniş tutması Seyfi Bey’e büyük bir halk sevgisi ve uzun bir sahne hayatı sahibi olması ile geri dönmüştür. Kadın hüviyetine bürünmesi de Batı’da “crossdresser” ve “drag quinn” denen tarzların bir temsilcisi olduğunu düşünmemize mahal verebilir. Bu tarzlar Avrupa mizahı için mühim bir tesire sahiptir, öyle ki İngilizlerin bazı otoritelerce en iyi komedyeni sayılan Eddie Izzart, “crossdresser” ve “drag quinn” diyebileceğimiz tarzda bir komedyendir. Bu cepheden bakacak olursak geleneği iyi kullanan Seyfi Dursunoğlu, Batı tarzı komedinin birtakım tesirli özelliklerini de bünyesine katarak sanatının hududunu genişletmiştir.  

Seyfi Dursunoğlu’nun sanatkârlığına yöneltilen en büyük eleştirilerden biri onun sâdece belli kalıplar üzerinde espri yapmasıydı. Evet, Seyfi Dursunoğlu mizahı cinsî muhabbetin üzerine inşa edilen bir mizahtır fakat asla basmakalıp olmamıştır. Aktüel tarafını asla kaybetmemiş, bu tarafıyla da ömrünü uzatmıştır. Elbette tulûatın da kaidesidir ki espri gelenekte belli kalıplar içerisinde yapılır. Bu kalıplar sanatkârların mevzûdan uzaklaşmalarına mâni olur. Gösterinin kalitesini korumasına yardımcı olur. Zannedilmesin ki tulûat kafaya her gelenin söylenmesiyle yapılan bir sanattır. Tulûatta espriler bile belli kalıplardadır. Bu özelliğiyle tulûatı doğaçlamadan ayırmak lâzımdır. Geleneği iyi bilen Seyfi Dursunoğlu’nun esprileri de kendi tulûat tarzında belli bir kalıp içerisindedir, bu eleştirilecek bir şey değil hatta olması gerekendir çünkü sanatkârın oyun karakteristiğidir. Dikkat edilmesi gereken husus ise bu belli tarzdaki esprilerin farklı mevzûlarda hiç de belli olmayacak şekilde kullanılmasıdır. Mesela siyâsî mizaha örnek verebileceğimiz bir Seyfi Dursunoğlu esprisini, bir röportajında kendisi şöyle nakletmişti: “Mesela Turgut Özal geldi bir gece, sonra ertesi gün de Rauf Denktaş. “Ayol” dedim “Bütün cumhurbaşkanları kısa kalın mıdır, bunun ince uzunu yok mu hiç?” İşte Huysuz tarzı harika bir siyâsî eleştiri! Seyfi Dursunoğlu, Huysuz karakterinin vermiş olduğu rahatlıkla târiz, hiciv, eleştiri türlerinin en uçlardaki örneklerini sunmuş; üslubunun tatlılığıyla en acı sözleri bile boyayıp satmasını bilmiştir. Seyfi Dursunoğlu’nu bu tavrıyla manzum hiciv söyleyen Nef’i, Sürûri, Eşref ve Neyzen gibi heccavlara da benzetebiliriz fakat nesir söyleyen bir yergici olarak! Yine gediğine oturttuğu lafları eskilerin meşhur hazırcevapları Keçecizâde Fuad Paşa, İbnülemin Mahmud Kemal İnal, Borazan Tevfik gibi zatların laflarından aşağı kalır değildir… Sanatkârlığının sadece sahneyle sınırlı kalmayışı Seyfi Dursunoğlu ismine Huysuz Virjin isminin yanıbaşında bir yer ayırtmıştır.

Aslında Seyfi Dursunoğlu mizahı hakkında mübalağasız bir kitap çıkartılır fakat bir yazıda ancak bu kadar bahsolunabilir. Onun sanatkârlığı böyle kısa bir yazıyla anlatılıp geçilebilecek nitelikte değildir. Fakat bu yazıda kısaca anlatmak istediğim şey Seyfi Dursunoğlu’nun Huysuz Virjin’den ibâret olmayışıdır. Seyfi Dursunoğlu bugünün mizahı ile dünün mizahı arasında kurulan en sağlam köprülerden başlıcasıdır. Temennim, rahmetli Seyfi Dursunoğlu’nun temennisiyle benzerdir: Seyfi Dursunoğlu’nun açtığı bu tarzın gerekirse yazarlarla kuvvetlendirilen iyi ve sağlam örneklerinin yetişmesi… Öyle ya her sanatkârdan Seyfi Dursunoğlu hazırcevaplılığını beklemek abes kaçar… 

   Kıymetli sanatseverler, 

Seyfi Dursunoğlu artık Zenne Necdet’lerin, Peruz Hanım’ların, Amelya Hanım’ların, Virjin Hanım’ların, Orhan Boran’ların, Celâl Şahin’lerin dünyasında…  Gelecek kuşaklarca hatırlanması; bilhassa sanat tarzının iyice incelenip tekrar tekrar piyeslerle, başka sanatkârlarla tecrübe edilmesi bir kültürün, bir sanat tarzının devamı için elzemdir. Hatta bakarsınız tiyatronun ve mizahın kendini tekrara düşürdüğü zamanlarda Seyfi Dursunoğlu tarzı hem tiyatromuza hem de mizahımıza yeni bir hava getirir, sanatımızı havasız kalıp ölmekten kurtarır. Amaan, ne anlatıyorum ki! İnsanlığı unutan insanoğlu, Seyfi Dursunoğlu’nu mu unutmayacak! Umarım unutmaz da ben de hayıflandığımla kalırım!

ERDEM BELİĞ ZAMAN

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku