Erdem Beliğ Zaman yazdı: “Kozmopolit, Modern Türkiye’nin Örnek Bir Ferdiydi Atina Ayla Karaca Tosun”

editor
8,3K Okunma

Kutuplardaki altı aylık kıştan dahi uzun süren Covid-19 gecesinin sabahına uyanamayanlardan oldu Atina Ayla Karaca… Bilakis, 18 Mart 2021’de ebedî uykusuna daldı. Arzum odur ki rüyasını nurlar aydınlatır… 

1940’ların ve 1950’lerin Türkiye’sinde bir fırtına gibi esen Ayla Karaca, 20 Mayıs 1933’te Kurtuluş’ta doğdu. İstanbul Rum’uydu yani hâlis İstanbulluydu, İstanbul’du. Kunduracı bir babanın ve terzi bir annenin kızıydı. Asıl ismi Atina Miloharakti idi. Küçük Atina’nın ailesi o daha küçükken Taksim’e taşındı. Atina da Galata’da bir Rum okuluna kaydoldu fakat dördüncü sınıfa kadar okuyabildi. Mahalleden komşusu olan Niça, devrin en meşhur kumpanyası olan (bugünün Ferhan Şensoy’un muhafazasındaki Ses Tiyatrosu) Ses Opereti’nde dans hocasıydı. On bir yaşındaki Atina’nın elinden tutup onu Ses Opereti’ne getirdi. Atina’nın sahne hayatı da işte bu şekilde, 1943 senesinde başladı.

O devrin Ses Opereti âdetâ bir yıldızlar geçidiydi. Kimler yoktu ki kadrosunda? Hemen her temsilden sonra Refi’ Cevat Ulunay tarafından methedilen, henüz şöhretinin başında bulunan Muammer Karaca, sonra Avni Dilligil, Tevhid Bilge, Kenan Büke, Aziz Basmacı, Muzaffer Hepgüler, Ali Sururi, Râfet Gülerman, Toto Karaca, Güzin Özipek, Hikmet Karagözlü, Nevzat Okçugil gibi modern tiyatromuzu inşa eden birçok isim o devirde bu çatının altındaydı. O yıldızların yanında Eşref Kolçak, Nevin Aypar, Yılmaz Duru, İsmet Hepgüler gibi gençler de operetin dansçı kadrosundaydılar. Her temsil sonrası Ses Opereti’nden çıkan kahkahalarla karışık alkışlar İstiklal Caddesindeki bir rüzgâra karışıp bütün İstanbul’a yayılıyordu. Küçük Atina’nın şansı erken döndü; “Kapan” isimli piyesin bir kısmında düetto yapan çiçeği burnundaki nişanlılar Rafet Gülerman ve Güzin Özipek kavga edip ayrılınca boş kalan yeri doldurma vazifesi küçük Atina’ya verildi. Ayla Karaca, bu piyeste Rumca bir şarkı söyleyerek ilk sahne tecrübesini 1944 senesinde tatmış oldu. Bu esmer Rum güzeli İstanbul seyircisi tarafından hemen tutuldu.

Alkışlarla geçen senelerden sonra Sıtkı Akçatepe ve Toto Karaca bir heyet kurdular. Bu heyetteki dans grubuna hocalık etme vazifesini de henüz on dört yaşındaki hâlâ küçük olan Atina’ya verdiler. İşte Atina, bu heyetle beraber gittiği bir turne esnasında “Ayla” oldu ve tanınmaya başladı. Ses Opereti, İkinci Cihan Harbi sonrası çatırdamaya başlamıştı. Avni Dilligilciler ile Muammer Karacacılar arasında bir rekabet baş göstermişti. Nihayet Muammer Bey, Ses Opereti’nden ayrılıp kendi operet heyetini kurma kararı aldı. Ses Opereti’nden bir grup arkadaşını da beraberinde götürerek… Muammer Karaca’nın bu heyetinde Niça da vardı, Nâşid Bey’in kızı Âdile de, genç Ayla da…

Bir turne sırasında “Ayla” ismini alan küçük Atina, bu defa Muammer Bey ile gittiği bir turne esnasında da Muammer Bey’in soyismi olan “Karaca”yı alacak (çünkü turne sırasında henüz reşit değildir, suç teşkil etmemesi adına Muammer Bey Ayla Hanım’a tâbir-i câizse, babalık yapacak ve onu kendi kızı gibi tanıtacaktı)  ve artık hepimizin bildiği ismiyle anılacaktı: Ayla Karaca! O artık sahnelerin aranılan baş aktristlerinden biri olmuştu! Sahnedeki bu şöhretiyle beraber tıpkı Nevzat Okçugil, Nevin Aypar, Nedret Güvenç gibi o da beyaz perdeye transfer edilmiş ve şöhretini orada pekiştirmeye başlamıştı. Başrollerinde oynadığı “Lâle Devri” ve “Barbaros Hayrettin Paşa” filmleri o günlerde en takdir edilen ve seyredilen Türk filmlerinden oldu. Hatta bu sahadaki başarısıyla Câhide Sonku’yla beraber devrin en beğenilen Türk-kadın sinema aktristi oldu. Öyle ki 1954’te İnci Mecmuasının yapmış olduğu ankette ırkçı tarafıyla bilinen Nihal Atsız dahi en beğendiği perde aktristi olarak Rum hüviyetiyle mâlum Ayla Karaca’nın ismini vermişti!

Ayla Karaca ilk evliliğini 1950 senesinde devrin en beğenilen komedyenlerinden Tevhid Bilge ile yaptı fakat Tevhid Bey’in çapkınlıklarına dayanamayan Ayla Hanım 1951 senesinde ondan boşandı… “Platin Palas” gibi, “Hava-Cıva” gibi operetlerle oyunculuğunu bütün İstanbul’a ispat eden Ayla Karaca; Şevkiye May’ın unutulmaz bir kompozisyon çizdiği Lüküs Hayat’taki “Şadiye” rolüne hayat verdi. Bu sayede ismini operet yıldızları arasına yazdırmış oldu. 

O günlerin İstanbul’u çok kozmopolit bir şehirdi. Bir yanda Yahudi vatandaşlarımız, bir yanda Ermeni vatandaşlarımız, İstanbul’un yerlisi olan Rum vatandaşlarımız ve diğer yandan 1917 İhtilâl’inden sonra Rusya’dan kaçarak İstanbul’a yerleşen Beyaz Rus’lar… Hani Beyoğlu’nda Rejans gibi, Rus lokantası gibi şehir hafızası için unutulmaz mekânları açıp işleten Beyaz Ruslar… İstanbul’da ilk defa utanmadan sahillerde denize giren Beyaz Ruslar… Modern Türkiye, Almanya’da Hitler zulmüne uğrayan Yahudiler gibi onlara da cazip gelmişti; üstelik Demokrat Parti devrinin gayrimüslimlere kan kusturan 6-7 Eylül’ü de yaşanmamıştı! Atatürk Türkiye’si, dünyada kozmopolitlik imtihanını muvaffakiyetle veren devletler arasına ismini yazdırmıştı. İşte bu Beyaz Rus göçüyle Türkiye’ye gelenler arasında Öjen Seremetiev de vardı. Nâm-ı diğer Özen Sermet… Devrin en başarılı görüntü yönetmenlerindendi. Ayla Karaca gönlünü Özen Sermet’e kaptırdı ve gerek sahnedeki, gerekse perdedeki şöhretini bir kenara bırakarak kocasıyla beraber 1954’te Brezilya’ya yerleşti ve yanlış bilinenin aksine, orada hiçbir film çevirmedi.

Brezilya’da yaşadığı süre zarfında Ayla Karaca zaten Fransızca’dan kulak âşinâlığı edindiği Portekizce’yi öğrendi ve ortaokulu ve liseyi dışarıdan bitirdi. Bununla da yetinmeyip kırk yaşında üniversiteyi kazandı ve turizmcilik bölümünde okumaya başladı. Brezilya’da turizmcilik okuyan Ayla Karaca, Amerika Birleşik Devletleri’ndeki bir üniversitede de otel işletmeciliği bölümünü bitirdi. Akabinde, 1978 senesinde de Türkiye’ye döndü. Artık oyunculuğu bırakıp turizm işiyle uğraşan Ayla Karaca beş kıtayı da gezdi.  Bu iş çevresinde tanıştığı meşhur hukukçu ve siyasetçi Uğur Alacakaptan’ın ağabeysi ve meşhur oyuncu Ulvi Alacakaptan’ın babası olan merhum Ercüment Alacakaptan’la evlendi. Birkaç sene evli kaldılar, sonra boşandılar.

On altı sene turizmcilikle uğraştıktan sonra 1990’lı senelerde bu işi bırakan Ayla Karaca, doksanlı senelerin son yarısında rol aldığı birkaç televizyon dizisi ve televizyon filmiyle yaklaşık kırk senedir bıraktığı oyunculuğa; Haldun Dormen’in Cevat Fehmi Başkut’un “Buzlar Çözülmeden” isimli piyesinden uyarlayarak yaptığı “Bir Kış Öyküsü” müzikalindeki “Raziye” rolüyle de sahnelere geri döndü. 2000’li senelerde kendisine şöhreti tekrar getiren rolse sayın Türker İnanoğlu’nun prodüktörlüğünde yapılan “Yabancı Damat” dizisindeki “Eleni” kompozisyonu oldu. 

Ayla Karaca, geç kavuştuğu oyunculukla erken vedalaştı. 2008 senesinde emekli büyükelçilerimizden merhum Aydın Tosun’la evlendi. Bu mutlu günleri 2015 senesinde eşinin vefatıyla beraber yarıda kaldı. Eşi ölmeden önce beraber yerleştikleri İzmir’deki Narlıdere Huzurevi’nde yaşamaya başladı. Yabancı Damat dizisi devam ederken kötü hastalığa yakalandığını öğrenen Karaca, tedaviye başladı ve bu süreci başarıyla geçirdi. Fakat üst üste gelen olumsuzluklar ve başta yakalandığı Covid-19 virüsü onun hayata karşı olan bağını zayıflattı ve maalesef koparttı. Ayla Karaca, 18 Mart Perşembe günü sabahı aramızdan ayrıldı. Ailesine ve sevenlerine başsağlığı temenni ederim.

Ayla Karaca, dört dil bilen, kendini yetiştirmiş, ileri fikirli, kozmopolit bir muhitte büyümüş, iyi kalpli, Türkiye âşığı, aydın bir fertti. İnsaniyet cephesi güneş gibi parlayan bir kadındı. Sayın Ulvi Alacakaptan, Ayla Karaca’nın boşandığı halde babası Ercüment Alacakaptan’ın cenazesiyle bizzat alakadar olduğunu söylemişti. Sadece bu mu? İkinci eşi merhum Özen Sermet’in ilk evliliğinden olan oğluna da annelik yapmış, birçok sorunuyla alakadar olmuştu. Sanatı mahiyetinden bakacak olursak Ayla Karaca bir müzikal aktristi. Tıpkı Şevkiye May gibi, Hikmet Karagözlü gibi… Ekalliyet taklitlerinde ve Orta Anadolu diyalektini canlandırmada muvaffaktı. Bunda başta Muammer Karaca olmak üzere, devrin büyük oyuncularının yanında yetişmesinin payı büyüktü. Büyük yazarımız Sait Faik, 1954’te Resimli İstanbul Haftası dergisine yazdığı “Beyoğlu” isimli yazıda hakkı verilmemiş sanatkârlarımızın yanına Ayla Karaca’yı da koyup şöyle yazar:

“… Beyoğlu’nu Beyoğlu eden Beyoğlu kaymakamı mıdır sanırsınız? Ne münasebet? Beyoğlu’nu Beyoğlu eden Salih, Ayla Karaca, Celâl Süruri, Beliğ Selönü, Nâşid’in kızıdır. …”

Ayla Karaca – Erdem Beliğ Zaman

Sait Faik’in bu yazısından beraber olduğumuz bir gün Ayla Karaca’ya bahsettiğimde sadece mahcup bir şekilde yere bakarak karşılık vermişti…

Evet, böyle bir sanatkârı, böyle bir insanı kaybettik. O’nun vefatıyla beraber bir devrin sayfaları kapanmıştır. Artık ne yıldızlı yaz gecesi göğüne benzeyen Ses Opereti var, ne de o rengârenk, kozmopolit İstanbul… O günler bir daha gelecek mi, kim bilir; tarih tekerrürden ibaret derler ya umut edelim bari! Ayla Karaca’ya naçizane vefatına düşürdüğüm şu tarih mısraıyla veda ediyorum. (Bilmeyenler için söyleyeyim tarih mısraındaki harflerin Ebced cetvelindeki sayı değerleri toplamı, istenilen tarihin hicri tarihteki sayı değerini verir. Eskiden mühim hadiseler, tarih düşürmek suretiyle kayıt altına alınırdı. Hem akılda kalıcılığı hem de sanat cephesi sebebiyle.). Toprağı bol olsun. Çok üzgünüm, biraz daha yalnızım.

“Değil ermiş çıkamaz belki fakat Miraç’a:

  Namla yükseldi gönül arşına Ayla Karaca…

Hicri 1442=Milâdî 2021

ERDEM BELİĞ ZAMAN

 

Not: “Yazımdaki bazı bilgileri kendilerinden öğrendiğim sayın Tunca Turna’ya, sayın Ertuğrul Alpan’a, sayın Ulvi Alacakaptan’a ve sayın Sermet Erkin’e teşekkürü bir borç bilirim.”

 

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku