Dikmen Gürün’e Saygı Duruşu…

Dilan Erdoğan

İstanbul Üniversitesi Tiyatro Eleştirmenliği ve Dramaturji Bölümü, Enka Kültür Sanat ve İstanbul Tiyatro Festivali ortaklığıyla düzenlenen, “Türkiye Tiyatrosunun ve İstanbul Tiyatro Festivali’nin 1980’lerden Günümüze Yolculuğu” başlıklı panel, 29 Ocak günü Enka Oditoryumu’nda gerçekleştirildi.

Panelin moderatörlüğünü Prof. Dr. Kerem Karaboğa yaptı. Etkinlikte İstanbul Üniversitesi Tiyatro Eleştirmenliği ve Dramaturji Bölümü tarafından hazırlanan ve Doğan Kitap tarafından yayımlanan “Dikmen Gürün’e Yazılar” kitabının tanıtımı yapıldı.

Kitap vesilesiyle,  dergimiz yazarı Dikmen Gürün’ün akademik çalışmalarının yanında, 20 yıl boyunca direktör olarak görev yaptığı dönemde festivaldeki çalışmalarının da odağa alındığı panelde, festivale damgasını vuran yerli ya da ortak yapımların üretim süreçlerinde yer almış sanatçıların katkılarıyla, 1980’lerden günümüze ülkemiz tiyatro ikliminin şekillenmesinde Dikmen Gürün’ün ve İstanbul Tiyatro Festivali’nin rolü ve etkileri konuşuldu. Panel, hem gelecek kuşaklar için tiyatro belleğimize bir katkı sağlanması, hem de festival yapımlarıyla ülkemiz tiyatrosu arasındaki dinamik bağın oluşmasında öncü rolünü üstlenen Prof. Dr. Dikmen Gürün’e bir saygı duruşu niteliğindeydi.

Panelin ilk konuşmacısı Genco Erkal, konuşmasına Türkiye tiyatrosunun uzun yıllar “kapalı bir yapı” olduğunu söyleyerek başladı. Yıllarca bu kapalı yapının devam ettiğini ve ancak 1980’li yılların ortalarından itibaren dışa açılmaya başlandığını söyleyen Erkal,  bu noktada Türkiyeli tiyatrocuların sanat yaşamında İstanbul Tiyatro Festivali’nin önemli bir yeri olduğunu söyledi. Erkal, 20 yıl boyunca İstanbul Tiyatro Festivali’nin direktörlüğü üstlenen Dikmen Gürün’ün organizasyon becerisine, yurtdışından gelen grupları seçerken gösterdiği özene, Türkiye’deki yeni tiyatro gruplarıyla olan bağına vurgu yaptı. Gürün’ün Türkiye tiyatrosunun gelişimine adım adım tanıklık eden bir tiyatro eleştirmeni, başarılı bir akademisyen, yazılarını ilmek ilmek ören bir yazar ve editör olduğunu söyleyen Erkal, bu sözleriyle Gürün’ün çok yönlülüğüne dikkat çekti. Gürün’ü İstanbul Tiyatro Festivali’nin “sürekli yeniyi arayan direktörü” olarak tanımlayan Erkal,  sözlerine şöyle devam etti: “O’nun sayesinde National Theatre, Schaubühne, Piccolo Theater, Berliner Ensemble gibi önemli tiyatro gruplarını Türkiye’de izleme fırsatı bulduk. Bunların yanında Robert Wilson, Giorgio Strehler, Robert Lepage, Thomas Ostermeier gibi önemli yönetmenleri de Türkiye’de ağırladık ve onlarla söyleşiler yaptık. Çağdaş dans alanında Pina Bausch, Nederlands Dans Theater’ı yine O’nun sayesinde izleme fırsatımız oldu.  Bunların yanı sıra, yanında İKSV Tiyatro Festivali zaman içinde kendi yapımlarını üreten bir kuruluş haline geldi. Bu süreçte, Nazım Hikmet’in doğumunun 100. yılı ve yine Samuel Beckett’in 100. doğum yılı vesilesiyle hazırladığımız önemli oyunlara imza attık. Sözlerimi noktalarken, Dikmen Gürün için şunları söylemek isterim: O, hem bilimle donanmış bir beyne hem de hassas bir sanatçı yüreğine sahiptir. Bu ikisini yan yana getirdiği için bu kadar verimli biri oldu. Bu özellikleri sayesinde insanları harekete geçirip onlara hep ilham verdi ve çok önemli işlere imza attı.”

Erkal’ın ardından söz alan Şahika Tekand, kendisiyle aynı dönemde profesyonel tiyatroya hayatına atılan, panelin konuşmacıları Kerem Karaboğa, Özlem Hemiş, Kerem Kurdoğlu, Leman Yılmaz’la Dikmen Gürün için bir araya gelmelerinin çok önemli ve heyecan verici olduğunu belirtti. Tekand, Dikmen Gürün’den “yolumuzu açan, ışık tutan isim” olarak bahsetti. Dikmen Gürün’ün festival direktörlüğüne gelmesiyle birlikte Türkiye’de tiyatro festivali anlayışının değiştiğini söyleyen Tekand, İstanbul Tiyatro Festivali’nin Gürün’den sonra “uluslararası alanda kayda değer” bir yer edindiğini belirtti. Şahika Tekand,  İstanbul Tiyatro Festivali sürecinde ‘öteki tiyatro’ dönemini başlatan ismin Dikmen Gürün olduğunu, kendisinin tiyatroya geri dönüşünün de festivalde izlediği Theodoros Terzopoulos’un Bakkhalar oyunu sayesinde olduğunu söyledi. Tekand sözlerine şöyle devam etti: “Oyunu izledikten sonra ‘burada canlı ve yeniden düşünülmesi gereken bir şey var’ diye düşünmüştüm. Hepimizin hayatında böyle özel festival anları vardır ve bu anlar Dikmen Gürün sayesinde gerçekleşmiştir. Bizler yeni şeyler deniyorduk ve denediğimiz şey, değişen seyir yeriyle değişen sahne arasındaki ilişkiyi yeniden tartışabileceğimiz bir ortamda gerçekleşiyordu. Dikmen Hoca’nın bu mücadeleyi verirken ne kadar yalnız olduğunu şimdi fark ediyorum. Dikmen Gürün hep bizim için mücadele etti ve bizler, O’nun sayesinde oyun oynayabilir tiyatrolar haline geldik. İstanbul Tiyatro Festivali O’nun sayesinde gerçek bir okula dönüştü ve bizler çağdaş tiyatronun ne olduğu üzerine düşünme fırsatı yakaladık.”

Tekand’dan sonra mikrofonu Kerem Kurdoğlu aldı. Kurdoğlu konuşmasına, modernizmin çöküşüyle birlikte dünyada meydana gelen dönüşümlerden ve bu dönüşümlerin Türkiye’ye yansımalarından bahsederek başladı. 1980’li yılları, “modernizmin çöküşüyle birlikte aydının/sanatçının önder rolünün artık kabul gören bir durum olmadığının görüldüğü yıllar” olarak tanımlayan Kurdoğlu, bu dönemde, dünyada sanatçının önderliğinin öne çıkarıldığı anlayışın sonu olduğunu,  “toplumu aydınlatması ve böylece toplumsal ilerlemeyi sağlaması beklenen aydın/sanatçı algısının kırıldığını”  söyledi. Kerem Kurdoğlu , tüm dünyada postmodern tiyatronun tartışılmaya başladığı 1990’lı yıllarda,  Türkiye’de İstanbul Tiyatro Festivali’nin tiyatromuz için oynadığı rolün önemine değindi. Türkiyeli tiyatrocuların, Festival sayesinde dünya çapında önemli işlere imza atan birçok tiyatrocu ile tanışma, tartışma ve üretme fırsatını yakaladığını belirten Kurdoğlu, o yıllara kadar Türkiye Tiyatrosu’nda bir “geri kalmışlık kompleksi” olduğundan ve bu kompleksin kırılmasında ve tiyatromuzun dünyaya açılmasında Diken Gürün’ün ve. İstanbul Tiyatro Festivali’nin çok önemli bir yeri olduğuna vurgu yaptı.

Kerem Kurdoğlu’ndan sonra sözü, Özlem Hemiş aldı. Hemiş, Tiyatro Eleştirmenliği ve Dramaturji Bölümü’nde öğrenim gördüğü yıllarda öğrencilerin dünyada sahnelenen oyunları izlemelerinin mümkün olamadığını söyleyerek, Dikmen Gürün sayesinde bu oyunları izleme ve çağdaş tiyatroyu değerlendirme fırsatını yakalayabildiklerini belirtti. Gürün’ün, bu oyunları izlerken hissettiklerini, düşüncelerini, değerlendirmelerini büyük bir heyecanla öğrencileriyle paylaştığını belirten Hemiş, bu paylaşımlar sayesinde tiyatro atmosferini daha iyi kavradığını belirtti. Tiyatroya sadece teoriyle bakmanın bir üst bakış yaratabileceğini,  ancak Dikmen Gürün’ün öğrencileriyle oyunlar üzerinden yaptığı paylaşımlarla tiyatronun pratiğini öne çıkararak bu tehdidi büyük ölçüde kırdığını söyledi. Hemiş, tiyatronun sadece teorik bilgiden ibaret olmadığını, sahnede tamamlandığını Dikmen Gürün sayesinde öğrendiğini  vurguladığı konuşmasında, İstanbul Tiyatro Festivali’nin Türkiyeli tiyatrocular açısından önemine değinerek, festival sayesinde dünyada olup bitenlerden haberdar olduklarını belirtti. 

Özlem Hemiş’ten sonra konuşan Yeşim Özsoy, kendisinden önceki konuşmacılar gibi, bu panelde konuşmacı olarak yer alıyor olmaktan dolayı duyduğu heyecanı paylaştı. Özsoy, masada yanyana  oturduğu konuşmacılardan “beni ben yapan insanlar” diye söz etti.  Lisede izlediği Dostlar Tiyatrosu’nun Galileo Galilei oyunundan çok etkilendiğini ve Genco Erkal’ın performansını izlerken tiyatronun kendisi için artık sadece hobi olmaktan çıktığını aktaran Özsoy, kendisinin tiyatroyu meslek olarak seçmesine neden olan ismin “hocam ve ustam” dediği Şahika Tekand olduğunu belirtti. Ardından, Dikmen Gürün‘ün kendisi için bir dönüm noktası olduğunu, ilk yurtdışı bağlantılarını kuran ve Galata Perform’un kapılarını dünyaya açan insanın Dikmen Hoca olduğunu anlatan Özsoy, şunları söyledi: “Beyoğlu’nda bir apartman dairesinde seyircilerin eve misafir olarak alındığı bir yerleştirmenin içinde sahnelenen “Ev – Kakofonik Bir Oyun”u sahnelerken, hiç beklemediğimiz bir anda Dikmen Gürün oyunumuzu izlemeye geldi. Sonra, oyunumuza  ITI Dünya Tiyatrolar Birliği Başkanı Manfred Beilharz’ı bizzat davet etti. Beilharz tarafından da beğenilince, oyunumuz 2004 yılının Haziran ayında, Avrupalı yeni yazarların oyunlarının sahnelendiği ve eski Bonn Bienali’nin bir devamı niteliğinde olan “Neue Stücke aus Europa” (Avrupa’dan Yeni Oyunlar Tiyatro Bienali) kapsamında Wiesbaden’de sahnelendi. Böylece biz dünyaya ilk adımlarımızı Dikmen Gürün sayesinde atmış olduk. Dikmen Hoca’nın ve Beilharz vizyonları benim tiyatro yaşamamı belirleyen en önemli köşe taşlarından oldular. 2009’dan itibaren uluslararası düzeyde düzenlediğimiz Yeni Metin Yeni Tiyatro Festivali’nin de en önemli destekçilerinden biri Dikmen Hoca oldu.”

Panelde son konuşmacı, Dikmen Gürün’nden sonra İstanbul Tiyatro Festivali direktörlüğünü üstlenen Leman Yılmaz oldu. Uzun yıllar İstanbul Tiyatro Festivali’nde direktör yardımcısı olarak çalışan Yılmaz, Dikmen Gürün’le yaşadığı çalışma deneyiminden bahsetti. 1994 yılında İstanbul Üniversitesi Tiyatro Eleştirmenliği ve Dramaturji Bölümü’nde doktoraya başlayan Yılmaz, Gürün’den hiç ders almadığını, ancak o yıllarda Tiyatro Festivali’nin direktörlüğünü yapan Gürün’e büyük bir hayranlık beslediğini belirtti. Leman Yılmaz, kendisinin uzun yıllar dansla ilgilendiğini, tez konusu olarak dans tiyatrosunu incelediğini ve zamanla tiyatroya yakınlaştığını söyledi. Yılmaz, tez savunmasını yaparken jüride bulunan Gürün’ün, savunmasını büyük bir ilgi ve dikkatle izlediğini ve jüride hararetli bir tartışma yaşandığı esnada Dikmen Hoca’nın söz alarak “Tiyatro değişiyor, tiyatro artık yalnızca metne bağlı kalmıyor. Hareket de dans da tiyatroya dahil oluyor” dediğini belirtti. Yılmaz, Dikmen Gürün’ün bu yaklaşımının o dönem için çok önemli ve yenilikçi bir tartışmanın kapılarını açtığını söyledi. Bir süre Heiner Goebbels’in asistanlığını yapan Leman Yılmaz, bu işin kariyerinde çok önemli olduğunu ve bu konuda kendisine destek veren ismin de yine Dikmen Gürün olduğunu belirtti. Heiner Goebbels’in asistanlığını yaptıktan sonra direktör yardımcısı olarak Dikmen Gürün’le çalışmaya başlayan Yılmaz şunları söyledi: “İstanbul Tiyatro Festivali’nin direktörlüğü ile ilgili en ince detayları, programın oluşturulmasında ve sürecin yönetiminde ne kadar titiz olunması gerektiğini Dikmen Gürün’den öğrendim. Dikmen Hoca sadece bir akademisyen olarak değil, çalışma disiplini anlamında da benim için çok önemli bir yere sahiptir.”

Konuşmalar sona erdikten sonra, panele katılamayan Zehra İpşiroğlu ve Zeynep Oral’ın mektupları okundu. Zehra İpşiroğlu mektubunda, çalışma arkadaşı ve dostu Dikmen Gürün’ün “Tiyatro Yazıları” kitabının öneminden bahsederek, bu kitabın, ülkemizde demokrasinin yerleşememesinin yarattığı baskı ve sansür ortamını çok iyi tarif ettiğini ve bugün de benzer bir atmosferden geçtiğimizi belirtti. Tiyatro Eleştirmenliği ve Dramaturji Bölümü’nün kuruluşunda ve sonrasında bölüm başkanlığını devralarak, Dikmen Gürün’ün tüm engellemelere rağmen bir arada durabilmenin, dayanışmanın en güzel örneklerini verdiğini belirtti.  Zeynep Oral ise mektubunda, İKSV’nin Tiyatro Festivali için umutsuzluğa kapıldığı bir dönemde, kendisinin Festival direktörlüğüne Dikmen Gürün ismini önerdiğini belirtti. Festivalin bugün uluslararası arenada önemli ve saygın bir yer edinmesini sağlayan baş mimarın Dikmen Gürün olduğunu  belirten Oral, Dikmen Gürün’ün bir marka olduğunu ve İstanbul Tiyatro Festivali’ni de bir markaya dönüştürdüğünü aktardı.

Mektupların okunmasının ardından konuşmasını yapmak üzere davet edilen Dikmen Gürün, konuşmasına tüm konuşmacılara teşekkür ederek başladı. Gürün, “Dikmen Gürün’e Yazılar” adıyla yayımlanan kitabın kendisi için çok önemli bir yeri olduğunu belirtti ve kitapta emeği geçen isimlere tek tek teşekkürlerini sundu. Kitabın yalnızca akademik makalelerden oluşmadığını, yıllarca birlikte çalıştığı, birlikte yol yürüdüğü dostlarının yazılarına da yer verildiğini söyledi. Dikmen Gürün, konuşmasını şöyle sonlandırdı: “Üstümüzdeki bulutlar kasvetli. Etrafıma bakıyorum, şiddet her geçen gün daha da tırmanıyor. Erkek egemen toplumlarda kadını baskılayan yapı çevremizi sarıyor, çığlıklar duyulmuyor. Savaşların içine çekiliyoruz, şehitler veriyoruz, terörün önü alınamıyor, kan durmuyor. Yetmiyor, depremler canları alıyor. Toplum olarak umutsuzuz, karamsarız, gerginiz. Dünyanın saygın ülkeleri, ilim ve bilim enginliğini sindirmiş ülkeler. Kültür, çoğulcu bir kavram olarak eğitimden sosyal yaşama, sanata, dine, pek çok disiplinin bir araya geldiği bir bütün. Bu bütünün temel dayanaklarının politik çıkarlarla sarsılması çok daha yaralayıcıdır. Her şeye karşın, böyle dönemlerde tiyatro düşünceleri, ruhları zenginleştiriyor. Bizde de perdeler açılıyor. İyi ki de açılıyor, giderek ve çoğalarak açılıyor. Oscar Wilde, ‘sahne, sanatın yaşama döndüğü alandır’ der. Tiyatronun çok katmanlı yapısı, onun hayata dair tartışmaların yaşandığı bir sanat olarak yüceltiyor. Bu süreçte dinamik, genç seyirci kuşağıyla karşılıklı bir etkileşim yaşanıyor. Ama zorlanıyor tiyatrolarımız… Sanatın gümrük denetçileri tarafından yokuşa sürülüyor tiyatrolarımız. Sansürden devlet desteğine, mekan sorununa kadar uzanan zincirin halkaları ket vurmak istiyor tiyatrolarımıza. Ne var ki tiyatro, her dönemde özgürlükler adına; acılar, sevgiler ve umutlar adına ortaya koyduğu eserlerle enerjisini koruyor ve koruyacak. Tiyatro, bir yaratıcılık, bilgilenme, aydınlanma ve düşünme süreci olarak; yaşamlarımızın ayrılmaz bir parçası ve tiyatro eleştirel bir yapı olarak mücadelesini sürdürüyor, sürdürecek.”

1

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku