“Birdenbire Bir Tarih Silinmiyor ve Yeni Bir Tarih Başlamıyor”

editor
1,9K Okunma
Usta oyuncu Nevra Serezli ve Yönetmen Nedim Saban, “Veda” oyununu Evrensel gazetesinden İsmail Afacan’a anlattı.

Veda oyunu Ayşe Kulin’in aynı adlı romanından tiyatroya uyarlandı. Bir konakta geçen oyunun arka planında Kurtuluş Savaşı ve cumhuriyetin kuruluş yılları anlatılıyor. Oyunda Nevra Serezli “Deli Saraylı” karakterini canlandırırken Aziz Sarvan Maliye Nazırı Ahmet Reşat’a hayat veriyor. Oyunda ayrıca Fatih Gülnar, Leyla Feray, Meral Asiltürk, Alişan Özkan, Zeynep Sevi Yılmaz, Gizem Nur Topaloğlu, Gizem Çayhanoğlu rol alıyor.

Usta oyuncu Nevra Serezli ve Yönetmen Nedim Saban ile “Veda” oyununu konuştuk. Serezli “Bizim oyunda cumhuriyetin kuruluşu aile içinde anlatılıyor. Ne savaş ne de ateş hattını gösteriyoruz. Bir konağın, bir evin içinde cumhuriyeti yaşıyoruz” derken Saban “Birdenbire bir tarih silinmiyor ve yeni bir tarih başlamıyor. Acısıyla tatlısıyla o tarihin geçişkenliğini burada yansıtmaya çalıştım” ifadelerini kullanıyor.

Veda romanını oyunlaştırma fikri nasıl çıktı?

Nedim Saban: Nevra ablanın “Ağaçlar Ayakta Ölür” ile tiyatroya geri dönmesi bizim için çok büyük bir mutluluk. Yeni bir oyun yapalım diye bakıyorduk. Hem cumhuriyetin 100’üncü yılı olması, hem de Ayşe Kulin’in bir romanını oyunlaştırmak istiyordum. Ekipten arkadaşımız Fatih Gülnar (Aynı zamanda Kerim rolü oynuyor) Veda’yı önerdi. Daha biz Nevra ablaya “Veda” dediğimiz anda “Tamam ben varım” dedi. Nevra Abla da zamanında okumuş ve çok sevmiş. Nevra Abla’nın bu işe inanması beni bugüne kadar getirdi.

Sizi bu oyuna ikna eden neydi?

Nevra Serezli: Romanı okumuştum. Hayalimde belki oynarım diye canlandırmıştım. Onun için iknaya gerek kalmadı. “Deli Saraylıyı ben oynayacağım” dedim.

“HAYALLERİMİZİ BİRAZ KÜÇÜLTTÜK”

Nasıl uyarladınız romanı?

Nedim Saban: Ben oyuncularla çalışmayı çok seviyorum, sonuçta tiyatroda her şey birbirinin içine giren bir süreç. Uyarlamada ilk versiyonuna itirazları oldu kadronun. Tiyatronun farklı bir dili var. Yani birtakım olayları romandaki gibi sunamıyorsunuz. Romana nereden bakacağınızı, sahne dilinde nelerin öne çıkacağını seçmeniz gerek. En büyük rahatlığım Halide Edip üstüne tez yazdığım için o dönemi çok iyi biliyordum. Ona rağmen 6-7 ay sürdü oyunu uyarlamam. Şu anda yedinci versiyon oynanan.

Nevra Serezli: Yazıyor, çiziyor, getiriyor, okutuyor. “Burası olmamış” diyoruz. “Peki gece gideyim düşüneyim” diyor. Sabah 5’te mesaj atıyor, “Şuraya bu sahne buldum” diyor falan. Yazboz, yazboz… Tabi biz de teatral bir dramatik gelişme istiyoruz. Seyirciyi sadece hikaye değil görsel olarak da tatmin etmesi lazım. O yüzden birçok sahne buldu Nedim. Teknik açıdan bence hayal ettiğine ulaşamadı. Çünkü ilk bize hayal ettiğini anlattığı zaman olağanüstüydü. “Bu yapılamaz, bu çok pahalı, bu burada yok, bu turnelere gidemez” gibi sorunlarla karşılaştıkça hep başka bir yöntem bulmak zorunda kaldık. Hayallerimizi biraz küçülttük.

“TARİHİN GEÇİŞKENLİĞİNİ YANSITMAYA ÇALIŞTIM”

Romanla oyun arasında ne gibi farklılıklar var?

Nedim Saban: Romanın sevdiğim karakterlerine biraz daha ağırlık verdim. Mesela Deli Saraylı ya da torunlar. Burada başka hassas bir şey var. Bu aynı zamanda gerçek hayattan alınan bir hikaye. Dönemsel yanlışlar yapmamaya çalıştık. Sadece aksesuar veya dekor değil, dilde de… Bir de romanda sayfayı durdurabilirsin ve hayal edebilirsin, iki sene sonra bir daha başlayabilirsin. Ama tiyatroda böyle bir şey yok. Bir süreklilik gerekiyor. Onun için o sahnenin içine başka bir sahneden bir şey gerekiyor. Biz de bunu yapmaya çalıştık. Yani akışkanlığı sağladık.

Bir de tabii romanın başka bir yanı daha var. Bunu biz bir tarihsel döngü hikayesi olarak da anlatmak zorundayız. Yani bu yıl cumhuriyetin 100’üncü yılı. Burada cumhuriyete geçişteki sancılar… Benim bu öyküde en sevdiğim şey, gerçekten ön yargısız olması, insanın değerlerini, zaaflarını, korkularını öne çıkartması… O karakterleri, Osmanlı’nın son Maliye Nazırını da seviyorsunuz, haklı buluyorsunuz. Onun yine körü körüne olan inançları var. Onun devlet sorumluluğuna saygı da duyuyorsun. Dolayısıyla tarihte en güzel şey iç içe geçmesi ve insanların birbirlerine acıları da devretmesi. Birdenbire bir tarih silinmiyor ve yeni bir tarih başlamıyor. Acısıyla tatlısıyla o tarihin geçişkenliğini burada yansıtmaya çalıştım.

Ayşe Kulin nasıl buldu uyarlamayı?

Nevra Serezli: Biz çok korkuyorduk çünkü kötü bir anısı var. Daha önce bir romanının uyarlamasını hiç beğenmemiş. Açıkçası biz ilk teklif ettiğimizde de birazcık çekimser davrandı: “Biliyorsun benim çok kötü bir tecrübem oldu ama Nevra’cım seni tanıyorum, Nedim’i tanıyorum. Sizden bu kadar mutsuz ayrılacağımı zannetmiyorum. Onun için yapalım” dedi. Oyunu izledikten sonra, boynumuza sarıldı.

“BENİM AİLEMDE DE BU TİPLEMELER ÇOK VARDI”

Deli Saraylıyı canlandırıyorsunuz. Onu canlandırmak ne hissettiriyor sizde?

Nevra Serezli: Bir kere bilinen, yaşamış bir kişi. Ayşe’nin ağzından da anlattıklarını kale aldım. Benim ailemde de bu tiplemeler çok vardı. Saraylarda büyümüş gelmiş, etrafımda büyük teyzeler, büyük nineler falan vardı. Kaprislerini, despotluklarını o kadar iyi yaşadım ki, bildiğim bir karakter. Deli Saraylı devamlı odaları kontrol eden biri. Öyle otoritesi var evin içinde. Dramatik yapı olarak oradan başlayıp sonra demansa geçip hafif tırlatıp o pozisyona gelmesi bana çok koyuyor. Şimdi oradaki otoriter, her şeye karışan kadının, sonraki çorba içtiği sahnede o gidik kafalı hali mesela bana aşırı dokunuyor. Çünkü benim öyle tanıdığım yaşlanmış anneanneler, nineler var. “Nereden nereye” dedirtir ya insana, bu çok dokunuyor insana.

Mütareke İstanbul’unda geçiyor hikaye. Esir şehir vurgusu çok fazla var. Yüzyıllık bir zaman dilimi. Neler söylemek istersiniz?

Nevra Serezli: 100’üncü yıl kutlamaları kapsamında yapılan oyunlarda hamasi bir tavır var. Bizim oyunda cumhuriyetin kuruluşu aile içinde anlatılıyor. Ne savaş ne de ateş hattını gösteriyoruz. Bir konağın, bir evin içinde cumhuriyeti yaşıyoruz.

Nedim Saban: Romanda beni en yaralayan şeylerden biri, İngilizler havai fişek ile bir kutlama yaparken Türklerin havai fişeği bilmedikleri için bundan korkmaları. Onların mutluluğu senin korkuna dönüşüyor. Orada emperyalist güçler var ve o kuşatılmışlık içinde hayat devam ediyor. Bir de aydın sorgulaması var. Kerim karakterinde bunu görüyoruz: İstanbul’da yazı yazmak mı, aktivist olmak mı?

“TÜRK TİYATROSUNUN YAZARA İHTİYACI VAR”

Türkiye tiyatrosunun son 60 yılının tanığısınız. Geçmişle bugün arasında nasıl farklar var?

Nevra Serezli: Şimdi ben ’66 da tiyatroya başladım, 2023’ü bitiriyoruz. Bana tesiri çok farklılık olarak yansımadı açıkçası. Hep iyi tiyatrolarda çalıştım, hep dolu salonlara oynadım. Ben sıkıntı çekmedim. Şimdi çok sıkıntı çeken tiyatrocu arkadaşlarımız var. O yüzden ben çok objektif olarak eleştirmiyorum. Ben prensesler gibi yaşadım tiyatrolarda. Yani hem oyuncu olarak öyle yaşadım, hem maddiyat olarak da. Seyirci potansiyelinde çok fazla farklılık görmüyorum. 1966 senesinde Dormen’de oynadığım ilk oyunda nasıl reaksiyon alıyorsam, bugün de aynı reaksiyonu alıyorum.

Bizim devrimizde çok alternatifli tiyatro usulü yoktu. Şimdi gençlik bunları yapmaya başladı. 10, 15, 20 kişilik salonlarda tiyatro yapıyorlar. Deneme tiyatrolarında çok absürt oyunları bile koyabiliyorlar. Gençler deneyebiliyor. Daha cesur, atak işler yapmaya kalkıyorlar. Bu güzel bir şey… Geçmişte hep oturmuş tiyatrolar vardı. Ali Poyrazoğlu, Dormen Tiyatrosu, Kenter Tiyatrosu, Nejat Uygur Tiyatrosu, Gazanfer Özcan Tiyatrosu, Gen-Ar Tiyatrosu, Ankara Sanat Tiyatrosu, Dostlar Tiyatrosu…

Hepsinin seyircisi farklıydı. Yani Dormen’in tiyatrosu farklı, Gazanfer Özcan ve Nejat Uygur’a gidenler farklı olurdu. Kenter bir seviye daha üst, daha entel seyirciye hitap ettikleri olurdu. Altan Karındaşlar, Gen-Ar Tiyatrosu daha az kişili oyunlar oynardı. Sonra Kulüp 12’nin altında Devekuşu Kabare başladı Yeni bir akım, yeni bir şey. Kabare nedir? Halk ilk defa öğrendi. Böyle böyle bugünlere geldi.

Sonra müzikaller oynanmaya başladı. Türk halkı ne anlar müzikalden diye düşünüldü. Egemen Bostancı müzikalleri, sonra Devlet Tiyatroları müzikal koymaya başladı. Hem de Amerika’dan, İngiltere’den en favori müzikalleri buraya getirdiler. Salonlar dolup taştı. Yani bir Keşanlı oynamasa idi, bugün Alice oynanamazdı. Onun için hepsi birbirini takip ederek akımlar halinde geldi. Ve bence de iyi bir durumda Türk tiyatrosu. Şu anda Türk tiyatrosunun yazara ihtiyacı var. Oyuncu açısından hiçbir sıkıntımız yok. Evvel Allah müthiş oyuncularımız var. Harika rejiler yapıyorlar.

“EN BÜYÜK ZORLUK PROVA MEKANI”

Yeni sezon başladı, Tiyatrokare yeni sezona nasıl hazırlandı, neler var programda?

Nedim Saban: Bizim eski oyunlarımız var. Mesela “Ağaçlar Ayakta Ölür”ü biz daha az oynarız diye düşünüyorduk. Çünkü dört yıl kapalı gişe oynadık. Ama o oyunu da istiyor seyirci ve devam ediyoruz. “Ahududu” aynı şekilde. “Şen Makas” biraz daha az oynanmakla beraber devam edecek. Başka bir komedi düşüncemiz de var, ancak içimize sinmesi lazım. Veda’nın hazırlığı bir yıl sürdü, bir özel tiyatronun böyle bir hazırlık imkanı olsa keşke, biraz abartılı bir süreç oldu, yeni projelerde daha hızlı hareket edeceğiz ama önce biz mutlu olmalıyız. Bir de benim tabii hayal projelerimden biri de “Satıcının Ölümü”, herhalde o gelecek seneye kalır. Ama biz ilk günden beri Anadolu’ya, doğuya gitmek istedik. Yani “Ağaçlar Ayakta Ölür” ile iki defa bütün Türkiye’ye gidildi. En çok istediğimiz de seyircinin “Veda” ile buluşması. Çünkü Anadolu’da çok aydın bir seyirci var ve gitmek gerekiyor. Yoksa sadece Kadıköy’de oynayan tiyatro olmak istemiyorum.

Uzun süredir istikrarlı sürdürüyorsunuz. Her sene oyun çıkıyor, düzenli sahneleniyor. En çok karşılaştığınız zorluklar neler oluyor?

Nedim Saban: En büyük zorluk prova mekanı. Çünkü eğer kendini bir yere ait hissetmiyorsan bu çok kötü bir şey. Torbanı topla, orada çalış, torbanı topla, burada çalış. Olmuyor yani. Oyuncu da yabancılaşıyor. İstanbul Belediyesi gerçekten prova mekanında çok destek oldu ve bize ilaç gibi geldi. Onun dışında en büyük sorun da meslektaşlarımızın dizilere inanması. Dizide çok çalıştıkları için başka iş almak istemiyorlar. Aldıkları zaman iki işi birden yapamıyorlar. Türkiye’nin koşulları, sürekli bir plansızlığa ve b planına istiyor. Bu çok zor. Şu anda mesela benim sınıf arkadaşlarım Amerika’da ufak tefek veya büyük tiyatrolarda genel sanat yönetmeni oldular. 2026’ya kadar yapmışlar programlarını. Burada mümkün değil, yarını bilmiyorsun.

Kaynak: https://www.evrensel.net/haber/503298/birdenbire-bir-tarih-silinmiyor-ve-yeni-bir-tarih-baslamiyor

 

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku