Sahneye oyuncular gere çıkar, oyuncular değişir, seyirciler değişir, ama oyun durmadan sürer. Tiyatro oyununda oyunun sürmesidir önemli olan, oyuncular ara istasyonlarda sahneye çıkar ve iner ama tiyatro tarihine ve sahneye izlerini bırakırlar, sahneler yıkılsa da, yakılsa da o izler insanlık tarihi boyunca hep var olacaktır…
“Ağaçlar Ayakta Ölür” oyunun sahnesinden de kimler geldi kimler geçti… Uzun bir liste çıkabilir ama oyun yıllardır sahneleniyor ve her oyuncunun yeniden hayat verdiği roller, değişen isimlerle birlikte bizlere mesajını iletmeye devam ediyor…
Alejandro Casona, sürgünde yaşarken yazdığı “Los árboles mueren de pie” (Ağaçlar Ayakta Ölür, 1949) eseriyle dünyaya bakış açısını da seyircisine sunar. Sürgün yıllarında ülkesine duyduğu özlemi trajikomik bir eserle seyircisine sunarken, sürgünden ülkesine dönüşün biletini de almıştır.
Oyunun konusuna gelince… Yaşlı bir kadının torunu için koruyup kolladığı ıhlamur ağacı yaşadığı evin bahçesinde durmaktadır. O ağaç torununun yaşam ağacıdır; o ağaç yaşadığı sürece torununun kokusu, yaşam sesi, kendisini hapsettiği evin penceresinden oturduğu koltuğa gelmektedir… O ağaç yaşamın ve umudun sembolüdür…
Anne ve babasını bir uçak kazasında kaybeden bir çocuk (Hakan) büyükannesi ve dedesinin yanında yaşamaktadır; çocuğu o kadar şımartmışlardır ki, çocuğun hedefi, hayata dair bir duruşu, örnek alacağı bir ebeveyni yoktur, zamanın ruhuyla hayatta savrulur durur. Rejisör Nedim Saban’ın uyarlamasında, uyuşturucuya alışır, o alışkanlık çatışmayı körükler ve dedenin (Cevdet Bey) bir tokadı artık genç olan Hakan’ı ülke dışına savurur. Yıllar geçer, büyükanne (Güzide) torun (Hakan) özlemi, affedemediği kocasıyla o ağacın gölgesinin vurduğu evde yaşamaya devam eder. Cevdet Bey yıllar yaşadığı pişmanlıkla torunu adına karısı Güzide’ye mektuplar yazar… Güzide için hayat yeniden filizlenmiştir, baharın cıvıltıları eve yeniden ulaşmıştır… Güzide hayata yeniden tutunmuştur, kalp krizi sonrası oluşan kendini bırakmışlığın yerini umut almıştır. O günden sonra daha dinçtir, hayata tutunmuş, yarına dair umut beslemiştir… Olaylar böylece başlar ve akıp gider…
Olaylar yaşanırken, ülkemizde de zaman hızla akmaktadır. 12 Mart ve 12 Eylül süreçlerini yaşayan Türkiye, çalkantılı bir dönemden geçmektedir. Oyun öyle ustalıklı ve ince göndermelerle ülkemize ve zamanımıza uyarlanmış ki, birkaç gün içinde gelişip sonlamış hikayenin arka planında ülkemizin toplumsal tarihi, en çatışmalı süreci sahneye yansımaktadır. Olaylar bir evin içinde akarken dışarıda akan yaşamla güçlü bir diyalektik bağ kurulmuştur…
Oyunun yönetmeni Nedim Saban, kurgusunu içiride dışarıya, dışarıdan içeriye doğru büyük bir ustalıkla kurgulamıştır. O’nun rejisinde oyuncular sahnede kendilerini özgürce gösterecekleri imkana kavuşmuştur. Oyuncuların tonlamaları, jestleri, mimikleri, sahnelemeye uygun performansları kurguyu başarılı kılmada ve oyunun sahnedeki duygu ve düşüncesini seyirciye taşımada çok önemli bir yerde durmaktadır.
Her oyuncu aynı zamanda her biri pandomim sanatçısı gibidir… Oyunun başında yaratılan pandomim gösterisi, aslında oyun boyunca sürer… Sözleri kaldırın, duygular size ulaşacaktır.
Nevra Serezli, tiyatromuzun abidelerinden biridir. Usta oyuncu oyuna öyle bir doğallık, canlılık katmış ki, sahneye adımı atar atamaz seyirciden karşılığını bulmaktadır. Yılların usta oyuncusu sanki kendisi için yazılmış bir oyundadır… Nevra Serezli, onlarca yıllık tecrübesine eşlik eden istisnai güzellikteki oyunculuğuyla seyirciyi büyülemektedir. O’nun mimikleri, jestleri, tonlamaları, sahne hakimiyeti, sahnenin her yerini arınlarken karşısındaki oyuncuya alan açması, diğer oyuncularla yarattığı uyum vb. ile adeta bir oyunculuk resitali sunmaktadır.
Benim izlediğim oyunda, dede (Cevdet Bey) rolünü Nuri Gökaşan canlandırmaktaydı. Nuri Gökaşan, zaten başlı başına ayrı bir ustadır, yılların damıttığı bir yetenek abidesidir. Dede karakteri, onun oyunculuğuyla sahnede hayat bulmaktadır ve O sahnede adeta “vardım, varım ve var olacağım!” demektir… Nevra Serezli ile karşılıklı rollerinde, tiyatro sahnesinde yaşayabileceğiniz eşsiz bir oyunculuk ritüeliyle karşılaştığınızı duyumsarsınız. Gökaşan, sahne tozu üzerine alın terini akıtmaktadır…
Ustalar sahnededir, onlar rol arkadaşlarını da oyunculuklarıyla destekleyip oyunun sahne üstündeki başarısının baş mimarları olmuşlardır.
Önder Atakanlı (Asım ve Hakan rolünde) oyunu bir anlamda enerjisi ve yeteneği ile yönlendirmektedir, zaman çizgisini hızlandırıp yavaşlatandır, oyunun ritmini tayin eden O gibidir. Ustalıkla geçişler içinde sesini, bedenini öyle iyi kullanmaktadır ki, usta oyunculara kusursuz biçimde eşlik etmektedir.
Meral Asiltürk, (Zeynep) göz dolduran bir performans sergilemektedir. Sahnede çoğunlukla Önder Atakanlı ile birlikte yerini alır, çünkü rol içinde bir başka rolde görev almaktadır. Karakterini son derece sahici biçimde canlandırıyor. Değiştirdiği kostümleri başarıyla taşırken, diğer oyuncularla sahnedeki uyumu, oyunun akışına verdiği desteği, ustalar ile birlikte nasıl bir usta oyuncu olunacağını ve rolün büyüğüne, küçüğüne bakılmadan sahnede nasıl başarılı olunacağını gösteriyor, muhteşem oyunculuğuyla…
Meltem Özlevent (Gülnaz) ise evin her şeyidir, annesinin yerinde çalışan ev yardımcısı rolünde ama o sahnede olması gereken ne varsa sahnede olmasını sağlayandır, O olmazsa belki sahnede bir şeyler aksak kalacak gibidir… Mimikleri ile dikkatleri üzerine çekmektedir…
Hakan Dönertaşlı ise, torun Hakan rolündedir… Uyuşturucu kullanan, kriminal bir genci canlandırmaktadır, sahneye ikinci perdede çıkmaktadır, oyunun düğümlenmesi ve çözülmesi sürecinde kritik rolü canlandırmaktadır… Sahneye girdiğinde rolüyle tam örtüşmemiş hissi uyandırsa da (elbette benim gözlemim) oyunun ilerleyen bölümlerinde karakterine yönetmenin istediği şekilde hayat verdiğine şahitlik ediyoruz… Oyuna sonradan dahil olunca, yıllardan beri akan oyunun yarattığı atmosfere uyum süreci yaşaması doğaldır, oyuncular değişir ama oyun devam eder söylemine hayat vermektedir.
Mehmet Selin Sağdıç (Mahir rolünde) için ayrı parantez açmak gerek. Çünkü oyunun ruhunu daha oyunun başında ortaya koymaktadır. Usta bir pandomim sanatçısıdır ve ustalığını sahnede göstermektedir. Oyunun ilk adımı hep zordur ama o ilk adımı öyle bir atıyor ki, oyunun akışını belirliyor gibidir, diğer oyunculara da sanatını aktaran bir sihirbaz görevi görmektedir…
Nedim Saban, usta bir tiyatrocu, seyircinin aklını ve yüreğini nerede yakalayacağını çok iyi bilen, oyunları için oyuncu kadrosunu önceden hesaplayabilen usta bir yönetmen aynı zamanda oyunu sahneleyen Tiyatrokare’nin de sahibidir. Yeteneklerinin arasına bir de akademisyenliğini katmış olsa da, hani derler ya; on parmağında on yetenek! O’nun tiyatrosu yıllardır uzun soluklu oyunlara imza atıyor, giderek daralan bir alanda, İstanbul’un dahi sadece bir kaç ilçesine sıkışan tiyatrolardan ayrışarak, Türkiye’nin her yerine turneler yapıyor ve ülkenin her şehrinde tiyatroya susamış kitleleri nitelikli oyunlarla buluşturuyor. Tiyatro tarihi onu ayrı bir konumda yazmaya devam edeceğini düşünüyorum, çünkü zamanı ruhuna uygun oyunlar sahneleyerek kendi seyirci kitlesini yaratmış, çok geniş kitlelere nitelikli tiyatro oyunları sunan ve kendi ekolünü yaratmış başarılı bir yönetmendir.
Sahnenin olmazla olmazları ışıktan ve dekordan bahsetmeyi unuttuğumu düşünmeyin, çünkü ışık olmazsa oyun olmaz. Işık tiyatrodur, sahneden ışık seyirciye yansımazsa oyun olmaz, sadece karanlıkta ses, sesler de ışığı taşır, eğer gerçekten zifiri karanlık ortamda oyun sahnelenmiyorsa…
Işık ve ses düzeni oyunculara büyük destek sunarken, oyunu benim izlediğim sahnede (Trump Sahne) dekor kalabalık gibiydi. Çünkü sahne küçük kalmıştı, elbette her materyalin bir işlevi var sahnede ama, biraz daha az eşya olsa daha mı iyi olurdu diye düşündüm. Yerleşik sahne olmayınca ve oyun sürekli turnede olunca, daha işlevsel ve gerektiğinde oynanan sahneye uyum için yeniden düzenlenen dekor kaçınılmaz. elbette. Beni gerçek anlamda rahatsız etmedi ama, belki pratik çözümler bulunabilirdi. Ayrıca, eşyaları taşıyan emekçileri düşününce… Kolay değil sahne sahne kırmadan, dökmeden o kadar eşyayı taşımak, deposunu bulmak… Mesela, sahnedeki ağaç gövdeleri acaba bir video görüntüsüyle ya da barkovizyonla yansıtılabilir miydi?
Yıllar içinde oyuncuları değişmiş olmasına rağmen, oyun hep yoğun bir ilgiyle salonları doldurmaya devam etmektedir.
Emeği geçenlere bir bir teşekkür ediyorum; iyi ki varsınız, iyi ki bu oyunu tam da bu zamanda sahneye koydunuz. Bu kadar karanlık, buhranlı süreçte umutla, iyilikle, güzellikle yüzümüzü gülümsettiniz ve sayenizde küflenmiş gri hücrelerimiz enerjiyle doldu, yorgun ve mutsuz yüreklerimize tiyatronun can suyuyla mutluluk aşıladınız…