Aytaç Topuz: “1980 Sonrası Oluşan İdeolojik Baskı, Pandemi Koşullarında da Devam Ediyor”

Yavuz Pak

Dünyayı sarsan koronavirüs salgını 11 Mart itibarıyla “resmen” ülkemize de giriş yaparak ekonomiden toplumsal yaşama, politikadan sanata yaşamın tüm alanlarını sarstı. Seyirci ve sahnelenen oyun sayılarının ivmelendiği bir sezonunun bitimine daha aylar varken, salgın nedeniyle birdenbire tiyatrolar kapandı; tiyatrocular da seyircileriyle birlikte evlerine kapanarak ne zaman biteceği bilinmeyen bir karabasanın içinde buldular kendilerini. Pandeminin başlamasıyla “ilk kapatılan” mekanlardan olan tiyatrolar, 1 Temmuz itibarıyla açılmasına “en son” izin verilen mekanlar oldu. Tabii açılabilenler için… Zira pandemi sürecinde, zaten pek çok ekonomik sıkıntı yaşayan bağımsız tiyatrolar “yok olma” tehlikesiyle karşı karşıya kaldı.

Pandeminin başlangıcından bu yana geçen altı ayı aşkın sürede, tiyatrolar örgütlendikleri farklı oluşumlar üzerinden sorunlarına çözüm bulmaya çalıştılar. Ancak, tiyatroların yaşam savaşı verdikleri sorunların büyüklüğü ile kıyaslandığında, son derece küçük kalan bir kaç “cılız” destek ve “yetersiz” bazı düzenlemenin dışında, tiyatroların en acil ve somut taleplerine dahi kulak tıkandı, yüzlerce tiyatro ve binlerce tiyatrocu kaderleriyle başbaşa bırakıldı. Nitekim, sezonun başladığı bugünlerde sahnelerin kapanma haberleri de gelmeye başladı…

Tiyatro… Tiyatro… Dergisi olarak, tiyatroların yaşadığı sorunları yansıtmak ve tiyatrocuların bu sorunlar ve çözüm önerileriyle ilgili görüşlerini kamuoyu ile paylaşmak amacıyla, pandemi sürecinde Türkiye’nin yedi bölgesinde ve hemen her şehrinde tiyatroların bir araya gelerek örgütlendiği “Tiyatromuz Yaşasın İnisiyatifi”nin farklı şehirlerdeki temsilcileriyle konuştuk.

*****

Bugünkü konuğumuz,  Tiyatromuz Yaşasın İnisiyatifi Geçici Yürütme Kurulu üyesi ve Burdur Sanat Tiyatrosu yönetmenlerinden Aytaç Topuz

Yavuz Pak: Pandemi sürecinde alınan tedbirler kapsamında ilk kapatılan ve son açılan kurumlar tiyatrolar oldu. Bulunduğunuz bölgede, bağımsız tiyatrolar pandemi sürecinden nasıl etkilendi? 1 Temmuz’da resmen açılan tiyatrolar faaliyete geçebildiler mi? Sürecin olumsuz etkilerini telafi etmek için bölgenizde ne tür çalışmalar yürütülüyor? 2020-21 sezonu için beklentileriniz ne yönde?

Aytaç Topuz: Biz Akdeniz bölgesindeyiz, pandemi öncesinde de durum çok iç açıcı değildi ama pandemi ile birlikte aslında önceden de var olan sıkıntılar içinden çıkılamayacak derecede derinleşmiş oldu. Tiyatromuz Yaşasın İnisiyatifi olarak irtibatta olduğumuz Mersin ve Antalya’daki bağımsız tiyatroların süreci atlatma güçleri gittikçe azalıyor. 

1 Temmuz’da tiyatrolar açılmış oldu evet, ama bu bence devletin sorumluluktan kaçma hamlesiydi. Taleplerimizi yerine getirmeyen ilgili kurumlar, “artık açıldınız batacaksanız kendiniz batacaksanız” anlamına gelen bir hamle yapmış oldu. Sonucunda da perde açmaya başlayan meslektaşlarımızın oyunları, vakaların tekrar artmasıyla birer birer iptal edilmeye başladı. Kaldı ki, devam edilse bile pandemi kuralları dahilinde oyun oynayıp, doğal olarak çekinen seyirciyi oyunlara çağırıp kazanç elde etmek hem çok zor, hem de sağlık açısından riskli.  

Biz tiyatrocular her zaman dayanışmaya açığız ama, sürecin etkilerini telafi etmek bizim değil ilgili bakanlıklar eliyle “devletin görevi“. Biz hiç de az olmayan oranlarda vergi ödüyoruz ve bunun karşılığını bekliyoruz bizden sorumlu kurumlardan, yardım ya da kurtarılmayı değil. Yapılan “geçici” vergi indirimi de dahil olmak üzere henüz dişe değen bir adım gelmedi sorumlulardan. Bununla birlikte, içinde bizden açık hava için oyun alan Burdur Belediyesi de dahil olmak üzere bazı belediyeler illerindeki tiyatroları destekleyici hamleler yapıyor.  

2020-21 sezonu için beklentimiz, örgütlü ve bütünlüklü bir mücadeleden geçiyor, yani önce o beklentiyi biz yaratacağız. Haklarımızı kazandıktan sonra ve pandemi sürecini atlattıktan sonra da, bu örgütlülük turne ve sanatsal paylaşımlarla ülkemizde tiyatronun yükselişini sağlayacaktır. 

Yavuz Pak: Özellikle 1980 darbesi sonrası örgütlü toplum olma vasfını yitirmiş bir ülkede, öteden beri güçlü ve kalıcı örgütsel yapılar inşa edemeyen sanat ve tiyatro camiası, pandemi sürecinin zorlu ve kaygılı koşullarında ortaya çıkan farklı oluşumlar üzerinden bu eksikliğini giderebilecek mi? Sizce, pandemi süreci bağımsız tiyatrolar ve tiyatrocular için, asgari müştereklerde buluşmayı ve mesleki dayanışmayı yükselterek sorunlarının çözümü için bir örgütlü bir mücadele vermenin önünü açabildi mi? Tiyatroda mesleki birlik hala uzak bir hayal mi?

Aytaç Topuz: 1980 sonrası oluşan ideolojik baskı pandemi koşullarında da, hala daha devam ediyor. Bencilleştirilen, bireycileştirilen, üzerine dinsel politikalarla baskılanan bir ortamdan tiyatroların etkilenmemesi mümkün değil. Tiyatro bu konuda direnci daha yüksek olan bir alan olsa da, postmodern kanserin etkileri çıplak gözle görülebiliyor popüler sanata göz gezdirildiğinde. 

Pandemi gibi zor ve kaygılı süreçler harekete geçirme konusunda olumlu sonuçlar doğurabiliyor, “Tiyatromuz Yaşasın imza kampanyası”nın yarattığı etki buna en güzel örnek oldu, 500’e yakın bağımsız tiyatro bir araya geldi ama tek başına yeterli değil elbette. Çözüm için asgari koşul örgütlü olmaktır, belli bir ölçüde bu başarıldı. Şimdi işin zor kısmındayız, bu örgütlülüğü sonuç alıcı bir bütünlüğe kavuşturmak. Sanatsal alanda çok sesli ve zengin olmalıyız ama mücadelede fikir birliği önemlidir. Ben bunun başarılacağına inanıyorum, çünkü muhatabımız belli, haklarımız belli, durumumuz belli. Zaman zaman “ağzımızın tadı bozulmasın” minvalinde itirazlar geliyor mücadele hamleleri konusunda ama sonuç almaya başladıkça bunlar değişecektir. Belki de daha genel bir değişim gerçekleşir ve bunlara gerek kalmaz. 

Yavuz Pak: Modern tiyatronun kurulduğu günden beri, özellikle toplumsal dönüşüm süreçlerinde dolaysız bir ideolojik/politik araçsallaştırma sürecine tabi tutulduğu ve hala bir kültür sanat politikasının olmadığı bu coğrafyada, tiyatro örgütlenmelerinin pandemi sürecinde geçen altı ay boyunca dile getirdikleri kısa ve orta vadeli talepleri, bir kaç küçük düzenleme dışında, yaşam mücadelesi ve tiyatroların ve tiyatrocuların ihtiyaçlarını karşılamaktan çok uzak kaldı. Büyük çoğunluğu perde açamayacak durumda olan tiyatroların böyle bir felaket döneminde devlet kapısından eli boş dönmelerini nasıl açıklarsınız? Bu süreç devlet-tiyatro ilişkisinde bir değişim yaratabilir mi?

Aytaç Topuz: Öncelikle ben yeni bir toplumsal dönüşüm sürecinin, -sadece ülkemiz için değil- yakın olduğunu düşünüyorum. Öyle bir durumda mücadelenin içeriği değişir tabii ama dediğim gibi, asgari koşul örgütlülüktür, dolayısıyla önce bunu korumamız lazım. 

Bugün verdiğimiz mücadele de, taleplerimiz de devrimsel şeyler değil zaten. 300 yıl önce tanımlanmış yurttaşlık haklarımızı istiyoruz. Mücadelenin buraya kadar gerilemiş olması ve buna rağmen henüz sonuç alınamamış olması da zaten içinde bulunduğumuz düzenin ne kadar eskidiğini ve çürüdüğünü gösteriyor bize. Kapitalist devlet algısının çok basit bir denklemi var: “Tiyatro bizim için ne kadar kazançlı bir sektör? Ve bizim için ne kadar zararlı bir sosyo kültürel alan?” Bu denkleme bakınca bizim açımızdan rica ederek bir şey kazanılamayacağı açık. Devlet-tiyatro ilişkisinin değişmesinin mevcut sistem içerisinde tek bir koşulu var: Örgütlü mücadele ile baskı yaratmak, yani hakkımızı vermelerini beklemeyeceğiz, alacağız!     

Yavuz Pak: Tarihsel olarak oyuncu ve seyirciden müteşekkil tiyatro, Antik Yunan’dan beri devletin farklı biçimlerde müdahalesi ile karşı karşıya. Kendisi bir devlet organı olmayan tiyatro, ısrarla talep ettiği kamusal kimliğini devlet ile değil, halkla, toplumla, seyirciyle ile kurabilir mi? Sizce pandemi süreci bu ilişkinin tesisi için bir imkan yaratabilir mi? Bu bağlamda, bulunduğunuz bölgedeki seyircilerinize vereceğiniz bir mesaj var mıdır?

Aytaç Topuz: Bu soruya olumlu bir cevap veremeyeceğim. Öncelikle, devletin görevi sadece devlet organlarına hizmet etmek değildir. İçinde yaşadığımız koşulları belirleyen bir yapıdan bahsediyoruz, dolayısıyla bu koşullarda çözümü sadece halk ile dayanışmada ararsak bu bizi ilerletmez, geriletir. Basitçe “nasıl olsa kendi aralarında hallediyorlar, bize gerek kalmadı” diyerek o alandan çekilir devlet. Kaldı ki halkımızın ekonomik durumu da ortada. Kamusal kimlik ve haklar konusunda muhatap sabit yani. 

Bununla birlikte seyircilerimizi bu süreçte de, sıkıntıda olduğumuz her zaman da hep yanımızda hissettik. Şuan istemeyerek de olsa sezon açıldıktan sonra oynanacak oyunlarımıza davetiye niteliğinde bir dayanışma kartı ile seyircimizden destek de alıyoruz. Dayanışma kartlarımızı vermeye devam ediyoruz, seyircimizden asıl desteği hak arama mücadelemizde yanımızda olmaya çağırarak istiyoruz.

Yavuz Pak: Çok teşekkür ederiz.

Aytaç Topuz: Bize bu seslenme imkanını verdiğiniz için teşekkür ederiz. İyi çalışmalar…

0

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku