Ahmet Yapar yazdı: “Salgın Döneminde Tiyatro Yapılmalı Mı Yapılmamalı Mı?”

editor
3,3K Okunma

Son birkaç gündür artan vaka ve ölüm sayıları, korona virüsün ne denli ciddi bir tehlike olduğunu yeniden hatırlattı bizlere. 1 Haziranda başlayan normalleşme ya da diğer adıyla “kontrollü sosyal hayat” süreci iktidarın, ekonomik krizi bir nebze de olsa yönet(eme)mesi adına, hayata yeniden adapte olmamıza olanak tanıdı! Kapalı olan mekânlar belirli kurallara uyulması şartı ile açıldı, şehirlerarası yolculuğa turizmi canlandırmak adına izin verildi vs… Bir ara vaka sayıları düşüş gösterince haliyle toplumsal bir rehavet baş gösterdi. İnsanlar virüs tehlikesi bitmiş gibi davranmaya başladı, asker uğurlamaları, nişan, düğün gibi toplu davetlerdeki görüntüler bir yana, bayram tatillerinde ve plajlarda verilen görüntü aslında kapıda bekleyen tehlikeyi daha da canlandırdı! Pik dalgası, ikinci dalga uyarılarını sık sık gündeme getiren uzmanlar, verilen rakamların doğruluğu hakkındaki şüphelerini de sürekli dile getirdiler. “İpin ucunu kaçırmak üzereyiz, lütfen dikkat” ısrarlarıyla iktidarın rehavete yakın söylemlerine ve beraberinde halkın vurdumduymazlığına sürekli dem vurdular. Ve sonuç… (Sağlık Bakanlığı verilerine göre) 8 Eylül itibarıyla vaka sayısı 1761, vefat sayısı 52. Toplam vaka sayısı 281.509 toplam vefat sayısı ise 6782. 

Sezonun tam ortasında çalışmalarına, etkinliklerine ara veren sanat hayatı, Temmuz ayında belirli kurallara uyulması şartı ile yarım kalan gösterilerini kimi sosyal demokrat belediyelerin desteği ya da birkaç faklı grupla bir araya gelerek kendi imkânlarıyla açıkhava sahnelerinde yapmaya başladı. “Evde kal” günlerinde geçmiş dönem oyunlarının videolarını erişime açarak, bir nebze de olsa varlıklarını duyurmaya, seyirciyi canlı tutmaya çalıştılar. Sanat yaşamını yeniden canlandırmak, sanatın zaten var olan sorunlarının üstüne, pandemi döneminde daha çok sorunlar bindiğini anlatarak dertlerine derman aradılar. Tiyatro sanatının nitelik ve hayata geçme noktasındaki sorunları ile tiyatro oyuncularının farklı olan dertleri birbiriyle yüzleşti, salonu olan tiyatrolarla, salonu olmayan tiyatro kurumları dertlerine ortak yol bulmaya çalıştı. Kimi, devletin Kültür Bakanlığı’nı, kimi, şehrinin belediye başkanının kapısını çaldı. Aslına ortak sorunlara derman olmak zor değildi ama devlet her zamanki gibi işi yokuşa sürmesini çok iyi biliyordu; kira, vergi, sigorta borcu olan tiyatrolara ödenek vermek için “borcu yoktur yazılarınızı getirin ben sizin ödeneğinizi arttıracağım” dedi! Hali hazırda oyunların görüntülerini satın aldı, telif ücretlerini de yatırdı, e bize daha ne yapsın, öyle değil mi!?Belediyeler ise, sorumluluktan kaçmaya gayret gösteriyordu! Halkını borçlandırarak kendine mahkûm bırakmasını iyi bilen sistem, pek çok insanın kredi çekeceğini biliyordu, çünkü başka seçenek yoktu. Borcu borçla kapatmaktan başka çaresi olmayan sanat arayışı yine bir krizle karşı karşıya işte!

Tiyatro oyunculuğundan geçimini sağlayan, sigorta güvencesi olmayan yevmiyeli oyuncular, tasarımcılar, teknik çalışanlar, bir tiyatro oynar umudu ile oyunlarını yazmaya devam eden oyun yazarları hali hazırda geçim derdi ile boğuşurken daha çok karamsarlar ve gelecek kaygısı yaşamaya devam etmekteler! Bağımsız tiyatrolar ve sanatçılar üstüne üstlük şimdi de “tiyatro yapmazsanız ölmezsiniz!” “bu dönemi kendinizi geliştirmeye ayırın” diyen “/ entelektüel / elitist” bir aydın söylemi ile de karşı karşıya geldi. Popüler yüzü olan tiyatro kurumları oyunlarını bekletebilirler, tiyatro yapmayı haklı olarak “halk sağlığı, birey sağlığı ve ekonomik koşulları” noktasında erteleyebilirler, buna kimin ne itirazı olabilir ki? Peki Kültür Bakanlığı ödeneklerini dağıttıktan sonra – vaka sayıları düşmeyecek! – oyunlarını yasal zorunlulukla oynamak zorunda olan tiyatroların ne yapmasını önerirsiniz? Şu günlerde ödenekli kurum tiyatrolarının oyunlarını oynamasına ve az da olsa (kapalı) tiyatro salonuna seyircinin gitmesine ne diyeceksiniz? İşsizlikle terbiye edilmeye çalışılan, kendi mesleğini yapamayıp, başka işlere yönelen sanatçılara da mutlaka bir öneriniz vardır! Geçici bir süre de olsa, imkânları dahilinde başka işler yapıyorlar, yapmak zorundalar zaten! Hâlâ iş arayan pek çok kişi var!!! Salonu kapanan ya da kapanmak üzere olan pek çok tiyatro salonu var!!!

Bir tiyatro yasası yokken, bir fon yokken, bağış yapan kurum yokken, devlet desteği yokken, (bunlar bir an önce hayata geçmeli noktasından öte! Hayata geçmelerine dair umut yok) kıssadan hisse kendi kaderine terkedilmişlere de bir şeyler söylemelisiniz. Yapmayın, kendinizi düşünün, halk sağlığını düşünün demekle olmuyor sadece…  Belediyelerden ümidimiz yok; bayramlarda seyranlarda atılan havai fişeklerin, ışık gösterilerinin ödeneğini eğitime, bilime, sanata ayırabilecekken yapmamış Bakanlık’tan ümidimiz yok; borçlarla boğuşan tiyatro kurumlarından ‘borcu yoktur’ yazısı getirmesini istemiş, yevmiyeli sanat çalışanlarına zerre yardım etmemiş! Hali vakti yerinde vakıflar, kurumlar adam “seçicilik” yaparak hareket etmiş… Soruyorum, hangi zihniyetle kavga edelim? Üretsen bir dert, üretmesen bin dert! 

Merak ediyorum, virüsün sezon içinde kapalı salonlarda yayılacağı endişesi yeni mi doğdu? Mart ayından bu yana, yeni sezonda kapalı salonda gösterim nasıl yapılır noktasını tartışıyoruz zaten. Kaldı ki, tiyatro kurumları seyircinin gırtlağına yapışıp ısrarla salona çekmiyor ki! Ya da tiyatro izlemeye gelmiyor diye seyirciye sitem de etmiyor. İşlerini bir şekilde icra etmeye çalışmalarına mı bu sitem?! Bu mesleğin yapılmama şartları neden bu kadar tartışılmaya açıldı pek anlamadım. Avukatlara, memurlara, işçilere vs. işinize gitmeyin deniliyor mu acaba? (Bilindik bir örnek, fabrikalar koronadan geçilmiyor!) İşinizi yapamıyorsanız başka iş bulun, ölmezsiniz deniliyor mu? En önemlisi başka iş yapınca ölünmüyor mu!!! 

Şu an tiyatro yapmak çok mu gerekli? Ya da şöyle soralım, tiyatroya gitmek çok mu önemli?

Salgının başladığı ve evlerimize mecburen tıkıldığımız, sağlık çalışanlarını akşamları saat 21:00’de alkışladığımız zamana geri dönüp bunu cevaplayalım. Nisan ayında rastgele bir tarih seçtim; 9 Nisan 2020. Günlük vaka sayısı 4.056, günlük vefat sayısı 96! Bu şartlar altına, böyle devam ederse nasıl işimizi yapacağız, yaparsak hangi imkânlarla yapacağız, seyirci bu dönemden çıktıktan sonra hangi yapımları tercih eder, sanat nasıl bir aşamaya geldi gibi soruları birbirimize sormaya, ünlüsü – ünsüzü zoom üzerinden, sosyal medya hesaplarından canlı yayınlar yaparak bu gibi konuları tartışmaya başlamıştı. Daha henüz yaşadığımız dönemi anlayamamışken, birdenbire sürece adapte olup, herkes çok psikolojik, az sosyolojik tahlillerle kendi fikrini beyan ediyordu. Sanatın, bu dönemden daha güçlü çıkacağı hem fikriyle ekranı kapattıktan sonra, evinde ekmek yapmanın, çeşitli yemekler denemenin huzuruyla gününü bitiriyordu. (Öyle hayalperest söylemler gelişti ki bir an sanatın bir meslek ve bu meslekten “geçiniliyor” gerçeği unutuldu neredeyse.) O dönem çok farklı söylemler gelişti, fikirler üretildi. Tarihin, “devrimler krizlerden doğar” sözüne inanarak pek çok birliktelik ve dayanışma ağları oluştu. Normalleşme süreci ile beraber her şey kısmen kaldığı yerden devam etti. Sorunlar vardı, katlandı! Fakat her şeye rağmen insanlar tercihlerine ve yaşam koşullarına göre hareket ederek açıkhava etkinliklerine de gitti, sahillere de, meyhanelere de… O vakit umut dağıtan söylemler, ne değişti de bugün daha karamsar bir hale dönüştü? Sadece salgın döneminde değil, salgından hemen önce de “tiyatro yaparak ölünebilecek” koşullar vardı. Sadece bu kadar yüzleşilmemiş, süreçle bu kadar hesaplaşmaya girilmemişti.

Şu an tiyatro yapmanın önemini, tiyatro yapmanın gerekliliğini açıklamak için şunu söylemekte fayda var: Her şey ertelenebilir elbette, biraz bekleyip daha verimli çalışmalarla yeniden sahnelere dönülebilir. Hiçbirimiz hayatı ıskalamak istemiyoruz, anın tadını çıkarıp daha güzel projeler üretmek için kafa patlatmak, okumak, yazmak, üretmek istiyoruz. Kapitalizmin çalışmaya koşan zorunlu şartlarından sıyrılıp, emeğin onurunu fetişleştirmeden, salt mutluluğu baz alarak yaşamak istiyoruz. (Salgın şartlarında çalışmak zorunda olan herkes gibi!) Tembellik hakkımızı sonuna kadar kullanmak istiyoruz, lakin bu ülkede bunun ne kadarı mümkün?

Bunca işsizlik varken, psikolojik ve ekonomik çıkmazdayken ve sosyal anlamda bir destek yokken, öneriler “başka bir iş yapın” noktasında sığ bir gerçekliğe bürünmemeli. Bunca geçim derdi içinde, zaten karamsar, gelecek kaygısı yaşayan onca arkadaşımız varken bunları “yapmayın, yapabiliyorsanız başka iş yapın” noktasında dile getirmeyi garipsiyorum! Öneri getirmek yerine söylem, bu işi böyle dönemde yapanlara kızma noktasına vardı. Bu dönemde tiyatro yapmayanlara kızıp, sitem etmiyoruz ki neden ayakta kalma çabası içinde olan tiyatrolara ve tiyatroculara, tiyatro yapma çabaları için eleştiri getiriliyor, akıl verilmeye çalışılıyor? Kaldı ki Bakanlığın dağıtacağı ödenekten sonra oyun sayısını yerine getirme noktasında neler konuşacağız kim bilir?! 

Seyirciyi düşündüğümüz kadar elbette kendi canımızı ve arkadaşlarımızı da düşünüyoruz ve nereye kadar, ne zamana kadar kaçabileceksek bu illetten kaçmaya özen gösteriyoruz. Sanat yapma hırsı ile de değil, hayatta kalma çabası ile… Bir seçim yatırımı ve gündem değiştirme aracı olan “Ayasofya”nın camiye dönüştürülüp açılması, Giresun’daki sel felaketinde incelemelerde bulunmaya gidilip, insanları mitinge toplar gibi alana toplayıp kafalarına çay fırlatılması, turizmi canlandırmak adına bazı yerlerde maske zorunluluğu getirilmemesi ve daha pek çok konuda kendine ayrıcalık tanıyan düzeni eleştirelim. Bu anlamda bakıldığında, tiyatrolar bu dönemde gösterilerinden hemen önce kendilerine düşen görevleri yerine getiriyorlar. Sosyal mesafe, ateş ölçer kullanımı, salonlardaki seyirci koltuklarının azalması, seyircinin maskesini çıkarmama uyarıları, havalandırması kötü ya da olmayan salonlarda oyun oynamaması, en ufak bir belirtide oyun iptali vs… Tüm bu maddi ve manevi koşulları kabullenip hareket ediyorlar. 

Tam bir girdabın içinde bir başına kalınmışken, bu işi “can sağlığı adına” yapmayın demek yerine daha somut öneriler sunmakta, geliştirmekte fayda var. Emin olun herkes gibi biz de çok ama çok korkuyoruz! Çünkü yurttaşız, insanız.

AHMET YAPAR
ANKARA DEVİNİM TİYATRO KURUCU GENEL SANAT YÖNETMENİ
OYUN YAZARI / YÖNETMEN 

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku