Ahmet Saraçoğlu İle Sahneden Hayata Bir Çift Söz

Pınar Çekirge

Yavuz Pak ile başlattığımız Dionysos’un Çocukları adlı röportaj dizimizin dokuzuncu yılını kutlamaya, neredeyse  otuz altı gün kaldı. Şu an için kesin bir rakam hatırlamıyorum ama, konuk sayısı olarak, sanırım yüzü çoktan aştık…

Ve bugün misafirimiz: Ahmet Saraçoğlu. Sorular hazırlandı, bilgiler tazelendi, notlar alındı. Derse olabildiğince iyi çalışıldı.

Aslında meşhur Kayınvalidey-i Muazzama Cevriye Hanım’ın oğlu Tahsin olarak tanımıştık O’nu. Annesi, eşi Fikret ve dört çocuğu arasında sıkışıp kalmıştı. Çekingen, içedönük, hep biraz tedirgin, hep tetikteydi. Yüzünde o hüzünlü, acı çeken ifade… Tam da o günlerde “Yeşil Papağan Ltd.” oyununda izlemiştim Ahmet Saraçoğlu’nu. (Ama sahnede ilk seyredişim, 1990’lara uzanıyormuş meğer. Müjdat Gezen Sanat Merkezi’nde mezuniyet oyunu olarak hazırlanmış “Bozuk Düzen”de, Galatasaray Lisesi’nin tiyatro salonunda… Konuşurken laf lafı açtı, öyle öğrendim) Sonrasında “Terzi”, “Kanlı Oyun ( Caligula )”, “Oyunun Oyunu”, “Vahşi Batı” ve “Zehir”de adeta bir mozaik sanatçısı gibi özenle işlenmiş karakterleri yaşar kıldı sahnede. Sahi şimdi nasıl unuturum, “Vatanım Sensin” dizisinde İsmet İnönü yorumunu?

Bir kimlikten diğerine geçerken, sınır tanımaz oyunculuk potasında var ettiği bütün o başarılı roller…

Öncesinde MSM Oyuncuları’nda “Vişne Bahçesi”, ” Lysistrata” ve İstanbul Kraliyet Tiyatrosu’nda “Hastayız”, “Denizaltında Altı Tahammül Fersah”

Ahmet Sarçoğlu’nu her izlediğimde, Mina Urgan’ın bir saptaması gelir aklıma :

“Usta bir oyuncu tümüyle başka bir kişi olacak kadar kendinden geçmez, kendi benliğini yitirmez. Hem kendi olur, hem de başka biri.”

Ahmet Saraçoğlu, foto: Salih Mülayim

Şimdi düşünüyorum da, “Kanlı Oyun ( Caligula )”. “Oyunun Oyunu”, “Zehir” son yıllarda yapılmış en yetkin çalışmalardandı, hiç kuşkusuz. Bu oyunları izledikten sonra, not defterime Ahmet Saraçoğlu’na ilişkin şunları yazmıştım:

“Hemen belirteyim ki, Erbulak ve Saraçoğlu bilenmiş ustalıklarına, dinamizm ve zamanlama tekniklerini katarak, belleklerde uzun yıllar canlı kalacak bir oyunculuğa imza atmışlar ve başarılarına bir yenisini daha eklemişler. Kısaca, her repliğin, her sahnenin hakkını vermişler. O kadın Sevinç Erbulak, o adam Ahmet Saraçoğlu’dur imgesi”ni yaratıcı, sahici, inandırıcı oyunculuklarıyla var kılmışlar. Karakterlerin hissettiklerini, duygu durumlarını izleyiciye kusursuzca yansıtmışlar.”

“Zehir”de, kalıplaşmış, dar, kısıtlı geometrilere sığınmadan “kesişme, buluşma, ayrılık” öylesine güzel anlatılmış ki, bu oyunu özellikle öneririm.”

” …yaratıcı oyunculukları, ses ve beden dili çeşitlemeleriyle, Levend Öktem, Ahmet Saraçoğlu, Ecem Üstündağ, Pınar Coşkun, uzun yıllar unutulmayacak bir başarıya imza atmışlar.”

“Ahmet Saraçoğlu (Lee), Serdar Orçin (Austin), Eraslan Sağlam (Saul) ve Alev Oraloğlu (anne) göz dolduran oyunculuklarıyla her türlü övgüyü fazlasıyla hak ediyorlar…”

Ahmet Saraçoğlu sesini, jestlerini, yüz ifadesini, beden dilini mükemmel kullanıyor. Rolüyle kurduğu içsel bağ seyirciye de geçiyor zaten. Sahne samimiyeti ve tekniğiyle, ustalık katındaki oyunculuğunu bir araya getirmiş ve yaşar kıldığı Lee karakterinde kusursuz bir performans sergilemiş.”

Ahmet Saraçoğlu sadece Caligula, Tahsin, Lee, yorumlarıyla değil, Malik ( Avrupa Yakası), Arsen ( Hırsız Polis), Sefer ( Sultan Makamı), Führer Fuat ( Boynu Bükükler) yorumlarıyla da izleyicilerinin belleğine, yüreğine işlemişti. Hiç kuşkusuz, “Zehir” de ortaya koyduğu başarılı performans, bir aktörün erişebileceği sayılı doruk noktalarından biriydi.

Ahmet Saraçoğlu, foto: Salih Mülayim

Pınar Çekirge – Oyunculuk nasıl başladı? Neden tiyatrocu olmayı seçtiniz?

Ahmet Saraçoğlu – Aslında tiyatrocu olmak gibi bir düşünce, hiç yoktu kafamda. Ta ki, Kabataş Erkek Lisesi’nde okurken, tiyatro koluna girinceye kadar… Hayli ciddi bir eğitim aldık, diyebilirim. Ses, diksiyon, beden, nefes kullanımı gibi. Hani derler ya, sahne tozunu bir kere yutmaya gör, ben de lise ikinci sınıfa geçtiğimde, bu mesleği seçmeye karar verdim. En azından konservatuar sınavlarına girip, şansımı deneyecektim.

Pınar Çekirge – Peki ya, ailenin tepkisi?

Ahmet Saraçoğlu – Doğal olarak, geleceğim açısından ciddi kaygıları vardı. Öncelikle üniversite eğitimi almamı, sonrasında bu işi bir hobi olarak yapmamı önerdiler. Direndim… Çatışmalar yaşadık ister istemez. Neyse, Müjdat Gezen Sanat Merkezi’ni başarıyla kazanınca, bakış açıları kısa zamanda değişti. Beni desteklemeye başladılar.

Pınar Çekirge – Konservatuar olmadı o halde?

Ahmet Saraçoğlu – İmtihan tarihleri uymadı, hiçbir sınava giremedim.

Pınar Çekirge – Gelelim Müjdat Gezen Sanat Merkezi’ne… Hocalarınız kimlerdi?

Ahmet Saraçoğlu – Savaş Dinçel, Aliye Uzunatağan, Müjdat Gezen, Mustafa Alabora, Oğuz Aral, Güngör Dilmen, Toktamış Ateş, Emre Kongar, Toron Karacaoğlu, Erdal Atabek… O kadar önemli isimlerden ders aldık ki, hangi birini sayayım. Ama, öğrenci olarak kendimi en yakın hissettiğim Savaş Dinçel’di. O’nun hayatımdaki yeri, anlamı hep bir başkadır.

Pınar Çekirge – Erol Keskin de derslerinize giriyordu sanırım.

Ahmet Saraçoğlu – Okulda dört yıl boyunca oyunculuk ve Tai-chi dersi veren, bize oyunculuğun tümüyle bir disiplin işi olduğunu öğreten, her ne sorsak, anında ansiklopedi gibi bilgi aktaran, eşsiz bir ustaydı. Rahmetle anıyorum O’nu da.

Ahmet Saraçoğlu, foto: Salih Mülayim

Pınar Çekirge – Ve gelelim mezuniyet oyununa… Sevinç Erbulak da kadroda.

Ahmet Saraçoğlu – Savaş Dinçel’in yönettiği, Güner Sümer’in “Bozuk Düzen” oyununda, yıllar önce Ayberk Çölok’un oynadığı Turgut rolündeydim. Galatasaray Lisesi’nin o tarihi salonunda sahne almak ayrı bir heyecandı kuşkusuz.

Pınar Çekirge – Ayberk Çölok, Füsun Erbulak, Erol Günaydın kimler geçmemiş ki o sahneden… Peki sonra ?

Ahmet Saraçoğlu – Birkaç arkadaş MSM Oyuncuları’nı kurduk. “Lysistrata”  ve “Vişne Bahçesi”ni sahneledik.

Pınar Çekirge – Vişne Bahçesinde hangi rol ?

Ahmet Saraçoğlu – Trofimov.

Pınar Çekirge – Şu, ” …sadece felsefe yapıyoruz, sıkıcı olduğumuzdan şikâyet ediyor ve votka içiyoruz. Günü yaşamak için geçmişin kefaretini ödemek gerekir; bunu da ancak acı çekerek, yorucu ve durmak bilmeyen bir emekle yapabiliriz” diyen, isyankar genç adam. Neyse konuyu dağıtmayayım,  Vişne Bahçesi’nden sonra?

Ahmet Saraçoğlu – Melih Cevdet Anday’ın “İçerdekiler” oyununda Şevket Çoruhlu ile rol aldık.

Pınar Çekirge –  Oyunculuk sizin için nedir desem?

Ahmet Saraçoğlu – Farklı bir iş. Duyguların, yaşadıkların, biriktirdiklerin giriyor devreye. Bedenin, sesin, nefesin, ruhunla ortaya koyuyorsun kendini. Hep kendini aşmak zorunda olduğun, uzun soluklu bir şey…

Yavuz Pak – Sizi 2005 yılında İstanbul Kraliyet Tiyatrosu’nu kurmaya iten nedenler nelerdi? Neden “kraliyet” ?

Ahmet Saraçoğlu – Yeni bir şeyler yapmak istiyorduk. Kendimiz yazacak, oynayacak, yönetecektik. Bir tiyatro kurmaya karar verdik. Ancak isim konusunda tereddütlerimiz vardı. Öncelikle samimiyeti çağrıştıran, duyanların yüzünde gülümseme yaratacak, biraz ironi taşıyan, kendimizle dalga geçtiğimiz bir ad arayışındaydık diyebilirim. Adeta bir krallık gibiydik. Öyle ya, yirmili yaşlardayız, her işi biz yapacağız diye, yola çıkmışız. Royal Shakespeare Company filan diye eğlenirken, neden “İstanbul Kraliyet Tiyatrosu” olmasın, dedik.

Yavuz Pak – Özel tiyatronuz devlet desteği alabildi mi? Bu bağlamda, özellikle pandemi döneminde yaşadıkları ekonomik zorluklar ve devlet desteğinin yok denecek kadar az olması nedeniyle kapanan tiyatrolar hakkında ne düşünüyorsunuz?

Ahmet Saraçoğlu – Devlet yardımı için başvurmadık bile. Dediğim gibi, kendi yağımızla kavrulduk. Her masrafı kendimiz karşıladık. Tiyatrolar elbette çok zor bir süreçten geçiyor, aylardır perdeler açılmıyor, pek çok sahnenin kapanması, yaşanan ekonomik sıkıntılar çok üzücü. Diğer ülkelere baktığımızda salgın döneminde ilk destek sanata yöneltildi. Oysa bizde, düşünsenize, kapalı olan salonlardan bile vergi alınıyor hala.

Ahmet Saraçoğlu, foto: Salih Mülayim

Pınar Çekirge – İstanbul Kraliyet Tiyatrosu iki oyunla devam etti sanırım.

Ahmet Saraçoğlu – “Hastayız” ve “Denizaltında Altı Tahammülsüz Fersah”ı sergiledik. Yedi, sekiz sezon devam etti tiyatromuz. Neredeyse elli ilde oynadık. Pek çok turne yaptık. Sonrasında ekip olarak bir televizyon kanalında, sketchlerden oluşan “Haneler”i gerçekleştirdik.

Pınar Çekirge – Bu arada “Yaprak Dökümü” dizisi sürüyor ve Mehmet Baydur’un “Yeşil Papağan Limited” oyunu…

Ahmet Saraçoğlu – Sadri Alışık Tiyatrosu’nda Çolpan İlhan ile bir sezon aynı sahneyi paylaşmanın erincini yaşadım.

Yavuz Pak – 2016 yılında “performans düşüklüğü” gerekçesiyle İstanbul Şehir Tiyatroları’ndan atılan 20 tiyatro insanı içinde yer aldınız. Performansınız neden ve ne kadar düştü acaba o dönemde?

Ahmet Saraçoğlu – “Terzi” yi oynadığım dönemdi. Performans düşüklüğü nedeniyle kurumla olan ilişkim kesildi. Tam da Gezi Parkı ve FETÖ hadiselerinin yoğun biçimde gündemde olduğu zamanlardı. Sonra, sosyal medyada yaptığım birkaç paylaşımın yer aldığı dosyamı gördüm.

Yavuz Pak- İşin şakası bir yana, bu coğrafyada tiyatro her zaman politik iktidarların müdahaleleri ile karşı karşıya kaldı. Özellikle yeni rejimlerin inşa süreçlerinde ideolojik/politik baskıların ayyuka çıktığı dönemlerde tiyatro, özellikle de kurum tiyatroları bundan nasibini aldı. 1980 darbesi sonrası atılan 1402’liklerden sonra tiyatronuzdan “toplu işten çıkarmaya” maruz kalan bir tiyatrocu olarak, Türkiye’de tiyatro ve politikanın ilişkilenişini nasıl değerlendirirsiniz?

Ahmet Saraçoğlu – Sadece tiyatroda değil, diyebilirim ki, sanatın her dalına uygulanan bir baskı söz konusu. Bir ezme, yok sayma durumu aslında. Pek çok oyun, hatta bazıları içeriği değil, ismi yüzünden bile yasaklandı. Hoş karşılanmadı, reddedildi. Sanatçı ister istemez özdenetim uyguladı kendine. Korkuları, endişeleri oldu çünkü. Oysa sanatçı sözünü söylemeli… Sanatı zaten evrensel kılan da özgürlüğü ve bir o kadar da göreceli olması değil midir?

Yavuz Pak – Tarihsel birikimiyle ülkenin öncüsü olan ve maddi-teknik olanakları oldukça geniş olan bir kurum tiyatrocusu olarak, Türkiye’de tiyatronun estetik gelişiminin dünya tiyatrosu ile kıyaslandığında ne durumda olduğunu düşünüyorsunuz?

Ahmet Saraçoğlu – Özel ve ödenekli tiyatrolarda çalışmış biri olarak şunu söyleyebilirim, estetik açıdan en ufak bir derdimiz yok. Son derece başarılı, yaratıcı sanatçılarımız var. Ancak Dünya Tiyatrosu’nun gittiği yere bakarsak… Eğitim seviyesi, sanata bakış, devlet politikası olarak sanat, sanata verilen değer, sanatın nasıl ifade edildiği gibi önemli kıstasları baştan ele alıp değerlendirmemiz gerekiyor.

Ahmet Saraçoğlu, foto: Salih Mülayim

Yavuz Pak – Darülbedayi, ikinci yüzyılında da Türkiye Tiyatrosu’nun mihenk taşı olmaya devam edecek mi?

Ahmet Saraçoğlu – Hiç kuşkusuz, evet. Cumhuriyet’ten eski, yüz yedi yaşında, köklü bir kurum çünkü. Değişim, liyakat, gelişime ihtiyacı var sadece. Tiyatrocular tarafından yönetilmesi şart. Yoksa “Matinede dekorların bir bölümü kurulmasa…. Kostümler oyun sonunda kuru temizlemeye gönderilmese ne olur” tarzı sorular çoğalarak sorulmaya, hatta ve hatta seyirciye rağmen tiyatro yapmaya devam edilir.

Pınar Çekirge – Ya alternatif tiyatrolar?

Ahmet Saraçoğlu – Müthiş bir özverinin, sanata yapılan baskıların ürünü aslında. Küçücük mekanlarda, tiyatro adına, çok büyük zorluklara rağmen güzel işler ortaya konuluyor. Destekliyorum, varlıkları umut, cesaret veriyor…

Pınar Çekirge – Tiyatronun geleceği hakkında karamsar mısınız?

Ahmet Saraçoğlu – Karamsar, ümitsiz değilim. Sanat her zaman varolmuş ve varolacak. Dünyanın en eski mesleklerinden biri oyunculuk. İnsan, mağara döneminde bile taklitler yaparak iletişim kuruyordu karşısındakiyle.

Pınar Çekirge – Buğulu bir pencere camına ne yazardınız ?

Ahmet Saraçoğlu – Mutlu Olalım…

Yavuz Pak – Bu güzel söyleşi için çok teşekkür ediyoruz size.

Ahmet Saraçoğlu – Ben teşekkür ederim.

Yavuz Pak- Pınar Çekirge

Kadın ve Erkek.

31 Aralık 1999’dan bugüne geçen zamana birden çok hayat sığdırmışlardı. İçlerinde yankılanan sese kulak vermek, kalplerinin arka bahçesinde dolaşmak, onlar için artık çok da zor olmamalıydı. Ama yine de kendi sürgünlerindeydiler. Zehir kanlarına karışmıştı çünkü.

Göz kenarlarında biriken gözyaşlarını kimse görmemeliydi. Anılarından, yaşadıkları o büyük acıdan, ödeşme ve yok saydıkları özlemlerden yorgun düşmüşlerdi nicedir. Belki yeniden başlayabilirlerdi? Başlayabilirler miydi sahiden?

Sesleri içlerinde boğulmuştu. Fonda hep o matem. Travmalarla dolu bir kopuş vardı.

Mezarlıkta kurumuş otların, çiçeklerin kokusu.

Yağmur yağıyordu. Gözyaşı da.

Adları yoktu. Kadın ve Erkek’tiler sadece.

Ve geriye dönüp baktıklarında ne denli yetersizlik, ne kadar düş kırıklığı, mutsuzluk yaşadıklarını ayrımsıyorlardı. Pişmanlık mı, belki de.

Ne tuhaf, hüzün gitgide yalnızlığa karışmaktaydı. Bundan sonrası hep kırıklıktı zaten. Bundan öncesi gibi.

Perdeler açıldığında, Lot Vekaman’ın yazdığı Şaban Ot’un çevirip, yönettiği “Zehir” i izleyin, olur mu ?

PINAR ÇEKİRGE – YAVUZ PAK

2

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku