Gülin Dede Tekin’in Gazete Oksijen’de yayınlanan yazısını okurlarımızla paylaşıyoruz:
İnsanın iki yüz bin yıl önce dünyaya ayak bastığı andan itibaren içine düştüğü hükmetme arzusu bugün milyonlarca yıllık bir iklimin değişimine ve dünyanın gözlerimizin önünde an be an yok olmasına sebep oluyor. Ve biz insanlar bu yok oluş hem oluyor hem de olmuyormuş gibi tüm duygularımızla ve arzularımızla hayatımıza devam ediyoruz. 1ay1hafta ekibinin ilk işi olan “Yok Olma Çağı” da yok olmaya yüz tutmuş bu dünyada, dünyası yok olmaya yüz tutmuş Grundrisse adında otuzlu yaşlardaki bir kadının uçucu ama bir o kadar da derin duygularıyla çarpıştırıyor bizi. Seyircinin ayaklarına kadar yayılmış kitaplar arasında üstü başı dağılmış, uzun zamandır uyku sorunu çeken bu genç kadının takılıp kaldığı kafasının içinde gerçekle hayal dünyası arasındaki gelgitlerini izliyoruz.
Kedisi ve annesinin yakın zamandaki ölümü, kız arkadaşının terk edişi ile boğuşurken tüm bu kayıplarının arasında annesinden kendisine miras kalan aile yadigarı bir kitapçıda darmadağınık kitaplar arasında darmadağınık zihnini toplamaya çalışıyor Grundrisse. Hiç istemediğini düşündüğü bu kitapçıyla olan ilişkisini netleştirmek için zihnindeki tüm diğer soruların cevaplarını bulmanın peşine düşer. Annesinin hayaleti ile hesaplaşmalı, şehrin kaosundan kırsala taşınmak için kendisini ikna etmeye çalışan kız arkadaşına duygularını açmalı ve dünyadaki yalnızlığı ile çarpışmalıdır. Ama en çok da kendi duygularının arasında dünyanın geldiği yok olma eşiğinde bu çarpışmaların anlamı var mı sorusuna yanıt bulmakta zorlanır. Dünyadaki son beyaz gergedan kadar yapayalnızdır. “Tüm dünyada sadece bir tane beyaz gergedan kalmış. Sizce farkında mıdır? Sonuncu olduğunun farkında mıdır? Bir parçası hala bir arkadaş arıyordur herhalde, bir sabah kafasını kaldırdığında karşısına çıkacak bir eş. Zavallı. Yapayalnız.”
Tüm bu arayışlar onu, kitapçıyı satın almak ve mahalleyi bir soylulaştırma projesiyle dönüştürmek isteyen emlakçıya vereceği cevaba götürecektir. Şehirden kaçacak mı yoksa kalacak mıdır?
Amerikalı yazar Willie Johnson’ın 2017’de prömiyer yapan taptaze metni “Yok Olma Çağı”, Y kuşağının arada kalmışlığı, kentsel dönüşüm, soylulaştırma, ekosistemin çöküşü, eşcinsel olmak gibi çok sayıda konuya dokunan yer yer dramatik yer yer de komik yaklaşımı ve akıcı tonuyla başarılı bir metin.
Grundrisse’i canlandıran ve sahnede ilk defa izleme şansı bulduğumuz genç oyuncu Fatma Zehra Durgut son yıllarda izlediğim en iyi kadın oyuncu performanslarından birine hayat veriyor. Oyun boyunca bazen konuşarak bazen de tek bir etkileyici göz kırpışıyla seyirciyi ele geçiriyor. Ne karakterin ne de seyircinin Grundy’nin kaotik zihninden kopmasına izin vermiyor. Durgut’un seyirci ile aşırı doğallıkla kurduğu ilişki, duygudan duyguya ani geçişleriyle karaktere hakimiyeti çok etkileyici. Bundan sonra yer alacağı her oyuna koşa koşa gideceğim yolu açık bir oyuncuyla tanışmış olmak bu oyunun en büyük güzelliği oldu. Ana karaktere eşlik eden tüm rollerde İnci Sefa Cingöz ve Emrah Özdemir’i izlemek de ayrıca keyifli. Yönetmen Sarp Doğa Çelik’in reji fikirleri iyi ancak düşük bütçeli bir prodüksiyonda aksayan yönleri var ne yazık ki. Dekor, kostüm ve ışık oyunun metni ve oyunculukların başarısının yanında zayıf ve eksik kalıyor. Bir ilk prodüksiyon için heyecan verici bu işi ışığı, dekoru, kostümleri vb ile daha bütçeli bir prodüksiyonla izlemek nasıl olurdu diye düşünmeden de edemiyor insan.
“Yok Olma Çağı” bir Türkiyeli olarak içimde günden güne tükenen umutları yeniden yeşertmeye meylettiren, birçok konuda içimdeki duyguları dürten bir iş oldu. Her geçen gün başka bir distopya yapımını açıp izlerken kendi ellerimizle büyüttüğümüz bir distopyanın içinde olduğumuzu unutuyoruz ya bazen. “Yok Olma Çağı” bize hem dünyaya dair unutur gibi olduklarımızı hem de içimizdeki kayıp duyguların aslında içinde yaşadığımız dünyadan hiç de kopuk olmadığını yeniden hatırlatıyor.
GÜLİN DEDE TEKİN
Kaynak: https://gazeteoksijen.com/o2/yok-olma-cagi-umudu-yesertiyor-155126