ÖLÜLERE BAKMAKTAN GELİYORUM
İlerleme sözcüğünü düşünüyorum, aklıma ihlal edilmiş durumlar, had aşımları, uzay istasyonlarının önüne zincirlenmiş maymunlar, nükleer silahlar geliyor. Tuhaf bir sözcük, bir yere doğru gidiliyormuş duygusunu yaratıyor, dikey binalara naylon terlikle tırmanışı daha çok, otomatik açılan kapılara sıkışmış kedi yavrularına götüren yola benziyor, zamanın akışını düşünenlere yapay zeka için çalışılmış karmaşık formüllerle dolu bir tahtayı çekerek ölülerden oluşan duvarı göstermek istiyorum. Ya da gelişmiş bir ülkenin gökbilimleri bölümünde akademik çalışma yapmaya çalışan kadına, bu erkeklerin işi diyen hocalara tırmanan yolu. İlerleme tuhaf bir sözcük, insan zekasının üretimlerine hayranlıkla bakanlara karanlık fırınlardan söz etmek istiyorum, zekanın piştiği karanlık fırınlardan, yanık et kokusundan mideniz bulanmadan, eliniz yanmadan dokunamadığınız zihinsel ekmeklerden.
“Tarih, bizim için sadece bir geçit yeriydi” diyor Kassandra Ophelia’ya, “Troya’nın önünde babası tarafından boğazlanan Iphigenia’dan akan kan izlerinden yürümek zorunda olduğumuz bir geçit.”
Şimdiki zamana bakıyorum, insanların başka türlü yaşayabileceğine, iyi bir kolektifi ve olgun bir bireyselliği nasıl inşa edebileceğine ait sayısız çalışma ile üzerinde “homo homini lupus” yazan tabelanın, vahşi bir orman savaşından yeni dönmüş terli erkeklerin bir geyiği kızartırken çömeldikleri mağaranın duvarında öylece duruşu, tek bilgiymiş gibi duruşu yan yana. Burada tek gelişme parçalanan etler için bıçak, yemek için çatal kullanılması yönündeki uyarılar ve elleri temizleyen sabunun bilgisi. Bu bölgede konuşma yok, homurtu var, karınlarını doyurduktan sonra dışarı çıkacak, işe gidecek, düşünce sandıkları kanaatler ve atasözleriyle daha kırılgan olanların canına okuyacaklar. Her şeyi güçle açıklayan uzak geçmişin yasalarını ise, kurdukları steril, konforlu yaşam alanlarına nasıl aktardıkları hakkında bir fikrim yok, belki de beton denilen materyalin böyle bir gücü var, onların binlerce yıl önceden gelen bilgisini sabitlemek ve dondurmak gibi bir özelliği var, belki de sadece sonuca çevirdikleri bir netameli başlangıcın lanetlenmiş ruhları bunlar ve her şeyi ele geçirmişler. Belki de insan nasıl yaşamalı konulu bütün o kitaplar, çaresiz bir tanrının fraktal bir biçimde kötülüğü yayan bu ruhlara uyarı lambaları. Ama hiç görmeyecekler, tepegözler çünkü, sarsıcı bir biçimde yürümenin, zarar vererek kalkışmanın ustası onlar, türün sürekliliği bunlara bağlı, göz sadece düşman sinyallerini taramaya yönelik bir aygıt; organların araçsallığı.
“Tarih, bizim için sadece bir geçit yeriydi” diyordu Kassandra, Ophelia’ya, Ophelia şimdi boğularak ölen bütün kadınlarla zamanda bir boşluk, eril tasavvurun zamanından sadece geçip gidenler onlar, orada bir yer bulamayanlar. Diyalektik bir zaman tasarımında mitik cesetlerin yarattığı bir diyalektik dışı zaman var, orada taşlaşan tarihi Benjamin anlatsın size, kurbanların intikamı alınmadıkça hareket etmeden duracak olan kütleyi, ben kurbanlar hiyerarşisiyle ilgileneyim.
Yeraltında ölülerin işlediği cinayetler, kurbanlar, kahramanlar olduğu için var. Bir geçit yeri, bir boşluk, henüz tanımlanmamış bir bölge, erkeklerle birlikte ölenler de onlar tarafından öldürülenler de bu boşluğu çoğaltıyorlar. Orası henüz kirli bir gramere bağlı dille kirlenmemiş, hayvanları çaresiz bırakan mekân tasarımları ile ilişkisi yok henüz, boşluk, kendini gelecekte tanımlayacağı dili arıyor, bir olumsuzlamanın dili olmayacak, inkârın, çürümenin, rekabetin, güçlünün dilinden farklı olacak.
Bir geçit, henüz yurtlanacak yer yok demek, bir geçit, var olmaya henüz izin yok demek ama bir geçiş eğer form kazanırsa yolları birleştirecek; yarım kalmış düşleri, uzak anneden kalmış büyüleri, asla kaybolmayacak kemikleri, hepsini. Bugün için bir anlam taşımayan her şeyin bir zamanı var, kötü bir erillikten öğrenilmiş mücadele biçimlerini kadınlardan uzaklaştırmanın zamanı var, cinsiyetin yaralı biçimlerini unutmanın zamanı var, tanımlanmamış olanı hatırlamanın da zamanı var. Şimdi hepimiz arkaik bir kurbandan kalan kan izlerinin üzerindeyiz, tanrılara kurban edilen bedenlerle modern zamanlarda erkekler tarafından katledilmiş bedenleri öfkeyle, sabırla, gürültüyle ve suskunlukla biriktiriyoruz. Adlarımızı, seslerimizi, öfkemizi biriktiriyoruz. Canımızı çok yakmış bir dünyanın kaba hatırasını, o parçaladığınız geyiklerle, avladığınız kuşlarla birlikte bir gün kutsal ateşte eritip, canı yanmış türlerle o atıldığımız boşluktan yeniden doğacağız. Mecazlarınız, sıfatlarınız, başarma biçimleriniz, çelikten, camdan, betondan yapılmış yürekleriniz, saman dolu vicdanlarınız…hepsinin unutulduğu bir dünya için sizden öğrenilmiş her şeyi tiksintiyle reddedeceğiz. Bir geçit, gizli ya da açık, nereye ulaşırsa ulaşsın, bir eve ya da sığınağa hep boşluğa düşecek oradan geçen adımlarımız, bizi hep ait olmadığımız yerlere götüren dünyanın bilgisi. Boğularak, dövülerek, tecavüz edilerek, parçalara ayrılarak ölenlerin adımları o geçitteydi, aldanışları evi ev sanmalarıydı, yanılgıları kendilerine uzak bir dünyayı, dünyaları sanmalarıydı. Hepsi boşlukta şimdi.
Elektra’ya Yas Yakışır diye bir oyun var, Nina’nın düşkırıklığını yatıştıran Medea’nın öfkesi var, kadınların bükülmüş uzayında Ursula’nın kocakarısının bilgeliği şefkatle bütün zamanlarını birleştiriyor kadınların, hepsine yeni bir dil bağışladı Ursula, Ulrike’nin çığlığı, Rosa’nın yürekliliği, Medusa’nın bakışı, tek bir yere yönelecek, bir geçitten arka arkaya geçen kadınların yürüyüşüne eşlik edecek. Şule sonsuz düşüşünde şimdi, Özgecan sonsuz ölümünde, bütün adlar o geçitte, şimdi görünmeyecek ama bir gün o kutsal ateşte bu dünyaya ait her şeyi arıtmak için birlikte dönecekler. Kemiğin bilgisi dünyanın bilgisini alt edecek.
“Ölülere bakmaktan geliyorum” dedi Kassandra, Şule’ye, “Adem’i cennette bıraktım, Lilith’le cehennemden geçiyorum, korkma!”
SÜREYYA KARACABEY
NOT: Bu yazı, Bireylikler Dergisi’nin Mart-Nisan 2019- 85. sayısında yayımlanmıştır.