“1996 Nisan başında, Müjdat Gezen, Kemal Sunal, Üstün Asutay ve Ferhan Şensoy öncülüğünde düzenlenen ve pek çok sanatçının katıldığı “Münir Özkul 55. Yıl” Gecesi’nin hemen ardından, benim de kendisiyle bir söyleşi yapmam istendi, ilk duygu, büyük bir heyecan, ardından yoğun bir korku: İzlediğim hiçbir rolünü unutamadığım, büyük bir hayranlık ve saygı beslediğim bir oyuncuya, bu büyük ustaya ne sorulur? Önce bir araştırma gerekliydi. Münir Özkul’a ilişkin kime ne sordum ve ne istediysem fazlasıyla sunuldu, bu bile ustanın ne kadar çok sevildiğini gösteriyordu bana. Ulaştırılan malzemeleri incelediğimde ise bu söyleşiyi yapamayacağımı anladım. Bu elli beş yıl içinde, okurun merak edebileceği her şey sorulmuş ve yanıtlanmıştı. Bu yazı da söyleşiden derlemeye dönüştü böylelikle. Onunla konuştuğum anları ise unutamayacağımı biliyorum.
Bu kaynaklardan ilerliyorum şimdi adım adım: Arsak Palabıyıkyan taklidiyle ilk sahneye çıktığında 14 yaşındaydı, 15 yaşında ise Bakırköy Halkevi’nde oyunculuk yaşamı başladı: “Mahcuplar”. Bu ilk oyunu,
karakterinin bir özetiydi.
-Sahneye çıkınca sıkılganlığım falan kalmaz, başka bir insan olurum.
Bakırköy Halkevi Temsil Kolu dağılana kadar oynanan oyunların hemen hepsinde rol aldı. 1949’da Sadık Şendil’in önerisiyle Ses Tiyatrosu’nda “profesyonel”leşti.
Ben kendimi hiç profesyonel oyuncu gibi hissetmedim.
Ses Tiyatrosu’nda oynadığı ilk oyun Şahin Tek’in “Aşk Köprüsü” oldu ve Ermeni rolünde sahneye çıktı. Bu ilk rolünde, Mürüvvet Sim’le oynadığı bir sahnenin üç kez tekrarlanacak kadar alkış alması, oyunun sonunda ağlamasına neden olmuştu. Sevinçten değil ama…
Bana tuzak kurdular, benimle alay etmek için adam tutup alkışlandırdılar, zannetmiştim.
Aynı yıl “Vatan ve Namık Kemal” filmindeki ‘soldan sekizinci asker’ rolüyle figüran olarak sinema yaşamı da başladı.
Sırrı (Gültekin) çocukluk arkadaşımdı, sıkışmış, beni çağırdı. Önce çekindim ama, kıramadım işte.
İki yıl geçmeden sinemada ilk başrolünü oynadı: “Edi ile Büdü”.
1951’de Küçük Sahne’ye geçti ve Muhsin Ertuğrul’un yönettiği “Fareler ve insanlarda Carlson rolüyle sahneye çıktı. 1956’da Muhsin Ertuğrul’un Devlet Tiyatrosu’nun başına getirilmesi sonucu Küçük Sahne ekibi dağılınca Münir Özkul’un da ‘sanat hayatının en güzel yılları’ bitip ‘en keyifsiz yılı’ başladı: 1957. Hiçbir rolde oynamadan biten bir yıl… Ama sadece bir yıl. 58’de Vasfi Rıza Zobu’nun çağrısıyla Şehir Tiyatroları’nda oynadı. Bu da iki yıl sürdü, ardından bir yıl da Devlet Tiyatrosu’nda, “Toreodorlar Valsi”nde oynadı. Bu yıllar boyunca sadece Türk tiyatrosunun değil, Türk sinemasının da aranılan oyuncularından biri olmuştu.
Yıl 1960; Münir Özkul artık bir tiyatro patronu.
Dolduruşa gelmiştim.
Bulvar Tiyatrosu, “Sevgili Gölge” oyunuyla perde açtı; 62’de “Münir Özkul Tiyatrosu” adını aldı. Tiyatro ile sinema oyunculuğu arasında hiçbir fark gözetmeyecek kadar rahat ve içten bir oyuncu olan Münir Özkul, bu yıllarda sadece sanat yaşamı değil özel yaşamıyla da gündemdeydi.
Evlilikleri, içkiyle olan sıkı birlikteliği, “sığındığı şizofreni limanı” sohbetlere, kalemlere konu, dostlarının üzülmesine sebep oldu ama oyunculuğunu etkileyemedi. Sinemada üst üste elde ettiği başarıları tiyatrodakilerle baş başa gidiyordu.
1968’de Sadık Şendil’in yazıp Deniz Uyguner’in yönettiği “Kanlı Nigâr” ise bu başarıların doruk noktasıydı.
(…) Kanlı Nigâr, oyunun başından sonuna kadar sanat taşan gerçek bir komedyeni, Münir Özkul’u alkışlamamıza imkan verdi. Bir oyun, bütün ağırlığını böylesine bir tek oyuncunun üzerinde ancak Kanlı Nigâr’da olduğu kadar toplayabilir, daha doğrusu, bir sanatçı, ustalığı ve tecrübesi ile kendini ancak bu kadar bir oyunun merkezi haline getirebilir. Her hareket, her söz ve her mimiği ile seyircileri kendine hayran bırakan Münir Özkul, insanı neşeden sarhoş eden bu Karagöz, ortaoyunu ve tuluat kokteylinde en büyük hisseyi taşıyor. Kanlı Nigâr şimdiye kadar defalarca oynandı ve gelecekte de belki gene defalarca sahneye konulacak. O zaman Kanlı Nigâr’ın ‘Pişekar’ları arasında Münir Özkul’un adı muhakkak geçecektir…” Hikmet Saim-Şubat 1968
Bu oyunun galasında kendisini izleyen İsmail Dümbüllü, Kel Hasan’dan devraldığı ve 40 yıl taşıdığı ünlü kavuğunu Münir Özkul’a devretmeye karar verdi. Arsan Aktaç’la yaptığı bir söyleşide kavuğun icazet edildiği geceyi şöyle anlatmış, Münir Özkul: “Belki de hayatımın en önemli gecesiydi. Gerektiği kadar değerlendiremedim. Fakat çok heyecanlı oldu tabii. Gala gecesinde İsmail Dümbüllü oyunu seyretmiş, arada da rahmetli Haşim İşcan’la İstanbul Valisi’ne ‘Benim yolumu bu çocuk devam ettirecek’ demiş. Sonra bana haber göndermiş başına o fesi giyme, ben sana kavuğumu göndereceğim’ demiş. Haberi getiren adam, Dümbüllü galiba elini veriyor, ben böyle anladım’ dedi. Sonra Kanlı Nigâr’ı filme aldık. Orada birlikte çalışıyorduk. Kavuğun bir törenle devredilmesi o zaman kararlaştırıldı…”Münir. Özkul – Haziran 1968
1969-70 sezonu ise Münir Özkul’un tiyatro yaşamındaki ikinci doruk noktası olan “Sersem Kocanın Kurnaz Karısı” sezonu oldu. Haldun Taner’in “Münir Özkul yazdığı” ve Çetin İpekkaya’nın yönettiği bu oyundaki rolü, yıllarca hafızalardan silinmedi.
“İlk gece karşımıza öyle bir sahne devi çıktı ki, hepimiz şaşakaldık. Tomas Fasülyeciyan mezarından kalkıp gelse, Münir’in sunduğu bu oyuna bakıp, ben bunu olmak isteyip deolamamıştım diye hayıflanabilirdi.” Haldun Taner
Bu başarının ardından, Münir Özkul için salt sinemalı yıllar başladı. Sırrı Gültekin, Ertem Eğilmez, Semih Evin, Muzaffer Arslan, Aram Gülyüz, Süreyya Duru’nun yönettiği ama en çok Ertem Eğilmezle (Arzu Film) çalıştığı yıllardı bunlar.
Sadık Abi’nin de Ertem’in de hem özel hayatımda hem de meslek hayatımda etkileri büyüktür. ’65’ten beri ben hep Ertemle oynadım. Onun yönetmen ya da yapımcı olduğu filmlerde oynadım.Ona sormadan da başka filmlerde oynamazdım. Sadık Abi de senaryoyu yazardı. Onlar adeta benim hayatımı idare ederlerdi, devam ettirirlerdi. İkisinin de vefatından sonra anladım ki, ben hep bunlar tarafından idare edilmişim, ben zaten kendimi idare edecek yapıda bir insan değilim, sonra Allahtan Umman yetişti.
Sekiz yıl süren bu tiyatrosuz dönemde, Münir Özkul 50’ye yakın filmde rol aldı. Akıllardan hâlâ çıkmayan “Yedi Kocalı Hürmüz”, “Sev Kardeşim”, “Lüküs Hayat” ve yine Ertem Eğilmez’in “Hababam Sınıfı” filmleri hep bu dönemde çekilmişti.
Ertem, ‘Münir senin beninin içindeyim, ne düşünürsen söyleyeceksin’, derdi. Ben Bakırköy Halkevi’ndeyken Fransız filmleri çok modaydı, onların hepsini anlattım Ertem’e, bir kısmını da hatta adapte edip çevirdik. Sinemacılığa iten biraz da ben olmuşumdur, Ertem’i. O, Def mecmuasını çıkarırdı, ben de karikatüristleri filan tanırdım, öylelikle tanıştık, o zamanlar yoktu sinemayla bir ilgisi, derginin ortaklarından biriydi. Sinema hakkında bütün bildiklerimi, hatırladığım tüm filmleri, en ince ayrıntılarına kadar, hepsini anlattırırdı. Ben bilhassa devrin Fransız filmlerine çok düşkündüm. Mektep zamanları Şehzadebaşı’na giderdim, gece de ablamı kandırırdım, izin alın da babamdan, sinemaya gidelim derdim, hep sinemada geçti çocukluğum, gençliğim. Saat 11 ‘de Şehzadebaşı başlardı, öğleden evvel matinelere giderdik, sonra da okuldan geliyormuş gibi eve dönerdik. Akşamları Miltiadi Sineması’na giderdik. En güzel filmleri orada seyretmişimdir. Hepsini anlatırdım Ertem’e, o da çok meraklıydı. Severdik birbirimizi.
1978-79 sezonunda, o dönem Şehir Tiyatroları’nın Genel Sanat Yönetmeni olan Hayati Asılyazıcı, Münir Özkul’u Şehir Tiyatroları’na davet etti ve “Sersem Kocanın Kurnaz Karısı” yeniden oynandı.
“Münir Özkul, ‘iki kalas – bir heves’ olan tiyatronun ‘heves’idir, coşkusudur, heyecanıdır. Hep efendi, hep ölçülü, hep mahcuptur. Şunca yılı hep basamakları çıkarak geride bırakmış, yine de her perde açılışında ilk sahneye çıkmanın heyecanını yaşamıştır. Üstelik aynı heyecanı sürdürerek… Kısacası soyu tükenmeye yüz tutmuş sanatçılarımızdan biridir. ‘Sersem Kocanın Kurnaz Karısı ‘nda, uzunca bir ayrılıktan sonra tekrar karşımızda buluyoruz Münir Özkul’u. Geriye düşmemiş ve yozlaşmamış olarak (…) Hoş geldin Münir Usta…” Seçkin Selvi – Mart 1979
Bir sonraki yıl Kanlı Nigâr yeniden sahnelendi Şehir Tiyatroları’nda, ancak bu arada 12 Eylül askeri darbesi nedeniyle yönetimde de bir değişiklik oldu, işte aynı dönemdir ki, Münir Özkul, bir süre Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nde dinlenmeye karar verdi.
Gerekliydi, o dönem.
Aradan fazla geçmeden, Ertem Eğilmez, Sadık Şendil ve Müjdat Gezen’in “ısrarıyla!” Kanlı Nigâr’ı bir müzikal olarak yapmak üzere ayrıldı hastaneden. Büyük ses getiren bu müzikali İhsan Yüce’nin, Kartal Tibet’in çektiği filmler izledi. Çoğunluk Adile Naşit’le oynadığı filmlerdi bunlar.
O filmleri izlerken, en çok öne çıkan duygu, özlem. Adile’yi özlüyorum.
Dört yıllık bir aradan sonra 1987-88 sezonunda Ferhan Şensoy’un uğraşları sonucu, Ortaoyuncularla “İstanbul’u Satıyorum” oyunundaki “Mimar Sinan” rolüyle tiyatroya döndü, Özkul. Yeni kuşağın da tiyatro belleğine ismini kaydetti.
1989 yılında ise Dümbüllü’den devraldığı kavuğu Ferhan Şensoy’a devretti. 1993 yılına kadar da Ortaoyuncularla oynadı. Birçok televizyon dizisinde ve televizyon filminde de oynadı Münir Özkul. “Halen oynama isteğini taşıyor musunuz?” anlamlarından bir soru vardı dilimin ucunda, sohbet sırasında. Oysa konuştukça bir kez daha fark ettim ki, böyle bir soru sadece yaşlanmış bir insana sorulur…
“Bu işin sırrı sevmektir. Oyunculuğu severse, gerçekten severse insan, oyuncu olur.” Münir Özkul
Kaynak: Tiyatro… Tiyatro… Dergisi, Temmuz 1996, Sayı: 61