Tiyatro… Tiyatro… Dergisi’nin 186 sayısında (Ağustos 2006) Nihat Alptekin’in yazısı..
15.Uluslararası Tiyatro Festivalinin Onur Ödüllerinden birinin Üstad Münir Özkul’a verileceğini öğrendiğimde heyecanlandım ve sevindim. Sevindim çünkü, -onunla bin bir hayatın içine giren seyircisi O’nun hâlâ hayatta olduğunu bu ödül vesilesiyle öğrenmiş oldu. Festivalin açılış gecesinde Onur Ödülü’nü üstadın yerine başkasının alacağını düşünürken birden bire sonsuzluğa bakan gözleri ve yorgun vücudu ile sahneye çıkması salondaki herkeste bir duygu patlamasına yol açtı. Tiyatro sanatına verdiği emeğe saygıdan ve geç kalmış bir ödülü alıyor olmasının mahcubiyeti ile dakikalarca alkışlandı. Ve o her zamanki mahcubiyeti ile yalnızca “çok teşekkür ederim” diyebildi. Onun bu kısa süren teşekkürüne biz salondakiler hiçbir şey diyemedik. Yalnızca alkışladık ve sustuk, sustuk…
Münir Özkul, 1968’de Arena Tiyatrosu’nda sahnelenen “Kanlı Nigar” oyununda ‘Abdi’ rolüyle sahneye çıkmış, bu rolüyle İsmail Dümbüllü’den kavuğu almıştı. Ben de on yıl önce, bir amatör tiyatro grubunda sahnen “Kanlı Nigar”da ‘Abdi’yi oynadım. İlk oyunlarda selama Münir Özkul üstadın fotoğrafı ile çıkıyorduk ve bütün salon ayağa kalkıyordu. Bu ilgi hepimizi şaşırtıyor gözlerimizi yaşlandırıyor ve böyle bir sevgiye imrendiriyordu. Belki de bu ülkede onlarca oyuncu, onun gibi oynamayı ve ona gösterilen saygıyı görmeyi hayal etti ama hep hayallerde kaldı.
Dergimizin 61. sayısında, Münir Özkul’u 45. sanat yılı dolayısıyla konuk etmişiz. Yüz yedi sayı sonra, üstat yeniden konuğu oluyor bu sayfaların. Bu dosyayı hazırlarken, arkadaşlarının ve izleyicilerinin Sayın Özkul hakkındaki görüşlerinin yanı sıra Dost Yayınları’ndan çıkmış Kurtuluş Özyazıcı imzası taşıyan “Münir Özkul Kitabı Aktör Dediğin Nedir ki” isimli kitaptan da yararlandık. Münir Özkul ile, en azından fotoraflarını çekmek için bir araya gelme çabamız ise karşılıksız kaldı. Yazıları okurken, Usta ile uzun yıllar birlikte olmuş iki ismin görüşlerinin eksikliğini hissedeceğinizi biliyoruz; Erol Günaydın ve Ferhan Şensoy. Erol Günaydın rahatsızlığı nedeniyle, Ferhan Şensoy ise yoğun turne programı dolayısıyla görüşlerini iletemedi.
Tiyatro… Tiyatro…’daki arkadaşlarım, Ağustos sayısına Münir Özkul ile ilgili bir dosya düşündüklerini ve bu dosyayı hazırlayıp hazırlayamayacağımı sorduklarında oldukça heyecanlandım. Üstadın hayatına biraz daha yakından bakacak, hayatım boyunca hayran olduğum bu insanı ona yakın kişilerden dinleyecektim. Aklıma, genç oyun yazarımızdan Yiğit Sertdemir’in geçtiğimiz yıl dergimizin web sitesinde yayımlanan yazısı geldi: “Sen ki; insanı insana insanla anlatan sanattaki, ortak ve tek insandın bizim için. İnandık sana. İnsan olmaya, insan kalmaya yemin ettirircesine peşinden sürükledin bizleri. Hiç konuşmamıştık aramızda ama biliyorduk bu hevesin bize senden geçtiğini. İstiyorduk ki, günü gelince bir yeni yetme sevdalı da bizi izlerken, gözünden yaşlar dökülsün taze terlemiş bıyıklarına; babalar utanarak çocuklarından, sigara içme bahanesiyle balkona çıkıp hüngür hüngür ağlasın. Tüm bu gözyaşlarını basit bir duygu sömürüsü ile değil, senin gibi insanlığımızı hatırlatıp da kendimizden utandığımız için döktürebilmek istiyorduk. Eve henüz kapanmamış paytak çocuklar sokakta misket oynarken bizi de taklit etsinler istiyorduk, bizim seni taklit ettiğimiz gibi. İnsan olmak istiyorduk Yaşar Usta senin gibi, her şeye rağmen insan kalabilmek istiyorduk… Ama olmadı..”
Münir Özkul ve Mümir Özkul’lar için kaleme almıştı Yiğit bu yazıyı. Ben de bir şeyler topladım Üstat hakkında, yardımını esirgemeyen herkese teşekkür ederim.
Kendi Ağzından
Hayatta da oyunculukta da yalnız duygularımın peşimden gittim. İlk piyesi ne zaman gördüğümü hatırlamıyorum. Bakırköy’de Miltiadi’nin bahçesinde olacak. Naşit-Dümbüllü- Karakaş karışımı bir şeyler var aklımda. Özellikle Naşit’i hatırlıyorum. Oyun neydi onu da bilemeyeceğim şimdi. Onları uzaktan görmek bile yeterdi bana. Belki benim bu mesleği seçmem çocukluğumdan, çocukluktaki korkulurdan intikam alma isteğidir… Ulusal tiyatro dediğin halka dönük bir şeyler alan, halka bir şeyler veren bir tiyatro, edebiyatla iç içe girmiş bir durumda. Hatta edebiyatın bir kolu olmuş da denebilir buna.
Ulusal tiyatro deyince, özellikle yazar sorunu ortaya çıkıyor. Geleneksel tiyatronun en büyük eksiği yazarsız oluşu. Yazar olmaması giderek bu tiyatronun kısırlaşmasına yol açmış. Tiyatronun içinden yetişmiş ya da her an o havanın içinde bir yazar olmalı. Geleneksel tiyatronun ulusal Türk tiyatrosuna katkısı iki türlü gelişir kanısındayım. Bir yandan gerek oyuncuyu gerek seyirciyi alıştırma amacıyla ortaoyunlan aynen oynanmalı, bu bir çeşit deneme sahnesi düzeninde olabilir. Öte yandan da bu tiyatro ögelerinden yararlanıp bugünkü birikim içinde bir öz ve biçim aşamasına gidilebilir. Tiyatronun bugün içinde bulunduğu keşmekeşe gelince, bu durum tiyatro enflasyonu bitene dek sürecek. Esasen ülkenin genel görünümü de bundan farklı değil.
Politikada, sanatta, edebiyatta, yaşantıda bir çalkantı, bir keşmekeş görülüyor. Sadece tiyatroya özgü bir durum değil bu. Toplumun temel düzeninde kapsamlı ve radikal bir değişim olmadıkça, diğer alanlarda olduğu gibi, tiyatroda da bir değişime, bir aşama bir gelişme beklenemez. Daha özgür davranış olanağı var diye tanımladığımız özel tiyatrolara bakalım. Bir oyuncu ağzına geldiği gibi, dilediği gibi konuşamadığı sürece özel tiyatronun varlığından da, yararından da söz edilemez. Bu düzende tiyatro sahipleri de, oyuncular da, en az bir bakan kadar çaresizdirler. Bütün bu nedenler yüzünden de tiyatro giderek halktan kopmuştur. Televizyon çok ilginç, tiyatro, sinema, televizyon diye bir ayrım yapmak gerekir. Bu durumda diğerlerinden farklı kendine özgü bir anlatım tarzı olan yeni bir temaşa türü çıkıyor ortaya. Televizyonda hem tiyatro var hem sinema. Yani tiyatro, televizyon anlatımından yararlanabilir. Televizyon takdimcileri usta birer Pişekar durumunda dış ülkelerde. Geleneksel tiyatronun en belirgin özelliklerinden biri “ibret” tiyatrosu oluşudur, sahnede hiçbir şeyi idealize ederek seyircinin onu örnek almasını bekleyemezsiniz. Tersine oyunda hep “Siz bu duruma gelmeyin” örneklemesi vardır. Bir bakıma geleneksel tiyatro düzene uymayan insanların oyunu, bu tavır televizyon anlatımıyla birleştirilirse ortaya çarpıcı bir sonuç çıkar sanırım..
Kendi ağzından bölümü için kaynak: Ocak 1972, Tiyatro 72 Dergisi, Seçkin Selvi’nin, Münir Özkul’la yaptığı söyleşiden alınmıştır.