2023 Atina-Epidavros Festivali’nden İki Gösteri: “Göl” ve “Medea”

Mehmet Kerem Özel
3,9K Okunma

Beni Temmuz sıcağında Atina’ya getiren meraklarımdan biri, uzun zamandır yapıtlarını uzaktan takip edip hiç canlı seyretme şansına eremediğim Fransız-Avusturyalı koreograf Gisele Vienne‘nin bir gösterisini yakalama imkanıydı, diğeri namlı Alman tiyatro yönetmeni Frank Castorf’un Yunan oyuncularla Epidavros Antik Tiyatrosu’nda sahnelediği oyundu. Sırayla. Önce Vienne’in gösterisi.

Gisele Vienne’i koreograf olarak bilsem de, meğer Ecole Supérieure National des Arts de la Marionette okulunda kuklacılık eğitimi almış, ünvanları arasında görsel sanatçı ve yönetmen de varmış, sergiler açmış, fotoğraf kitapları yayınlamış, yerleştirmeler tasarlamış. Vienne’nin Atina-Epidavros Festivali kapsamında seyrettiğim “L’etang (The Pond)” (Göl) isimli yapıtı ise danstan çok tiyatro olarak tanımlanmalı. 

L’etang @Estelle Hanania

Önceden ne “Göl”ün metnini biliyordum, ne de yazarı Robert Walser‘in (1878-1956) herhangi bir metnini okumuştum, dolayısıyla Walser’in edebi tarzından habersizdim. Yerime oturduğumda sahnede beni; oyun alanının bütününü kaplayan ve yüksek beyaz duvarla çevrili bir mekan ve mekanın içinde bir karyola, etrafında bir çocuk odası dağınıklığı, karyolanın üzerinde, yerde ve duvara dayanmış yedi figür bekliyordu. Gösteri başladığında bütün mekanı dolduran yüksek sesli tekno müzik eşliğinde duvarlardan biri aralandı, sahne teknisyeni kılıklı bir adam çıktı ve kaldırıp taşımasıyla insan boyunda kuklalar olduklarını fark ettiğim figürleri teker teker dışarıya çıkardı. Karyola ve etrafındaki dağınıklık kaldı. Sonra erkek çocuk kılıklı (bermuda şortu, kafasında kasketi ve spor ayakkabıları ile) bir kadın oyuncu girdi sahneye. Biraz sonra pantolon ve süveteriyle diğer bir kadın oyuncu takip etti onu. Ağır adımlarla, sanki her bir adım yaşadıklarının ağırlığını taşıyormuşçasına, sanki görünmez iplerle oynatılan kuklalarmış gibi yavaş yavaş ilerlediler sahnede.

Walser‘in kızkardeşine ithaf ettiği ve aslında sahnelenmesi amacıyla yazmadığı 20 sayfalık tiyatro oyunu “Göl” bir erkek çocuğun, Fritz’in kardeşlerinden farklı olarak, anne ve babası tarafından maruz kaldığı sindirilme, aşağılanma ve taciz hikayesini konu alıyor. Fritz ebeveyninden, özellikle de annesinden tepki almak için gölde boğularak intihar etme numarası yapıyor. Hikayede Fritz’le birlikte kardeşleri ve yaştaşı çocuklar da yer alıyorlar. Gösteride ise sadece iki oyuncu var: Céline Sciamma’nın yönettiği “Alev Almış Genç Bir Kızın Portresi” filmindeki rolüyle hayran olduğum Adele Haenel ile Pina Bausch‘un yapıtlarında tanıyıp hayran olduğum Julie Shanahan. 

L’etang @Estelle Hanania

Temel olarak Fritz’i canlandıran Haenel aynı zamanda hikayedeki diğer çocuklara da hayat veriyor. Shanahan ise genelde anneyi, yeri geldiğindeyse babayı canlandırıyor. Haenel farklı karakterleri canlandırırken ses tonunda veya vurgusunda belli belirsiz değişiklikler yapıyor, sesiyle daha çok elektronik olarak oynanıyor. Shanahan de anne ile babayı canlandırmasının arasında en fazla postüründe minör değişikliğe gidiyor, bir de basit bir kostüm değişimi yapıyor, onun dışında bariz bir fark yaratmıyor. İkisinin de canlandırdıkları karakterler birbirleriyle konuştuklarında birbirlerine bakmıyor, gerçekçi bir diyaloga girmiyorlar, sanki bütün karakterler kendi monologları içinde kayboluyorlar. 90 dakika boyunca her konuşma, her hareket ağır bir şekilde icra ediliyor. Frankofon olduğunu bildiğim Haenel İngilizce konuşuyor. Her an varlığını hissettiren atmosferik ses peyzajının (ses tasarımı: Adrien Michel) yaladığı beyaz mekan (sahne tasarımı: Gisele Vienne) gösteri boyunca zaman zaman bütünüyle farklı renklere; kırmızıya, yeşile, mora, pembeye, maviye boyanıyor. (Işık Tasarımı: Yves Godin) Bütün bunları neden arka arkaya sıralıyorum, çünkü Vienne’nin, anlamlandırması kolay olmayan bütün bu mizansen seçimleri gösterinin garip, tarifi zor ve evet “tekinsiz” atmosferini etkili bir şekilde kurmasını sağlayan başat öğeleri. Fritz’in başından geçenler, hissettikleri, icra ettikleri kendi hayalgücünün ürünü bir kabus mu, onun kabusunun mu içindeyiz, yoksa enseste maruz kalmış ve kardeşleri tarafından da karalanan yalnız bir erkek çocuğunun kafa karışıklığıyla kendini ifade edemediği  gerçek bir ortamda mıyız? 

Beyaz mekanda yarattığı “derinine karanlık” atmosferle Vienne’nin tiyatro dair hiç bir konvansiyonu kullanmadığı ve tavizsizce yeni bir dil yaratmaya soyunduğu “Göl”, baştan dünyasına girmeyi başaran seyirciler için benzersizce hiptonize edici, giremeyenler içinse rahatsız edici bir gösteriydi.

Medea, Frank Castorf @Thomas Daskalakis

Frank Castorf’un Yunan oyuncularla bir Atina-Epidavros Festivali yapımı olarak Epidavros Antik Tiyatrosu’nda sahnelediği “Medea” ise bu yılki festivalin en merakla beklenen gösterilerinden biriydi. 

Gündüzki 40 derece sıcağın etkisinin devam ettiği ve tek bir esintinin bile olmadığı bir geç Temmuz akşamında, 13000 kişilik Epidavros Antik Tiyatrosu’nun seyirci alınan kısımlarında iğne atsan yere düşmeyecek sıkışıklıkta (9000 seyirci) ve sıcağı emmiş taş sıralarda oturarak arasız 3.5 saat süren, İngilizce yanyazılı Yunanca ve arada Fransızca, az Almanca bir gösteriyi seyretmenin bende haz almak ile işkence çekmek arasında salınan bir ruh haline tekabül ettiğini saklamayacağım. Bu seferki deneyimim, Epidavros Tiyatrosu’nda daha önce iki gösteri, ilki 2008’de Pina Bausch’un “Orfeus ve Euridike”sini, diğeri 2019’da Robert Wilson’ın “Oedipus”unu keyifle seyretmiş biri olarak, aşırı sıcağın ve uzun sürenin seyrettiğim gösteriyi alımlamamda ve neticesinde ondan aldığım hazda önemli etkilerinin olduğuna kanaat getirmemi sağladı.

Castorf metni Euripides’inkindeki temalardan esinlenerek, içine Heiner Müller’in Medea esinli metinlerinden bölümler ve bir Arthur Rimbaud şiiri katarak baştan yazmış. Gösteri tanıtımlarında; Euripides’in adı “esinlenme” veya “uyarlama” olarak bile anılmıyor ve “dünya prömiyeri” deniyor.

Medea, Frank Castorf @Alex Kat

Antik tiyatronun orkestrası çöplerle, boş plastik su şişeleriyle, market arabalarıyla ve ucuz mülteci çadırlarıyla kaplı, skene’sinin olduğu yere devasa bir ekran kurulu, ekranın üstündeki neondan Coca Cola yazısının Co la’sı ayrık ve sarkıyor (senografi: Aleksandar Denic). Ekrandan distopik bir tonda günümüz metropollerinin, fabrikalarının ıssız görüntüleri geçiyor. İlerleyen sahnelerde Castorf’un alameti farikası, canlı kamera çekimlerinin görüntüleri de bu ekrandan verilecek (video tasarımı: Andreas Deinert). Böylece öndeki bu dekorun arkasında bir de kapalı kırmızı bir odanın olduğunu anlayacağız. Oyunun kadrosunda sekiz oyuncu var; beş kadın oyuncu Medea’yı, üç erkek oyuncu da oyundaki erkek rollerini paslaşarak canlandırıyorlar. 

Post-dramatik tiyatronun babalarından anarşist ve marksist Castorf, 2008-2009 sezonunda Volksbühne Berlin’de sahnelediğinden sonraki bu “Medea”da da yine açık biçimi ve yapısökümü kullanarak ve farklı zamanlar ait metinlerin arasında dolaşarak, bir kadın protagonist olarak Medea’nın politik, sosyal ve psikolojik boyutunu ortaya serdi ve ezilen, ötekileştirilen, yabancı/şeytan/barbar addedilen bir özne olarak Medea çağımızda başkaldırdığında neye benzer, nasıl davranır, nasıl konuşur sorularını sordu. 

Castorf trajediyle fars arasında salınan “Medea”sında bir yandan kişisel ve toplumsal protestoyu bütün sertliğiyle ve çıplaklığıyla ortaya koyarken, bir yandan kendi kendiyle dalga geçen bir eğlencelik yaratıyor (gösterinin süresine, hala seyircinin kalıp kalmadığına dair şakalar yapan oyuncular), bir yandan da yaklaşık her 15 dakikada bir, seyrettiğimizin bir gösteriden başka bir şey olmadığını ve tiyatralliğini vurguluyordu (oyuncular kendi repliklerini tekrar ettiler, birbirlerinin repliklerini tekrar ettiler, Heiner Müller’in Medea ile ilgili metinlerinin başlıklarını söylediler, Medea’lar Mısırlı revü kızları gibi gösterişli, payetli, tüylü kostümler giyiyorlardı). Ama sanki Castorf mesajlarını verme şeklinde biraz kolaya kaçmıştı bu sefer; kapitalizm, tüketim toplumu, otoriter rejim, militarizm ve metalaşan beden eleştirilerini pek bir doğrudan dillendirmişti ve belki de bu yüzden bütün bunlar gösteri ilerledikçe tekdüzeleştiler ve etkilerini yitirdiler. Castorf’un alameti farikası olan canlı video çekimlerinin sahnedeki büyük ekrandan gösterilmesi de bu sefer maalesef gösterinin tekdüzeleşen özelliklerinden birine dönüştü, çünkü Castorf beş oyuncuya canlandırtdığı “Medea”lara bıraktım renk farkını, nüans, ton veya tını farkı bile atfetmemişti; beş oyuncu da Medea’yı aynı ifadeci tarzda yorumluyor, aynı abartılı tavırlı öfkeli kadını canlandırıyorlardı.

Medea, Frank Castorf @Alex Kat

İlk yarım saatinden itibaren sürekli bir akışla tiyatroyu terk eden seyircilerden geriye kalanlar müthiş bir tezahüratla oyuncuları, yönetmeni ve sanatsal ekibi ayakta alkışladılar. Bir Frank Castorf deneyimi daha sonlanmış oldu. Antik bir tiyatroda, Epidavros’da gerçekleşmiş olması tiyatral deneyim açısından bir fark yaratmış mıydı, hayır. Bildik, kapalı bir çerçeve sahneye daha mı yakışırdı, sanırım…

MEHMET KEREM ÖZEL

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku