“Yüz Yılın Evi”; Sahnede Çokseslilik…

Sadık Aslankara

2003’ten bu yana, yirmi yılı bulan geçmişiyle tiyatromuzun dikkat çeken topluluklarından GalataPerform, her zaman olduğu gibi mevsime yine sıra dışı, deneysel, kendi çizgisini koruyan bir oyunla imza attı: Yüz Yılın Evi.

Her oyununu izleyemesem de bugüne dek gördüğüm azımsanmayacak sayıdaki oyundan kalkarak topluluğun, Yeşim Özsoy lokomotifliğinde bütünsel bağlamda tiyatromuza ciddi katkılar sağladığı kanısına vardığımı söyleyebilirim gönül rahatlığıyla. Bu katkıların neler olduğunu başlıklar halinde sıralayayım:

1. GalataPerform, hiçbir oyununda bir önceki biçemini yinelemeye gönül indirmeyen, bunlarda deneyci tutum sergilemekten kaçınmayan, sanatsal yaklaşımında sıra dışı görünmekten korkmayan tutum izliyor.

2. Pek çok genç topluluğun yansıttığı dağar anlayışına inat yerli oyunlara öncelik tanımaktan, bu yönde genç, yeni oyun yazarlarının elinden tutup önlerini açmaktan, onlara bunu sahnede sınama şansı tanımaktan kaçınmıyor.

3. Ödenekli tiyatroların altından ancak kalkabileceği bir büyük enerjiyle festivaller, etkinlikler gerçekleştirip, özellikle oyun yazarlığı alanında atölyeler yapıyor, bu çerçevede etkinliklerini uluslararası platformlara taşıyor. 

Salt bu nitelikler bile GalataPerform’un, tiyatromuzda kendisine saygın bir yer edindiğini göstermeye yetiyor bana göre. Nitekim son olarak izlediğim Yüz Yılın Evi, topluluğun bütün bu özelliklerini somutluyor zaten.

Sözlü Tarih Belgeseli Olarak “Yüz Yılın Evi”…

Yüz Yılın Evi, çekirdek metin olarak bir sözlü tarih anlatısına dayanıyor. Yeşim Özsoy’un, kendi anneannesi Turan Necdet Özcan hanımefendinin aktardıklarının üzerine, daha sonra Ferdi Çetin’le giydirdikleri kurmacayla ortaya çıkmış. Buna göre kurmaca söz konusu iç-metnin çeperlerini oluşturuyor. 

Kaldı ki biz, anneannenin anlattıklarını, kendi ağzından, gerek söyleniş gerekse diziliş açısından akışkanlıkla alımlayabiliyoruz. Böylece oyun, anlatılanlar ekseninde dramatik tabanlı bir damar yaratırken kurgu da bununla uyumlu dolantılar eşliğinde kendi sarmallığı içinde döngüsünü tamamlıyor.

Buna göre oyun, broşür diliyle aktarayım, “İmparatorluktan cumhuriyet’e, gelenekten moderniteye olan değişimi, Sultan 2.Abdülhamit’in Hazine Kâhyası olan İbrahim Ethem Bey’e ait eski bir konak ve hikâyeleri üzerinden” anlatırken hikâye, “yarı otobiyografik bir şekilde gerçekle kurgunun iç içe geçtiği bir düzlemde” yansıtılıyor. “Yeşim Özsoy, İbrahim Ethem Bey’in büyük torunu olan ve şu anda 100 yaşında olan kendi anneannesinin anlattığı bu hikâyeleri derleyerek yeniden kurgulamış” oluyor böylece. 

Bu çerçevede hanımefendinin anlattıkları bir yandan dönemi yansıtan rol kişileriyle bir konakta videoda, öte yandan anlatıya katılan canlı cansız nesneler ağzından plastik olarak sahnede görkemli bir gösteriye dönüştürülüyor.

Anlatısal Çokseslilik Bağlamında “Yüz Yılın Evi”…

Kuşkusuz hüner, aslında görece düz sayılabilecek metnin, inceliklerle işlenişinde, ayrıntıların da yerli yerine yerleştirilişinde, bu arada görsel açıdan alabildiğine yükseltilip göz çelen gösteriye dönüştürülmesinde yatıyor. Peki, bu nasıl gerçekleştiriliyor?

Oyunu seyrederken Hulki Aktunç’un Bir Çağ Yangını (1981) adlı romanını düşünmeden edemedim doğrusu. Konak, yangın, eşik vb. öğeler yazınımızda geniş etkiye yol açan bu soy anlatıya uçurdu beni bir çalım. 

İyi yapılandırılıp kurulmuş bir sahne yapıtıydı karşımızdaki. Yeşim Özsoy’un, öyküde de kendisini kanıtlamış genç kalemlerden Ferdi Çetin’le birlikte bütünlediği oyun metni, anlatının bütün katmanlarına içirilmiş bir çokseslilik yüklemesiyle alabildiğine derinleştirilmişti. 

Anlatı yerlemi olarak konak mekânının, insandan hayvana, bitkiye, sonra perdeden takıya, giysiye vb. canlı cansız kendisiyle ilişkilenmiş öteki varlıklara anlattırılmasının, anlatıya eşlik eden bu öğelerin gerek sahne üstünde plastik olarak gerekse videoda sinema oyunculuğu bağlamında hikâyeyi yansıtımının çok yönlü bir kurmaca zekâsıyla seyirci önüne geldiği söylenebilir pekâlâ. 

Asla küçümsenemeyecek, azımsanamayacak bir çokseslilik becerisi bu. Metnin ya da sahne plastiğine yansıyan yorum olarak tiyatral hünerin içselleştirilip sindirildiği, böylece estetik somutlayışın yansıyıp yayıldığı övgüye değer bir çalışma.

O halde metinde Yeşim Özsoy-Ferdi Çetin, rejide Yeşim Özsoy, yansıttıkları bu çokseslilikten ötürü övgüyü hak ediyor.

 

Görsel İşitsel Etmenleriyle “Yüz Yılın Evi”…

Sonuçta Yüz Yılın Evi’nde gözlenen bu büyük işbirliği, oyunun uçurulmasında da dinamoluk üstleniyor. Sıradan işbirliğini aşan, metnin kurulmasından sahne plastiğinin gerçekleştirilmesine, videonun kurgusundan oyuncularına, seslendiricilerine, bunları birbirine karan müziğe, koreografiye uzanan geniş bir kadro sırtlayıp uçuruyor oyunu. 

Bu doğrultuda gelin kimi adları analım. Kıvanç Sarıkuş (ses, müzik tasarımı), Melisa Önel (video tasarımı), Tuğçe Tuna (koreografi), Ayşe Anter (ışık tasarımı ve teknik koordinasyon), Arda Yıldıran (görüntü yönetmeni), Elif Ongan Tekçe, Sanem Öge, Emir Politi, Yaman Ceri (video oyuncuları), Katayoun Momtaheni, Karin Ataoğlu, Nükhet Akaya, Enginay Gültekin, Ayşe Lebriz Berkem (seslendiriciler) ilk elde mutlaka anımsanması gereken adlar… 

Derken tek oyuncu konumunda, video akışını da arkasına alarak metni sahne plastiğiyle harmanlayıp yer yer anneanne hanımefendi, yer yer konak, bu konağın canlı, cansız nesneleri halinde peşine taktığı seyirciyi kucaklayıp belleklerde kendine özel yer edinen Yeşim Özsoy’a geliyor sıra. 

Şahika Tekand’ın sahnede başlı başına rol verdiği ses mekanizasyonunun hızlanma-yavaşlama değişkesine dayalı oyunculuğuyla Yeşim Özsoy da ses karakteriyle seyirciyi kendi büyüsüne çekip, yaydığı ironiyle eğlendiriyor da. 

Alkışlar GalataPerform’a, alkış Yeşim Özsoy’a… 

0

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku