Yücel Erten’den İzBBŞT’ye Dair – 15

Nezih Gençler’in “Seyirci Gözüyle İzmir Şehir Tiyatroları’nda Olup Bitenler Üzerine” Yazısına Yanıt

editor
4,1K Okunma

Kuruluşundan bugüne kadar olup bitenleri izlemeye, yazışmaları takip etmeye çalışıyorum.

(“Yurttaş olarak, seyirci olarak yazıyorum.” diyorsun. Yurttaş olarak elbette yazarsın ama, bizim seyircimiz olduğunu, yakından takip ettiğini  iddia etmen saçma olmuş Nezih. 12 oyunun yalnızca birini, bilemedin ikisini seyrettin. Aralık 2021’den bu yana, yani 2,5 yılı aşkın, İzmir Şehir Tiyatrosu’nun semtine uğramış değilsin. İzmir Şehir Tiyatrosu’nun seyir defterini bilir pozu takınman boş bir iddia.

Ayrıca facebook sayfanda bu durumu sorgulayan birine şöyle yanıt veriyorsun: “Tiyatro… Tiyatro… Dergisi, Kurucu Genel Sanat Yönetmeni Yücel Erten, Sündüz Haşar, Müge Kızılbağlı, Eren Aysan ve Kurucu Danışma Kurulu sosyal medya platformlarında konuyu paylaştılar.” Beylik ‘açık kaynaklar’ ağzı ile yasak savıyorsun. 

Önce kaynakların nelermiş, yakından bakalım: 

Son 3 ay öncesindeki 2 yıl 10 ay boyunca Tiyatro… Tiyatro… Dergisi’nde, İzŞT’nin ancak etkinlik ve başarı haberleri vardır. Yine 3 ay öncesine kadar Yücel Erten, Nezih Gençler’in çalakalem tesbitlerinde dayanak olacak bir şey yazmış değildir. 

Kurucu Danışma Kurulu, bir kez ağzını açmış, Yücel Erten’den cevabını alınca suskunluğa gömülmüştür. 

Sündüz Haşar da yazılarında son dönem krizini, özerkliği savunarak ele almıştır. 

Ne kaldı geriye? Senin adlarını verdiğin Sanatçı Müge Kızılbağlı ve kurumdaki görevi bundan 14 ay önce sona ermiş Dramaturg Eren Aysan.

Kızılbağlı’nın kuruma dair tek bir eleştiri yazısını gösteremezsin. Aysan’ın ise, bu bağlamda yazılı tek bir cümlesi dahi yoktur. Şimdi, Nezih Gençler, bu ne anlama gelir? İzmir Şehir Tiyatrosu’nun serüvenine dair, elinde açık kaynaklarda yer almış bir bilgi yok. İlgin 3 yıla yakın zaten yok. Müge Kızılbağlı ve Eren Aysan’dan dinlediğin dedikodularla analize mi yelteniyorsun? 

Yine bir facebook yorumunda bu iki ismi bizzat sen bilgi kaynağı olarak gösteriyorsan, dedikodudan öteye gitmeye zahmet etmediğin açıktır. Yazın da bu tesbitin gölgesinde kalır…)

Yücel Erteni TEORİK olarak hem doğru hem de haklı buluyorum. Ancak PRATİK olarak bir çok yanlış ve haksız uygulamalar yaşanmış olmalı ki; teori, pratik uygulamaların bataklığına gömülmüş görünüyor.

Yücel Ertenin durumunu; içinde bulunmaktan birinci derecede kendisinin sorumlu olduğu loş bir zindanın yaş ve taş duvarına vurulmuş yumruk ya da yarattığı veya yaratılmasına bilerek-bilmeyerek katkıda bulunduğu, düştüğü/düşürüldüğü bataklıkta çırpınma olarak değerlendiriyorum.

(Ben neden bir zindanda ya da bataklıkta olayım? Alnım ak, başım dik, vicdanım rahat, yüreğim ferah, evimin balkonunda oturuyorum. Ve senin bu teori-pratik şablonunu, ‘loş bir zindanın yaş ve taş duvarına vurulmuş yumruk’ teranesi ile edebiyat paralama gayretini gülerek okuyorum.)

Benim de bir dereceye kadar içinde olduğum, aktif olarak desteklediğim Devlet Tiyatroları’ndaki yerinden yönetim, özerklik ve Birim Tiyatrolar mücadalesi bir trajediydi. Bu seferki bir komedi denilebilir… Gene de trajik bir yanı var tabi. Uçurumların, kartalların intiharına (bir kez daha) sessiz kalması” gibi; Pratik gerçekler Teorik doğrulara ve Haklılıklara sağır kalıyor. Çünkü o teorik doğruları ve haklılıkları pratikte ete kemiğe büründürecek ve onlara can verecek olan biricik güç; iç/dış (sanatçı/halk) eğitim ve örgütlenmesi ve de sanatçı-halk (seyirci) dayanışması, kollektif aksiyonu ve dinamizmi yok veya çok cılız.

(Tiyatrodan anladığını göstermek için ‘trajedi, komedi’ falan diyorsun ama, benzetme oturmadığı için bu defa ‘loş zindan, taş duvar, uçurum, kartal’ gibisinden biraz ödünç edebiyat serpiştiriyor, sonra da şu beylik teori-pratik ezberine dönüyorsun. Gelgelelim derme çatma tiyatro bilginden, şurdan burdan duyduklarından Marksist analiz falan çıkmıyor. Müge Anlı özentisi olarak kalıyor.)

Tabandaki bu yetersizlik sonucu, İlber Ortaylı, Emre Kongar, CHP Genel Merkezi vb gibi yukarlardan, bir takım meşhur”, popüler kişilerden, çeşitli güç odaklarından doğruluk ve haklılığın” desteklenmesi için yardım bekleniyor. 

(Elbette öyledir. Demokrat aydınlar olarak elbette ellerinden geleni yapacaklardı, yazdılar. Ne yapacaklardı yani, saygısızca yapılan bir görev değişikliğine karşı, ellerinde kazma-kürek-pankart-flama Başkanlığı mı basacaklardı? Sen sendikacılığını özledin galiba? Emre Kongar, İlber Ortaylı ve destek veren diğer aydınlarımıza benim başvurduğumu ima etme gayretin, bence çiğ bir kabaklama olarak duruyor.)

Şu soruları sormak; her sanatçının, vergi veren her yurttaşın, her seyircinin, hele benim gibi ta başından beri özerk bir tiyatro mücadelesinin boylu boyunca içinde olmuş, dergilerde yazılar yazmış bir tiyatro SEYİRCİSİnin de hakkıdır.

(Nezih Gençler, sözlerini ciddiye alabilmemiz için, biz tiyatrocuların da soruları olabilir. Örneğin:

Son 5 yılda kaç defa tiyatroya gittin? Her yıl 15? Hadi sana biraz iltimas geçelim: Her yıl 10?… Ama şu son 5 yılda 3-5 oyunu geçmiyorsa; kendini iyi bir tiyatro seyircisi sayamaz, seyirci olarak ahkâm kesemezsin.

Kısa süre önce Tarsus’ta, Nilüfer’de de ağır siyaset-sanat krizleri yaşandı. İyi bir seyirci olarak, oradaki yıkımlarla ilgili bir yazı yazdın mı? Bir sorgulamaya girdin mi? Girmedin.

Şimdi birdenbire derin uykundan uyanıp böyle celallenişine bakınca; İzmir Şehir Tiyatrosu bahanesiyle Yücel Erten’e yüklenmeye çalıştığın apaçık ortaya çıkıyor. Bu davranışın, taşeronluk kokuyor Nezih. 

İzmir’de yaşananlara bakarken darbeyi, gizliliği, hileyi, karanlığı, yalanı, safsatayı, devşirmeyi görmezden geliyorsun. Yazında bu gerçeklere ilişkin hiç bir tesbite yer vermiyorsun. Yazın, Yücel Erten’le başlayıp Yücel Erten’le bitiyor. Bir tiyatronun sürecini sorgulamak değil; adetâ bir adamı sorgulamak. Zindan-mindan gazıyla bir de kendine sorgu yargıcı rolü biçiyorsun. Örneğin, kuruluş aşamasındaki heyecanın ve dinamizmin korunmadığı ve geliştirilmediğini ima ederek başlıyorsun. Neye dayanarak? Meçhul…)

1- İzmir Şehir Tiyatroları sanatçılarının o ilk kuruluş aşamasındaki heyecanını, dinamizmini koruyup canlı tutmak ve geliştirmek için periyodik sanatçı toplantıları yapılmış mı?

(Yok yapılmamış, körebe, kukalı saklambaç gibi oyunlar oynanmıştır! Afedersin ama, bu soruları soran Seyirci’nin akıl yaşı kaç?)

2- Yönetim Kurulu olarak periyodik toplantılar yapılmış mı?

(Yok, tövbe yapılmamıştır; golf oynamaya falan gidilmiştir!) 

3- Her iki periyodik toplantılarda herkesin özgürce değerlendirme, eleştiri ve özeleştiri hakkını herkesin yüzüne karşı kullanması sağlanmış mı? Yoksa bu toplantılar haricinde gruplaşmalar, hizipleşmelerle dedikodular ve fısıldaşmalara zemin olacak bir durum mu oluşmuş? Tartışma ve konuşma ortamından umudunu kesen iyi ya da kötü niyetli kişiler kendilerini denize düşenin yılana sarılması’ gibi bir ruh haliyle çeşitli savrulmalara (başka bir erk aramaya) mahkum mu hissetmişler?

(Böyle dedikodu kumkuması gibi ne didiniyorsun sen Nezih? Kim benimle tartışmak ve konuşmak istemiş de ortamını bulamamış? Yukarıda saydıklarının hepsi, her tiyatroda az ya da çok yaşanır. Mesele, sanatçıları bunlardan kurtarıp  başarıya, üretimde ortaklaşmaya, öncü kol ruhuna, ansambl duygusuna ulaşmaya çalışmaktır. Tiyatrodaki gelişim çizgisinden, varılan düzeyden, kalite ve kantiteden zerrece bilgin, haberin yok. “Vay ben yurttaşım, vergimin hesabını sorarım” diye, kendini uzman-psikanalist mertebesine koymak ne demek? Sen mantıklı bir insandın. Bu kriter yoksunluğuna, bu dedikodu şehvetine nereden düştün?)

4- Oyun provaları haricinde, sanatçılarla teorik-pratik çeşitli eğitim ve uygulama atölyeleri, kurslar yapılmış mı?

(Kendini parti komseri falan mı sanıyorsun? Neredeyse “Reji atölyeleri yaptık” desem; “Anlat bakayım neler yaptınız?” demeye yelteneceksin. Aklın sıra dolaylı yoldan, Yücel Erten’i didiklemeye yelteniyorsun. Dikkat et, bu işler ilgi, bilgi ve emek ister. Tiyatrocular da, her uykusundan uyanan vatandaş ile, sanat siyasetini ve gelişim sürecini tartışmak zorunda değildir.) 

5- 30-40 kişilik bir kadro nasıl olup da bölünüp parçalanmış? Daha önce yedikleri içtikleri ayrı gitmeyen 

(Şahane dedikodik bir teşhis! Kimin kimle yediğinden içtiğinden kime ne, özellikle sana ne?) 

ve Yücel Erten etrafında kenetlenmiş bu kadro, sanatçı temsilcileri seçimiyle başladığı izlemini veren ufak tefek çatlaklardan sonra nasıl olur da dün topluca taptıkları” Yüceli, içlerinden hatırı sayılır sayıda bir kısmı kısa bir süre sonra yerin dibine sokmaya kalkabilir? 

(‘Taptıkları’ ne akılsız bir lâf! ‘Hatırı sayılır sayıda’ ne bulanık ölçekleme! ‘Yerin dibine sokmak’ ne ölçüsüz savurma!… Niyetin ne? Aklın sıra kinaye mi yapıyorsun? Ancak arkamdan söylenebilecek şeyleri dinlemişsin. Aynı şeyleri benim yüzüme söylemeleri; hem ahlâk, hem cesaret ister.) 

6- İlk kuruluş aşamasından 1. yıl sonuna kadar Yücel Ertenin yanında olan kadrolu ya da misafir sanatçılar ve yönetici kadrodaki kişiler nasıl bir savruluşla dışlanmış olabilirler? 

(Çok düşüncesiz ve abes bir soru. 2 Oyuncu ile 1 Dramaturg, kuruluş aşamasında tiyatroda ‘konuk’ olarak görev yaptılar. Çalıştıkları kurumdan aldıkları maaşın yanısıra, 2 yıl boyunca her ay kendilerine ücret ödendi. Ömür boyu konuk kalacak değillerdi ya?… 

Yoksa öyle mi isterdiniz? İyi ama bu defa da vergilerinin hesabını soran yurttaş/seyirci olarak “Arkadaşlarını kurumda maaşa bağladı” diyecektiniz?… 

Ayrıca tiyatro, ufukta bir iktidar hayali görüp, her biri kendine bir egemenlik alanı oluşturma çabasına giren, zaman zaman da birbiriyle savaşan bu abiler-ablalarla mı yürümeliydi? Elbette makul bir süre içinde, bütün görevler kurumun kadrolu elemanları tarafından üstlenilmeliydi. Burada ‘dışlamak’ sözü de özellikle abes kaçıyor. Çünkü kendilerine, daha başlangıçta söylemiştim: Sözleşme ile bağlı oldukları kurumlarından ayrılıp İzŞT’ye kadrolu olarak gelmek isterlerse; bunu memnuniyetle karşılarız demiştim. Hiç biri yanaşmadı! 

Hani, ‘vergilerimiz’ falan diyorsun ya; işte o kavşakta kamu yararını gözetme kavramı da vardır.

Sen darbecileri neden sorgulamıyorsun, onu söyle. Gerici bir yönetmelikle tiyatronun tepesine oturtulan ve arpalığı andıran vesayet mekanizmasını niye sorgulamıyorsun?…) 

Bu sonuca varılmasının bir nedeni de; bazı sanatçıların “öz evlat”, bazılarının da “üvey evlat” durumuna düş(ürül)mesi mi? 

(Hadsizliğin de bir haddi olmalı Nezih. Benim için orada ‘üvey evlat’ diye bir kavram olmadı. Ama bir seyircinin, böyle nevrotik havadisler edinmesi ve  yaymaya kalkması, anormal. Sen tiyatronun dedikodudan sorumlu sendika temsilcisi misin?)

7- Her oyundan sonra olmayabilir ama önceden tarihleri seyirciye duyurularak her oyun için birkaç kez oyun sonu sanatçı-seyirci sohbetleri yapılmış mı? 

8- İzmirin varoşlarında kamyon tiyatro” örneğindeki gibi turneler ve oyun sonunda sanatçı-seyirci sohbetleri yapılmış mı? 

9- İzmirli gençlere, özellikle konservatuvar tiyatro eğitimi almak isteyen gençlere yönelik tiyatro kursları, atölyeler, diksiyon kursları vb yapılmış mı? Hatta özellikle ev kadınları ve isteyen kadınlı-erkekli İzmirlilere yönelik amatör tiyatro kursları ve atölyeleri ve diksiyon kursları için çalışmalar yapılmış mı? Örneğin; her mahallede bir amatör tiyatro topluluğu oluşturmak üzere bir çalışma yürütülmüş mü? 

(Dandik, beylik ve saftirik sorular!… Sanırsın hocası, ortaokul öğrencisine ödev vermiş, “Bir sanatçı bulup, sorular sorup röportaj yapacaksınız” diye…. Yok, bu benzetme çok masum kaldı. Şöyle demek gerekiyor: Yorgun sendikacı ve kırgın sosyalist, bugüne kadar birkaç tiyatro kurmuş olmalı ki, “Neler yapıldı bakiim” havasıyla tek kaşını kaldırıp teftişe gelmiş.  

Dayı, sen bizim üç yıl boyunca geçtiğimiz koşullardan geç, o arada bütün bu saydıklarını yap; bakalım sahneye oyun falan çıkarabiliyor musun? Bir tiyatronun kuruluş ve üç yaşına varış sürecinde, önceliklerin neler olduğunu bildiğin sanrısına nereden kapıldın? Yazıktır sana, bu derde nereden düştün?)

10- Tüm bunlar; hem sanatçıların sağlıklı gelişiminin sağlanmasına, sanatçılar arasında birlik, dayanışma ve kollektif aksiyonun gelişmesine hem de sanatçı-halk iletişim ve dayanışmasının yaşama geçirilmesine katkıda bulunacak olan etkinlikler değil mi? 

(Lâf kalabalığına getirip öfke kusan, tedavi olması gerekirken koltuk peşinde koşan, taşralı kanaat önderlerini mi takip ediyorsun? Kulağın, süzme imkânın olmayan karmaşık saçmalıklarla ve dedikodularla dolmuş.)

Bunların; özerkliğin de korunup geliştirilmesi için yaşamsal önemi yok mu? Bunlara benzer etkinlikler veya bunların bir kısmı yapılmaya çalışıldı da belediye veya kaymakamlık ya da valilik mi engelledi? Mevzuata veya tasarruf tedbirlerine mi takılındı? 

(Nedir şimdi bu rivayetlerden başka dayanağı olmayan kostaklanma?

Neden şimdi bu ergen tarzı teori-pratik şablonları üzerinden havalanma?

Ve parti komseri edasıyla kabarma?… 

Tanımadığın, bilmediğin, görmediğin, yaşamadığın bir tiyatro üzerine analiz yapma iştahın aniden kabardıysa; araştıracaksın, o sorduğun soruların karşılığı var mı bilgi edineceksin, kıytırık dedikodularla kulaktan dolma ahkâm kesmeyeceksin arkadaş!

Şunu göremiyor musun? Bu ilk filizlenme, siyasal erk zoruyla kırılmış olsa da ‘sanatsal özerklik’ kavramı; 3 yıllık uygulama sonucunda Türk tiyatro dünyasının zihnine mıh gibi saplanmıştır. Gelecek için bir referans vardır artık. Hiç değilse bunu görebilsen; inan, dedikodu yazarlığına soyunmuş olmana itiraz etmeyebilirdim. 

İzmir Şehir Tiyatrosu’nun seyircisi olduğun doğru değil. Üç yıl önce kurulmuştu, sen 2,5 yıldır semtine uğramış değilsin.  

Yazın çok sığ. Yılgın solcuların teori-pratik şablonunun tekrarı, dedikodudan beslenip haddini aşan bir tomar soru ve Yücel Erten hakkında ‘kartal düştü serçe sıçtı’ şeklinde abuk subuk mecazlarla bir hırpalama çabası. Ben o mavralara şerbetliyim Nezih, vız gelir tırıs gider. Sadece sorunun özünü kavrayamamış olmana ya da görmezden gelmene, senin adına üzüldüm.

Bir yorumunda da şöyle diyorsun:

Sanırım eksik olan; çuvaldıza davranmadan önce iğneyi kendimize batırmak. Ortada bir rezalet ve cinayet var. Bu sonuca gelinmesinde bizlerin, Yücel Ertenin ve Yönetim Kurulunun, şu oranda ya da bu oranda hiç mi payı yok? Her şey yapıldı mı? Bunu soruyorum. 

‘İğneyi kendimize batırmak’daki ‘kendimiz’ kim? Cümledeki ‘biz’ kısmına sen kendini nasıl tayin ettin? Tut ki ben birilerine karşı çuvaldıza davrandım, sen nerden çıktın da bana iğne batırıyorsun? Doktorculuk mu oynuyoruz?…

‘Her şey yapıldı mı?’ Ne saçma ve küstahça bir soru! Sen kaç tiyatro kurdun, kaç oyun koydun, kaç sanatçı ile çalıştın? Evine mutfak yaptırdın da, teftiş mi ediyorsun?…

Son olarak bir de şöyle anlatmayı deneyeyim: Madem ki bunca eksiklikten Yücel Erten’i sorumlu tutma hevesindeydin; en azından şunu söyleyebilirdin: “Yücel Erten gitsin, evet, ama yönetmelik değişmesin. O yönetmelik özerkliğin güvencesidir.” Söylediğin gibi özerklik çalışmalarını ‘boylu boyunca’ yaşadıysan; neden özerklik yönetmeliğini savunmadın? Buna benim de bir itirazım olmazdı, olmadı da zaten. Ben yönetmeliği savundum. Ama heyhat ki, sen bunu bile görememişsin, seyirci!

İşin özeti şudur: Sen bir şey sormuyorsun. Gömücülerin linç hevesine fahrî konsolosluk yapıyorsun.  

Alter Kamerad, aç gözünü, tufaya düşme: İzmir’de sorun Yücel Erten değil. Hiç de olmadı. Yücel Erten kısmının özeti, benzersiz bir başarıdır, nokta. Sorun, baltayı alıp bağa girenler karşısında, arsız darbeciler karşısında, linç heveslisi taşralı kanaat önderleri ve dedikoducu devşirmeler karşısında, ilkelerin ve kazanımların savunulmasıdır… 

Bu kadar açık bir gerçeği göremiyorsan; adımı kullanıp kendine sosyete yapmaya çalışıyor durumuna düşersin; vesselâm…

YÜCEL ERTEN

İzmir, Eylül 2024

 

İlgili haberimiz: https://tiyatrodergisi.com.tr/nezih-gencler-yazdi-seyirci-gozuyle-izmir-sehir-tiyatrolarinda-olup-bitenler-uzerine/

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku