Değerli tiyatrocu dostlarım, tiyatroseverler, sanatseverler ve İzmirliler,
İzmir Şehir Tiyatrosu Genel Sanat Yönetmeni darbeci Levent Üzümcü, ezberlediği bazı yalanları şuursuzca tekrarlamaktan vazgeçmiyor. Daha önce Enver Aysever ile söyleşisinde söylediği ve her fırsatta tekrarladığı yalanı, şimdi de 28 Eylül 2024 tarihli birtv’deki ‘Özel Bir Söyleşi’ programında tekrarladı. Bütün açıklama, eleştiri ve uyarılarımıza rağmen, inatla ve pervasızca… Şöyle dedi:
“(…) tiyatronun yönetişimiyle ilgili, bir takım işte yönetmelik değişikliklerine gidilerek, işte bu danışma kurulu, sanki sadece kuruluş için varolmuş bir kurulmuş ve artık görevini bitirmiş ve bundan sonra Genel Sanat Yönetmenine tiyatronun Yönetim Kurulu karar verir’e kadar gitmiş iş.”
Bu belki şimdi size önemsiz görünebilir. Böyle bir cümle sarfetmesinin önemini, ilk anda anlamayabilirsiniz. “Bu kadar büyütecek ne var bunda? Nesini önemseyelim bunun? Uzattınız ama! Olur öyle şeyler. Dünya yıkılmadı ya?” diyebilirsiniz. Böyle düşünen meslektaşımız da çoktur bilirim.
Öyle ya, “Hey Corç, versene borç” diye arkadaşınızdan borç istediniz de; o da parası varken “Borçlar çok, para hiç yok” diye ayak, uyak, kafiye salladı. Bunu önemsemeyebilirsiniz. Aklınıza yazar, “Yalan ömrü uzatırmış” diye homurdanarak notunu verip geçebilirsiniz.
Gelgelelim kamusal alanda ‘yalan’ konusu, böyle goygoy-joyjoydan ibaret değildir. Dürüst olmak, yalan söylememek, hem yurttaşlık borcudur, hem de kamu yönetiminde vazgeçilmezdir. Ve Türkçe’de yalana yalan denir.
Örneğin tiyatro tarihimizi çarpıtmaya, bir darbe girişiminin üstünü örtmeye, darbecileri haklı ve masum göstermeye çalışan bir yalanı da, böyle gevrek ve gevşek mi karşılayacağız? Yalana bu kadar mı alıştık? Bu kadar mı hayatımızda normalleştirdik?
Türk tiyatrosunun ilk ‘sanatsal özerklik’ laboratuvarının yıkılması, o cümleye sıkıştırılmış iki yalanla başlayıp, o iki yalanla darbe hedefine varmışsa?…
Ve o iki yalan, belgeleriyle çürütüldüğü halde; sıkılıp utanmadan hâlâ çürük elma kokulu biber gazı gibi suratımıza sıkılıyorsa?…
Elbette bu yalanlara göz yummak ya da görmezden gelivermek, herkesin aklına ve vicdanına kalmıştır. Siz de Türk tiyatrosundaki önemli bir atılımı iğdiş eden bu konuyu hâlâ önemsiz görüyorsanız veya benim şahsî bir meselemmiş gibi algılıyorsanız; bu yazıyı okumaya devam etmeyebilirsiniz. O takdirde size iyi istirahatler…
Ama ben, o laboratuvarın kurucusu olarak; tarihe, topluma, sanatıma ve mesleğime duyduğum sorumluluk gereği, bir cümleye sıkıştırılmış bu iki yalanı deşifre etmekten geri durmayacağım.
İzmir’de, Türkiye’nin sanatsal özerkliğe sahip ilk kurum tiyatrosu, özerkliğin ilk laboratuvarı berhava edildi; siyasetçiye, bürokratlara ve bir vesayet kuruluna bağımlandı, TOKİ usûlü bir şablona geri dönüldü.
On yıllarca tiyatrocuların kafa yorduğu, uğruna mücadele ettiği bir model, vahşice bir bilgisizlik ve hırsla yok edildi. Peki bu, Türk tiyatrosunun tarihinde önemli bir olay değil midir?
İzmir Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları bir kamu kurumudur. O kamu kurumunun yöneticisi, kurumun tarihine dair bazı yalanları kamuoyu önünde ısrarla tekrarlarsa, buna tepki göstermeyecek miyiz?
Kamuoyunu aydınlatmak adına, aydın sorumluluğu adına, yönetim ahlâkı adına, meslektaşlarımı bilgilendirmek adına, demokratlık adına, tiyatro tarihimiz adına ve de gölgelerin gücü adına ve hattâ ibret-i âlem için; o iki yalanı bir kez daha önünüze sermek görevimdir.
YALAN 1
“yönetmelik değişikliklerine gidilerek, işte bu danışma kurulu, sanki sadece kuruluş için varolmuş bir kurulmuş ve artık görevini bitirmiş”…
Bu cümledeki “sanki” zararsız gibi görünen minik bir sözcük. Fakat büyük ve çok kötü bir yalan.
Gerçek ise çok yalın: Kuruluş aşamasında çalışan ‘Kurucu Danışma Kurulu’, sadece kuruluş için varolmuş bir kurul idi ve 1. sezonun sonunda artık görevini bitirmişti. Nokta.
Bu yalın gerçek karşısında, alaturka kafaların uydurduğu “sanki, aslında, ama, fakat” gibisinden mikmikler ve vıdıvıdılar para etmez.
Kanıt mı? Orhan Alkaya, Eren Aysan, Zeynep Altıok, Cezmi Baskın, Yücel Erten, Hülya Nutku, Bilgehan Oğuz ve Levent Üzümcü’den oluşan Kurucu Danışma Kurulu üyelerinin de onayını almış olan İLK Yönetmelik şöyle der:
“Geçici 6. madde: (…) 3 yıllık ilk yapılanma döneminde, ilk sezonda iki kez Danışma Kurulunun gözetim ve denetimine başvurulur.”
Dikkat lütfen: Sadece İLK SEZONDA! Sonra? Sonra, kuruculuk görevini tamamladığı için Danışma Kurulu yoktur. Varlığının sürdüğünü kanıtlayacak tek belge, tek satır gösteremezsiniz. Gösteremediler, gösteremeyecekler!
Her zaman söylerim: Tiyatro bir varsaymaca-varsaydırmaca sanatıdır. Ama görünen o ki, o geçici kuruldaki koltuk düşkünleri, bunu yanlış anlamış. “Kendimizi var sayalım ki, var saydırabilelim, olsun bitsin” demişler. Hukuk, mevzuat, yönetmelik ve benzeri alanlarda, bu varsaymacanın geçerli olacağını düşünmüşler. Ve aslında artık yokken, kendilerini birden var sayıvermişler.
İyi ama, bir Kurum (İzmir Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları), hukuken varlığını yitirmiş bir Kurul’un (Kurucu Danışma Kurulu), varlığını sürdürdüğünü, nasıl ve neden varsaysın?
İnanmayacaksınız ama, Kurum kendilerini var saymayınca; bunlar da oturup Kurum’u yok saymaya karar vermişler…
Masal anlatmıyorum, gerçeği söylüyorum. Çünkü bu geçici Kurul’un üyeleri Orhan Alkaya, Zeynep Altıok, Eren Aysan, Cezmi Baskın, Bilgehan Oğuz ve Levent Üzümcü, bir yönetmelik darbesi ile, varolmayan Kurul’u, Kurum’un tepesine yönetim organı olarak oturtmaya kalktılar.
Üzülerek söylüyorum; bile bile sarıldıkları yalanlar; ilkinde püskürtülen, ama ikincisinde hedefine ulaşan bir DARBE’nin karton kahramanları olarak tarihe geçmelerine yol açtı.
YALAN 2
“… bundan sonra Genel Sanat Yönetmenine tiyatronun Yönetim Kurulu karar verir’e kadar gitmiş iş.”
Bu da her fırsatta “padişahlık, hanedan” gibi abuk iftiralarla süslenen bir yalan. “Genel Sanat Yönetmenine tiyatronun Yönetim Kurulu karar verir” şeklinde bir ifade, yönetmeliğimizde asla yer almamıştır. Bakın bakalım yönetmelikte Üzümcü’nün söylediği gibi bir şey var mı:
“Başvuranların projeleri ve yeterliliği, mevcut Yönetim Kurulunun ön elemesinden geçer ve Kurul, tüm başvuran adaylar hakkında olumlu ve olumsuz değerlendirmelerini gerekçeleri ile birlikte rapor halinde tanzim eder. Değerlendirme raporuyla birlikte en az 2 adayı Başkanlık Makamının tercihine sunar.”
Var mı burada “Yönetim Kurulu karar verir” diye bir şey?
Bir kere ‘atama’, Büyükşehir Belediye Başkanı’nın devredilemez yetkisidir. Başka yetkilerini devredebilir ama, atama yetkisini devretmesi mümkün değildir. Bu durumda Genel Sanat Yönetmeni’nin kim olacağına tiyatronun Yönetim Kurulu nasıl karar verecek? Yönetmelik ortada dururken; Başkan’a öneriler sunulacağı orada açıkça yazarken; bu nasıl cahilce bir çarpıtma? Ya da nasıl sinsice bir kaçak zekâ?…
Böylesine iri, kalın ve pis kokulu bir yalanı, kim, neresinden uydurmuş olabilir? Elbette yukarıda isimlerini saydığım pek bilmişler altılısı. Çünkü bana karşı yayınladıkları, Üzümcü’nün de paylaştığı ortak bildiride de yer almıştır bu yalan. Ama bu hileli davranışı açığa çıkaran cevabım üzerine susakalmışlardır.
Gördünüz işte: Yine kamuoyunu yanıltmak amaçlı, gerçekle dirhem ilişkisi olmayan bir uydurma.
İyi ama, Üzümcü neden hâlâ bu yalanları lâf arasına çeyrek yapıyor? Bir kamu görevlisi olarak, neden kamuoyunu yanıltmak amaçlı gerçekdışı ifadelere başvuruyor? Yönettiği Kurum’un çok yakın geçmişine dair neden yalan-yanlış bilgi yaymaya çalışıyor? Çukura düştüklerini, İzmir Şehir Tiyatrosu’nun bu çukurdan yönetildiğini, gözlerden kaçırmak için mi?
Üzümcü, kendisini aklama umuduyla bu yalanları tıkır tıkır ezberden söylüyor ama; bu arada yalan ağzına yuva yapmış olabilir; hatırlatmış olayım.
YALAN SEBEP, DARBE SONUÇ
Saptırmalar, demagojiler, gerçeği eğip bükmeler, elbette bu kadarcık değil. Ama bu yazıda biz şu bir cümleye tıkıştırılan iki yalan üzerinde kalalım.
Evet, nasıl oldu da bu yarım düzine insan, böyle bir havaya girip demokrat kimliklerini yitirecek kadar akıntıya kapıldılar? Böyle ayıplı davranışlarda ortaklaşabilmeleri için sebep neydi?
Kurucu Danışma Kurulu üyeleri olarak, kendilerini bir çeşit ‘Tabiî Senatör’ gibi hissetmekten hoşlanmış, bu statüyü sürdürmenin keyifli olacağını düşünmüş olabilirler. Sanat dünyasında özledikleri mertebeye, koltuğun hissettirdiği prestij aracılığıyla ulaşabileceklerini sanmış olabilirler. Memlekette alışılmış bir formül olarak, tiyatro üzerinde bir vesayet kurmanın; üstüne vazife olmayan işlerde fikir beyan etmenin, seçim yapmanın, karar vermenin şehvetine kapılmış olabilirler. Hattâ kim bilir, belki bu yolla bazı avantajlar elde etmenin hayallerini de kurmuş olabilirler. İşin bu kısmını tam olarak bilemeyiz. Onun için niyet okuyarak günahlarını almayalım.
Var olabilmeleri için Belediye bünyesinde bu kurulun bir statüsünün olması gerekirdi. Bunun için Sayın Soyer’e başvursalar, bilinen nezaketiyle onları kırmazdı. Onlara bir kurul kuruverirdi. Ama hayır, onlar bununla yetinmek istemediler. İşte burada, bir niyet okuması yapabiliriz. El falı, bakla falı, iskambil falı açarak değil. Davranış biçimlerine bakarak. Niyetleri, doğrudan tiyatronun başına tebelleş olmaktı.
Gelgelelim bu iştahın karşısında İzmir Şehir Tiyatrosu’nun kuruluş felsefesinde yer alan, kapı gibi bir ‘İLKE’ duruyordu:
Bu türden kurullar, vesayeti önceleyen sansür ve servis mekanizmalarıdır. Bu yapıların ‘SANATSAL ÖZERKLİK’ ilkesinin geçerli olduğu bir tiyatroda yeri yoktur.
Önceki yazılarımda genişçe açıkladım: İzmir Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları’nın Yönetim Kurulu, yönetmelik değişiklikleri dahil her türlü kararlarını alırken; Kurum’un geleceğini, esenliğini gözeterek ve usulüne uygun olarak yapmıştır. Bu işlemleri yaparken hukukî bir varlığı olmayan, hayalet bir gruba neden danışsın?
Hadi diyelim ki Başkanlık, 3 ya da 6 yılın sonunda Genel Sanat Yönetmeni değişiminde, bağımsız bir kurulun değerlendirmesine gerek duydu. Hemen bir çırpıda yaklaşık aynı niteliklere sahip 60 kişi sayılabilir. Neden ille de sürekli bu 6 kişi olacak? Ya da neden tiyatronun Yönetim Kurulu değil de, ille de bu 6 kişi? Ne yani, bu 6 kişinin, şeyinde çok özel bir şey mi var?…
Kuruluş çalışmalarında, birikim ve yetenekleri oranında katkıda bulunmuşlar, sağolsunlar. Bunun onuru ile yetinip yollarına gidemezler miydi? Bu olgun bir davranış biçimi olmaz mıydı? Ama hayır, bunu yeterli görmediler ve başka bir davranış biçimini seçtiler: İlle de tiyatro yönetiminde söz sahibi olmak istediler. Buna kapı açılmayınca da, tiyatroya çökmeye karar verdiler. Bunun için de yukarıda işaret ettiğimiz iki yalana sarıldılar. Bu iki yalan onları nasıl bir kalite düşmesine sürükledi; dönüp görelim:
- ’Geçici değil kalıcı bir yapı oldukları’, ‘Yücel Erten’in bu yapıyı lâğvettiği’ yalanlarını, gizli gizli ve sürekli ağlaşarak empoze edip Başkan’ı yanılttılar.
- Kurum olarak İzmir Şehir Tiyatrosu’nun varlığını, Genel Sanat Yönetmeni’ni, Yönetim Kurulu’nu hiçe sayma küstahlığını göze aldılar.
- Hiç bir yetkileri, hiç bir hukukî dayanakları olmadığı halde, 10 Aralık 2023’te gizli bir toplantı yaptılar.
- Demokrat kimliklerini terkederek; Kurum’un yönetimini, hukuken var olmayan bu 6 kişilik köylü kurnazı şebekeye aktarmaya karar verdiler.
- İlk yönetmelikteki kendi imzalarını inkâr ederek; tiyatronun yönetimini, kepçe ve dozer marifetiyle kendilerine devreden gizli bir darbe yönetmeliği hazırladılar.
- Başkan’ın yurtdışı seyahatinden henüz dönmüş olmasını fırsat bilip, yeterince bilgilendirmeden Meclis’e gönderilmesini sağladılar.
Özetle, demokrat kimliklerini ve medenî cesaretlerini sıfırlayan bir darbeye yeltendiler.
Görüyor musunuz, bugün Üzümcü’nün hâlâ papağan gibi tekrarladığı o iki yalanın, bu sözde demokratları hangi çukurlara sürüklediğini?
Ve Levent Üzümcü başından sonuna bu darbe çamurunun içinde oldu.
BİTMEDİ
Buraya kadar saydığım züppeliklerle hoppalıklar, sadece Başkan Tunç Soyer’in döneminde, püskürtülen darbe girişiminde olanlar. Ardından Büyükşehir Belediyesinde Başkan değişimi üzerine yeni bir darbe dalgası geldi ki; orada artık iş vandallığa dönüştü.
- Yine başrolde bu iki yalan yer aldı. Yalan artık, İzmir’de fahrî konsolosluk açmış gibiydi.
- Yine -bu kez de tiyatro ile ilgili hiç bir şeyden bilgisi ve haberi olmayan yeni- Başkan’ın çevresini kuşattılar.
- Yine Başkan’ı kapalı kapılar ardında dedikodu ve yalanlarla beslediler. “Azıcık anlattık” diye bunu itiraf bile ettiler.
- Yine bu 6 kişilik çarıklı erkân-ı harp heyeti, Kurucu Genel Sanat Yönetmeni olarak basında ve sosyal medyada dile getirdiğim açık eleştiri ve uyarılara karşı, yalanlarını alay sancağı yapmaya çalışan bir bildiri yayınladılar.
- Şimdilerde ‘Hiç ilgim yok’ pozları vermeye çalışan Levent Üzümcü de o bildiriyi sosyal medyada paylaştı. Ama benim yanıtımı yayınlama cesaretini ve demokratlığını gösteremedi.
- Yine, bir kere daha İzmir Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları bir kurum olarak bütün organlarıyla hiçe sayıldı, görmezden gelindi. Yönetmeliği, yönetimi, başarısı falan bir yana, 3 yaşındaki tiyatro yokmuş, hiç olmamış gibi davranıldı. Yani 90 bin kişi 3 yıl boyunca ‘Şehir Tiyatrosu’na gidiyorum’ diye rüya görmüş meğer…
- Genel Sanat Yönetmeni adayı olmayı kafaya takmış bir sözümona kanaat önderinin histerik karalamaları, İzmir Şehir Tiyatrosu üzerine yağdırıldı. O alkışlar, o ödüller, o turneler falan hiç yokmuş meğer.
- Yine gizli-saklı, kapalı kapılar ardında bir yönetmelik yapıldı. Üstelik o yönetmeliği kimlerin hazırladığı hâlâ sıkı sıkıya gizli tutulmakta.
- Gerinin de gerisi, tabutluk misali bir yönetmelikle tiyatronun sanatsal özerkliği yok edildi.
- Siyasetin ve bürokrasinin tiyatroya egemen olması sağlandı.
- Akademik kriterlerden uzaklaşıldı.
- ‘Danışma Kurulu’ adı altında, darbe lobisinin özlediği vesayet mekanizması oluşturuldu.
- Ve değerlendirme sonuçlanmadan, bir yerel gazete Üzümcü’nün Genel Sanat Yönetmeni olarak atanacağını ilan ediverdi.
- Ve bilin bakalım, daha ne oldu? Darbe lobisinin iki elemanı Orhan Alkaya ile Zeynep Altıok yeni icat Danışma Kurulu’nda, diğer eleman Levent Üzümcü de Genel Sanat Yönetmeni koltuklarına yerleştiler.
Özetle, tiyatroyu sele verdiler ama, salda onlar oturuyorlar. Elbirliğiyle telef ettikleri sanatsal özerkliği, yalanlarıyla bir kere daha gömüyorlar.
Eh, bizler de bunca işi kedi yapmıştır diyecek kadar safdil değiliz. Biliyoruz ki Üzümcü bu ‘gerçekleşen darbe’ döneminde de, yine lobinin bu yıkımcı faaliyetlerinin içindeydi.
Gördünüz mü, bir cümleye tıkıştırılıvermiş o iki yalan, yarım düzine insanı nasıl esir almış? Nasıl omurgasızlaştırmış? Ne kılıklara sokmuş? Nasıl da baltayı alıp bağa girmelerine yol açmış? Sözde solcu ya da yandan demokrat söylemlerinin sahte olduğunu nasıl ortaya sermiş?…
“Ne deh şey insan denen bu çüş!”… Can Yücel’in Shakespeare’i Türkçe söyleyişindeki bu cümle düşüyor aklıma…
Şimdi siz de kararınızı verin lütfen: Konu önemli miymiş, önemsiz mi?…
Sonsöz:
İzmir Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları, kamu yararına yönelik hizmet yürüten, bir kamusal sanat kurumudur. Levent Üzümcü’ye artık bir kamu görevlisi olduğunu hatırlatmak isterim. Kendisine sütten çıkmış ak oğlan rolü biçmek amacıyla, demeçlerinin arasına kurumla ilgili yalan sokuşturma hakkı yoktur.
Bir kamu görevlisi, kamuoyu karşısında, kurumu ile ilgili böylesine fütursuz ve pervasız yalan beyanda bulunamaz.
Kuruluşuna emek verdiğimiz İzmir Şehir Tiyatrosu’nun yoluna yalanlarla devam etmesine neden göz yumalım?
Niye, biz ölmüş müyüz?…
YÜCEL ERTEN
İzmir, 2 Ekim 2024