Yücel Erten, İzBBŞT’nin Oyunculuk Sınavları Sürecini ve İlk Sezon Repertuvarını Anlattı…

editor

İzmir Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları (İzBBŞT) Genel Sanat Yönetmeni Yücel Erten ile tiyatronun kuruluş sürecine dair söyleşimizin ikinci bölümünü okurlarımızla paylaşıyoruz. Erten, bu bölümde oyunculuk sınavları ve bu sınavların farklı veçheleriyle ilgili iddiaları yanıtlarken, ilk sezon hazırlıkları ve repertuvarına dair önemli açıklamalarda bulundu. 

*****

Soru: İzmir Şehir Tiyatrolarının kuruluşu üzerine yaptığımız bir önceki söyleşide, çok tartışılan sınavlar konusuna girememiştik. Bu kez oradan başlayalım mı? Tartışılan neydi?

Yücel Erten: Bence orada bir şey tartışılmadı. Tartışma argümanlar üzerinden olur. Oysa o süreçte çocukça alınganlıklar, kendini beğenmişlikler, temelsiz çokbilmişlikler, neredeyse histerik bir şekilde sesini yükseltti. Rasyonel bir tartışma olmadı. Şimdi yine bazıları bu sözlerimi ‘kibir’ olarak değerlendirebilir. Yapadursunlar. Benim esastan yanlış ve haksız bulduğum bir takım tepkileri yumuşatmak için dil dökmek, kitle kuyrukçuluğu yapmak gibi bir ihtiyacım yok. Bundan emin olabilirsiniz. Bazıları da bu tutumumu ‘ilkeli olmak’ diye adlandırabilir örneğin. O konuda kararı tarih verir.

Ama yine de olup biteni özetlemek için son kez biraz ayrıntıya gireyim. Ola ki tiyatroseverlere bir nebze ışık tutabilir. İhtimal ki, bazı konulara daha objektif bakabilmelerine yardımcı olabilir.

Soru: O zaman şu diploma konusundan başlayalım mı?

Yücel Erten: İzBBŞT’nin yönetmeliği de, ona bağlı olarak sınav ilanı da oyunculuk sınavlarına katılabilme şartını şöyle belirlemişti: 

“Adaylarda aranan nitelikler: Üniversitelerin, konservatuvarların Oyunculuk Anasanat Dalını veya yurt dışında denkliği Milli Eğitim Bakanlığınca kabul edilmiş okulları bitirmiş olmak, tercihan ödenekli veya özel tiyatrolarda kendini kanıtlamış, deneyim kazanmış olmak.” 

Ödenekli bir sanat kurumunda başvuru kriterlerini kurum belirler. Bu kriterlerin kendi lehine genişletilmesini isteyen başka bazı kurumlar, okullar, topluluklar ve kişiler olabilir. İstekleri tutarlı olabilir, olmayabilir. Ama sonuçta karar, elbette yine eleman alacak kurumun hakkıdır. 

Değerli Müjdat Gezen, MSM mezunlarına sınav hakkı tanınmadığını öğrenince Sayın Başkan’a telefon ederek, yönetmelikte MSM mezunları lehine değişiklik istemiş. Bunu basın aracılığı ile duyurunca, MSM mezunları da adeta bir kampanyaya yöneldiler. Benim bu konudaki değerlendirmem şöyle oldu: “Müjdat’ın Başkan’a telefon ederek yönetmelik değişikliği için talepte bulunması, nüfuz suistimaline çok yakın bir davranış olarak aslında uygunsuzdur. Ama muhtemel ki öğrencilerinin yakınmaları üzerine, YÖK ile uzlaşmazlığı depreşmiş, boş bulunmuştur.” 

Öyle ya, Türk tiyatrosunun birikimli insanlarının yaklaşık bir yıl emek verip hazırladıkları ve belediye meclisince onaylanmış bir yönetmelik, daha ilk adımlar atılırken Müjdat Bey’in ricası üzerine değişikliğe mi uğrayacak? Buna evet demek, yönetmeliğin de kurumun da kısa sürede kalbura dönmesine yol açmak olmaz mı? Ben de bu yönde uyarıcı bir demeç verdim. Zaten o da sonuçta benim serzenişimi haklı bulmuş olacak ki, telefon etti, karşılıklı güzel sözlerle anlaştık, uzlaştık.

Soru: Söz konusu  demecinizdeki ‘merdivenaltı akademiler’ sözü de ciddi tartışmalara yol açtı…

Yücel Erten: Böyle bir sözü MSM için söyler miyim? Bir dakika, hemen bulalım, ne demişim? İşte: 

“YÖK’ün belirlediği diploma çerçevesinin dışına çıksaydık, sözgelimi MSM mezunlarının katılımına açsaydık; başvuru sayısı bununla kalacak mıydı? Doğal ki tiyatro eğitimi veren başka kuruluşlar da ‘fırsat eşitliği’ isteyecekti. O durumda, çifte standard uygulayamayacağımız için; bizim merdivenaltı akademilerden tutun, oyunculuk eğitim büfelerine kadar herkese sınav kapısını açmamız gerekecekti.  Düşünün, bütün “İyi taklit yaparım” diyenler, alelusûl kurs görenler, dizi film piyasasının yardımcı oyuncular ordusu bu sınava hücum etmeyecek miydi? Türkiye’nin şu derin işsizlik sorunu karşısında, şimdi 1400 olan başvuru, 3000’e, 4000’e çıkmaz mıydı? 36 oyuncu için 36 gün sınav yapmanın bir mantığını bulabilen varsa, lütfen söylesin.” 

Görüldüğü gibi burada MSM ile ilgili bir tanımlama yok. Ama işte sosyal medya denilen ortamda, insanlar yapıştırmayı, yakıştırmayı, çarpıtmayı seviyor.

Foto: Özlem Karabay

Soru: Sınavlara ve sonuçlarına dair sosyal medyada sizin verdiğiniz yanıtların da tartışmaları alevlendirdiğini söyleyebilir miyiz?

Yücel Erten: Tek tek cevap verip lâf yarıştırmaktan kaçındım zaten. Twitter, Instagram filan kullanmıyorum. Yıllardır kullandığım facebooktan başka bir aracım yok. Ama beri yanda kuruluşu bana emanet edilmiş bir kurumun başındayım. Şeffaflık ve konulara ışık tutma sorumluluğum var. Bu düşünceyle, zorlu bir çalışmanın içinde olmama rağmen, aydınlatmaya gayret ettim, birkaç yazı yazdım. Ama gördüm ki muhataplar, okuduklarını anlama niyetinde değil; öfkeyle haykırma, hakaret etme iştahında; vazgeçtim. 

Soru: Peki, oyuncu seçme sınavları ile ilgili olarak daha çok ne yönde eleştiriler oldu? Sizin bunlara yanıtınız nasıl oldu?

Yücel Erten: Ben bir çeşit histeri dalgası ve linç iştahı oluştuğunu düşünüyorum. Bunu oluşturan nedenlere bakalım önce. Bir kere önümüzden geçen yüzlerce diplomalı oyuncuya baktığımız zaman, Türkiye’de oyunculuk eğitiminin felaket zayıflamış ve yüzlekleşmiş olduğunu görüyoruz. Göçük altında kalmış gibi. Tabii ki bunun ana nedeni, kaynağı, konservatuvarların YÖK’e bağlanmış olmasıdır. Rahmetli Turgut Özakman hocamızın genel müdürlüğü sırasında Devlet Tiyatroları’nın bu konuya itiraz eden yazısının taslağını ben hazırlamıştım. Ta o zaman bu vahim hatayı gördük, karşı çıktık. Ee, şimdi ne oldu? Otuz küsur yıl sonra görüyoruz ki, leblebi gibi ortaya saçılmış üniversitelerin tiyatro bölümleri, nitelikli eğitim açısından çok tartışmalı bir durumda. Akademik kariyerden gelmiş olsalar da, sahnede varlığını kanıtlamamış öğretmenler, salon-salonmanjeden bozma sözümona sahneler, şöhret olma iştahını kabartmak için konulmuş ‘kamera önü oyunculuk’ gibi saçma dersler, bozuk diksiyonlar, akrobasi yok, eskrim yok, dans yok, şan yok. İnce eleyip sık dokumadan her yıl tiyatro ortamına yüzlerce genç salınıyor. Üstünkörü eğitimden bir şekilde sıyrılıp diploma alan gençlerde de, tabii ki kendini geliştirme, yaratmanın sancılarıyla yüzleşme, sınırlarını zorlama süreci oluşmuyor. Ayrıksı durumlar kuralı bozmaz deriz hani. Evet, doğrudur, elverişsiz koşullara rağmen kendini çok iyi yetiştirenler de vardır. Ama şurası çok tuhaf: İyi yetişmemiş olanlar da kendini iyi yetişmiş sanıyor. Örnek, ölçü, çıta tanımayacak kadar birikiminden ve yeteneğinden emin. Söyleyebildiği tek şey şu oluyor: “O kadar okudum, emek verdim, diplomamı aldım. Beni nasıl almazlar?” İyi de kurban olduğum, senden daha iyiler olamaz mı?… Eğitimin acıklı durumunun ürettiği bu ölçüsüz kendini beğenme haline, tabii başka faktörler de eklendi.

Soru: Ne gibi faktörler?    

Yücel Erten: Ekonomik darlık, derin işsizlik sorunu, ailesine veya yakınlarına yük olma duygusu, bir gelir kaynağı edinebilme kaygısı, bütün bunların üstüne eklenen pandeminin oluşturduğu basınçlı atmosfer, insanlarda ağır bir bunalıma dönüştü. Yaşlılar, hayatın dar boğazlarına daha bir tevekkülle katlanabiliyorlar. Ama gençler alan ve imkân kısıtlanmasından çok daha derin yaralar alabiliyor. Bir yıldan fazla psikolojik bir daralmanın altında ezildiler. Bütün bunları tahmin etmek zor değil. Bir umut ve hevesle sınavlara girdiler. Belki sınavı kazanamamış olmak, bir an için bütün hayallerinin yıkılması anlamına geldi. Ve bütün bu olumsuzluklar, sınavı kazanamayan bazılarını histerik bir söyleme taşıdı. Sözümü sakınmayacağım, edepsizlikten ve şirretlikten medet umanlar oldu. Sınavlar yapıldı, kadro kuruldu, bir hafta sonra perdemizi açacağız; ama halâ sosyal medyada sinkaflı biçimde saydıranlar var. 

Soru: Geçlerin dışında, sınav yönteminize tiyatro dünyamızın yetkin isimlerinden itirazlar olmadı mı?

Yücel Erten: Adayların itirazlarını toyluklarına, bilgisizliklerine, asgarî terbiye eksikliğine verip, yine de olgunlukla karşılayabilirim. Nihayet hüsrana uğramış insanların kırgınlıkla oluşturduğu bir linç dalgasıdır deyip geçebilirim. Ama bu ölü dalgaya katılıp sahilimden ganimet devşirmeye kalkışan yetişkin meslektaşlara ne diyeceğimi bilemiyorum doğrusu. Sormadan, danışmadan, bilir bilmez, olur olmaz fikir beyan ettiklerine göre, belki de artık meslektaş saymam, olur biter.

Soru: Adaylara tanınan hazırlanma süresinin kısa olduğu, sınav esnasında kimi adayların sahnelerine dahi bakılmadan elendikleri, kendilerine kibirli bir tavırla ve hatta saygısızca davranıldığı ve sınavlarda torpil yapıldığına dair iddialar oldu. Bu iddialara ilişkin yanıtınız nedir? 

Yücel Erten: Hepsini tek tek çürütürüm. Çünkü yetersizliğini örtme çabası ile, alınganlıkla öne sürülmüş iddialardır. Şöyle bir hatırladığım kadar sıralayayım:

Sınav duyurusunda YÖK’ün tanıdığı üniversitelerin anasanat dalı mezunları şeklinde sınırlama konulduğu halde, reddedileceğini bile bile başvuru yapıp sonra gürültü koparanlar oldu. Kuru gürültüye pabuç mu bırakmalıydık?

Sınava parça hazırlama süresi iddia edildiği gibi 3 gün değildir. Sınav duyurusu kurala göre 15 gün askıda kalmıştır. Başvuruların sona ermesinden 3 gün sonra da sınav başlamıştır. Sınava hazırlanacak bir tiyatrocu için bu 18 gün her şartta yeterlidir. Diplomalı bir oyuncu için iki sahne hazırlamak ne kadar zaman alır ki? Son ana kadar gönlünü gezdirenleri bilemem tabii.

Sınavın ilk aşaması ses, kulak, müzik ve dans yeteneklerinin sınanmasıydı. Bu önceden ilan edildi. Bunu bilerek sınava giriyorsan, ilk aşamada elenmeyi de göze alıyorsun demektir. Bu yöntemi uygun bulmuyorsan sınava girmeyebilirsin. Yöntemi eleştirme hakkın da saklıdır. Ama sınava girip elendiğini öğrenince “Böyle sınav olmaz” diye tepinmeye başlamak, çocukçadır. Ahlâkî açıdan da sorgulanmaya muhtaçtır. 

“Öyle sınav olmaz”mış. Nasıl olur? “Tek tek herkesi sahne sınavına almalıydınız!” İyi de biz 545 kişiden en iyi 36 kişiyi seçmek istiyoruz. “İlk sınav çok kısa sürmüş” Evet, çünkü en kısa zamanda, en doğruyu yakalayan, çabuk kavrayan ve uygulayanlar burada eleğin üstünde kaldı. Hadi fa ile fadiyezi ayırdedemeyenlerden geçtim; piyano eşliğinde ‘Dağ başını duman almış’ı bile söyleyemeyen, ritmi belirlenmiş 6 adımı beceremeyen adayı, neden sahne sınavına alalım ki?

Yücel Erten, İzmir Şehir Tiyatrosu (İzBBŞT) kadrosuyla

Soru: Alsanız ne olurdu?

Yücel Erten: Bir adayı bütün yönleriyle tanıyabilmeniz için yaklaşık 20 dakika zaman ayırmanız gerekir. Tiyatro geçmişini özetleyip kendini tanıtacak, piyanoda ses alıp verecek, şarkı söyleyecek, ritm duyarlılığının bedendeki yansımasını görebilmeniz için bir koreografın verdiği adım ve hareket dizisine uyacak, iki parçasını oynayacak, gerekirse bu parçalardan birini önerilen yeni bir koşula uyarlayarak tekrar oynayacak, entellektüel birikimi hakkında bir fikir edinebilmeniz için soru bankasından çektiği bir soruya cevap verecek. Bunu 15-20 dakikanın altında yapıyorsanız tiyatronuzun kadrosuna oyuncu değil de bir oyuna figüran filan arıyorsunuz demektir.

Bize 800 civarında başvuru olmuştu. Şimdi bu 20 dakikayı 800 adaya ayıralım bakalım, ne ediyor? Günde 8 saatlik sınav süresi ile yaklaşık 33 gün. Hadi jüri üyelerinin 33 gün boyunca sınav yapmaya razı olduklarını düşünelim. Ama haftada 1 gün de ara vermelisiniz. Etti mi size 37 gün? Şehzadelerin sünnet düğünü gibi 40 gün 40 gece şanlı şerefli bir sınav yapmayı da göze aldık diyelim. O jüri üyelerinin beyni bir süre sonra ne olur biliyor musunuz? Kapuskaya döner. Hiç bir adayı hatırlamaz, sadece kâbus görürler… 

Herkes kendi çapına göre sınava bir kusur uyduruyor ama, düşünmeden uyduruyorlar işte. 40 gün sınav yapılasıymış. Bunu yaşını başını almış, deneyimli sanatçılar da söylüyor. Hem sınava girmeye hak kazanmış 800 kişiden kaçının sınava geleceğini bilemezsin ki. 545’inin geldiği durumda da bir şey değişmez zaten. 26 gün olur, sonuç yine kapuska!

Sorumluluğu benimdir, yöntem olarak şunun işleyeceğine karar verdim: Büyük kalabalığı önce bir oyuncu için gerekli olan yan disiplinlerden elemeye  tabi tutarsın. Sınava giren tüm arkadaşlar konservatuvarlardan geldiklerine göre elbette belli birikimleri var. Ama kuşkusuz kimilerinin eksiklikleri de var. İşte önden o artıları seçip eksileri elemek, elbette tiyatromuzun lehine işleyen bir yöntemdir. “Müzik ve dans alanına yatkınlıkları beni ilgilendirmiyor. Sahnede rollerini döktürsünler bana yeter” diyen bir sanat yönetmeni olabilir mi? 545 kişiyi önce 150’ye indirdik. İkinci aşamada 70’e, son aşamada da 36 oyuncumuzu seçtik. Artısı olanları tercih etmek en doğal hakkımızdır.

Soru: Müzik ve dansa yatkınlık sizin için öne çıkan ölçütler miydi?

Yücel Erten: Elbette salt müzikal yıldızları arayışında değildik. Sözgelimi adayın sesi ve müzikalitesi olağanüstü olabilir. Ama sahnedeki ışıltısı, özgül ağırlığı, oyunculuğu, aurası yeterli değilse; yerini ortalama değerleri daha yüksek olana bırakır. Kaldı ki yeni kurulan bir tiyatroda yaş kuşaklarını da gözetme zorunluluğu vardır. Sonuçta Devlet Tiyatroları’nın bölgelerinde yıllardır yaşandığı gibi 50-65 yaşında oyuncu sıkıntısı yaşanmasın diye. Genç oyuncular saçını kaşını beyazlatıp sesini büzerek yaşlı rollerini oynamak zorunda kalmasınlar diye. Baharat sepetini akıllıca kurmak zorundasınız. 

Başka ne vardı?

Soru: Sınavlarda adaylara nazik davranılmadığı, saygısızlık edildiği…

Yücel Erten: Siz çok nazik ifade ettiniz. Hakaret ettiğimiz yazıldı çizildi. Ama bunu söyleyen, yazan, ispatlamak zorundadır. 11 gün süren oyunculuk sınavlarında, tek bir dakika ayrılmaksızın bulundum. Asla böyle bir davranış olmadı. Sınav Kurulu’nun ehliyetinden ve liyakatinden kuşkumuz mu var? Kim bu kuşkuyu karanlıkta fısır fısır yayıyor? Kuşkumuz yoksa ve eskilerin dediği gibi daha sahneye çıkarken (müzik ve dans elemesi için bile) bir oyuncunun ışıltısını fark ediyorsak; aksini gördüğümüzde onu da çok beğenmiş gibi yapmıyorsak, bundan niçin alınganlık duyuluyor? Sonuçta kimse bir terapi merkezine gelmedi. Herkes yeni kurulan ve sadece 36 oyuncu alınacak bir tiyatronun oyuncu sınavına ya da seçmesine, üstelik uygulanacak yöntemi bilerek geldi.

Sınav yöntemine itiraz ettiklerini söylüyorlar; ama somut bir eleştiri getiremedikleri için, altta yatan duygunun “Benden iyisini mi bulacaktınız?” şeklinde bir alınganlık ve kırgınlık feryadı olduğunu anlıyoruz. Ama karşımızdakiler de şunu unutmamalı ki, ömrümüzü adadığımız tiyatro için en iyisini yapmaya çalışıyoruz. Ve konservatuvara öğrenci almıyoruz. “Deneyelim” ya da “çalıştıralım, belki açılır” gibi bir yöntemi uygulayamayız.

Çok üzülüp de diş bileyenlere bir noktayı daha hatırlatmak isterim. Bu aynı zamanda bir audition. Hani diziler için gidip kamera karşısında minik bir sınav verdiğiniz gibi.  Evet, oraya giden sizler, hepiniz profesyonelsiniz değil mi? Elbette çok iyi oynuyorsunuz. Ama 1 dakika ile test ediliyorsunuz ve diziye alınamıyorsunuz. Bunda bir gariplik yok ama, burada var öyle mi? Sizin 1 dakikada oyuncu olmadığınıza mı karar verdiler sizce, yoksa öyle bir kast içinde zayıf kaldığınızı mı düşündüler? Daha da önemlisi, buna hiç tepki gösterdiniz mi?

Soru: Torpil iddiaları için ne diyeceksiniz?

Yücel Erten: O konuyu duyunca güleceğim geliyor. O zaman onu da tatlı bir anekdotla bağlamış olayım. Facebook’ta ilginç bir yazışma vardı. Bir arkadaş sınavlar için “gençleri çok üzmüşler, aşağılamışlar, şöyle olmuş, böyle olmuş” mealinde bir şeyler yazıyordu. Bir başka arkadaş da öyle şeyler olmadığını, bunların arsızca iftiralar olduğunu savunuyordu. Yazışmada, şikayetçi olan arkadaşın kulaktan dolma bilgileri giderek zayıfladı ve sonunda çaresiz şöyle demek zorunda kaldı: “Vallaha ne bileyim, ben de çoluk çocuğun yalancısıyım.” Bu şaibe-maibe lâfları arasında duyduğum dürüst ifadelerden biridir… 

Soru: Sancılı kuruluş ve sınav süreçlerinin ardından, 70 yıl sonra İzmir’in kavuştuğu Şehir Tiyatroları’nın tiyatro gündemine dair meler söyleyeceksiniz? İzBBŞT ilk sezonuna nasıl hazırlandı, seyircilerini neler bekliyor?

Yücel Erten: Gündemimizi çok sarsan bir durum, tiyatromuzun perdesini açmasına 10 gün kala sevgili Hülya Nutku’yu yitirmemiz oldu. Profesör Nutku, ömrünü tiyatro sanatına vakfetmiş bir bilim insanıydı. Eşi Profesör Özdemir Nutku ile İzmir’de Şehir Tiyatroları’nın yeniden kurulması için çok emek vermişlerdi. Bu girişimde de Hülya hoca, her aşamada çok büyük emek ve katkı koydu. Danışma Kurulumuzun üyesiydi. Kuruluş aşamasında da Sanat İletişim Direktörlüğümüzü üstlendi. Sınavlarımızın şaşmaz jüri üyesiydi. Hep birlikte özlediğimiz, gerçekleşmesi için canla başla çalıştığımız o büyük günü görmesine çok az bir zaman kala, yitirdik kendisini. Acımız derin.

Soru: Tüm tiyatro dünyamızın başı sağolsun…

Yücel Erten: Işıklar içindedir. Umalım ki Özdemir Hoca ile kolkola, bizi oradan gülümseyerek izliyor olsunlar.

Soru: Kuruluştan açılışa hızlı ilerlediniz sanki?

Yücel Erten: Oldukça. Bir başlangıcın her zaman barındırdığı güçlüklere rağmen, hedefimize kitlendik. Temmuzda sınavlarımızı tamamladık. Ağustosun 15’inde 70 kişilik tüm kadromuz göreve başladı. Hemen ertesi gün tüm çalışanlarımızla bir toplantı yaptık. Tasarılarımızı, plan ve projelerimizi konuştuk. Repertuarımızı açıkladık. Kolları sıvayıp provalara giriştik. Dönüp bu sürece baktığımız zaman, sınavlar da dahil olmak üzere, pandemi kısıtlamalarının kısmen kaldırılmasından itibaren 3 ay içinde perdemizi açmış oluyoruz. 

Soru: İlk sezon repertuvarınız?

Yücel Erten: Geçtiğimiz 27 Mart’ta bir televizyon söyleşisinde, ilk sezon repertuvarımızın nasıl olacağı sorulmuştu. Ben de “Bir Shakespeare, bir Brecht ve bir Aziz Nesin’in yakışacağını düşünüyorum” diye cevap vermiştim. Ancak arapsaçını andıran ihale yasaları sonucunda İsmet İnönü Sahnesi’nin tadilatı gecikince, planımızı değiştirdik. Ama açılışımızı ertelemedik. O ilk toplantı günü, ilk iki oyunumuzun rol dağılımını açıkladık. İlk oyunumuz Aziz Nesin’in öykülerinden benim derleyip oyunlaştırdığım “Azizname”.

Soru: “Azizname” daha önce de çeşitli illerde, çeşitli sanat kurumları tarafından sizin rejinizle oynandı, değil mi?

Yücel Erten: Evet, Azizname temsilleri 25 yıldır, nerede oynanırsa oynansın kapalı gişe yürüdü. Güncelliğini yitirmiyor. Aslında ne yazık ki yitirmiyor demek lazım. Aziz Nesin ustanın eleştirdiği, yerdiği, taşladığı zayıflıklar ve eksiklikler bir türlü toplumumuzun gündeminden çıkmıyor. Aşılamıyor. Aşılabilmiş olsa, eminim ki Aziz Nesin de bundan mutluluk duyardı. O nedenle İzmir seyircisinin de Aziz Nesin ve dolayısıyla Azizname ile buluşma hakkı vardır diye düşünüyorum.

Soru: Oyunun prömiyeri ne zaman? 

Yücel Erten: Ekim ayı, tiyatronun bağbozumudur. Hatta 1 Ekim günü perde açmak, bir anlamda töresidir. Bu geleneği burada da sürdürüyoruz. 1 Ekim 2021 İzmir Şehir Tiyatroları’nın ilk oyununun sergilendiği tarih olarak kayıtlara girecektir.

Soru: Peki diğer oyunlar? 

Yücel Erten: İkinci oyunumuz Kasım ayı içinde prömiyer yapacak. Fransız kadın yazar Coline Serreau’nun “Tavşan Çelmesi” adlı oyunu. Dar gelirli bir küçükburjuva ailenin, kapitalist düzende giderek çözümsüzleşen hayatına güleç ve fantastik bir bakış. İsmet İnönü sahnemiz şu an tadilatta olduğu için temsillerimiz şimdilik Elhamra ve İzmirSanat sahnelerinde olacak. Üçüncü oyunumuz tadilat bittiğinde devreye girecek. O da Ocak ayı içinde İsmet İnönü sahnemizin açılışında başlayacak. Nazım Hikmet’in “Ferhad ile Şirin”i. Ayrıca 23 Nisan!da da ilk çocuk oyunumuzu küçük seyircilerimizle buluşturmuş olmayı planlıyoruz. Shakespeare ve Brecht bir sonraki sezonu bekleyecekler. İşte özetle alnımız ak, başımız dik çalışıyoruz.

Soru: Yücel Bey, zaman ayırdığınız ve verdiğiniz bilgiler için çok teşekkür ederiz.

Yücel Erten: Rica ederim. Ben de Tiyatro… Tiyatro… Dergisi’ne teşekkür ederim.

 

1

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku