Yücel Erten, İzBBŞT’nin Kuruluş Sürecine Dair Merak Edilenleri Anlattı…

editor

İzmir Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları (İzBBŞT) Genel Sanat Yönetmeni Yücel Erten ile tiyatronun kuruluşu, ilkeleri, kurumsal yapısı, yönetmeliği ve genel sanat yönetmenin seçim süreci üzerine konuştuk. Erten, İzBBŞT’nin ilk sezonu öncesi, aylardır tiyatro kamuoyunu meşgul eden konular hakkında önemli açıklamalarda bulundu. 

*****

Soru: Öncelikle, yetmiş yıllık  bir rüya olan ve nihayet, aylar süren bir hazırlık sürecinin ardından kurulan İZBBŞT’nin kuruluşunu ve kurucu genel sanat yönetmeni olarak sizi tebrik ederiz. Okuyucularımız sizin ağzınızdan bu kuruluş sürecini öğrensinler, dinlesinler istiyoruz. İzmir Şehir Tiyatroları’nın kuruluş sürecinin nasıl başlayıp geliştiğini, ilk kıvılcımdan seçme sınavlarına kadar olan süreci özetleyebilir misiniz lütfen?

Yücel Erten: Tabii ki anlatırım. Kimseden saklayacak bir şeyimiz yok. Bu yüzden tek tek ağaçlara bakmak yerine, ormanı, ya da fidanlığı görmeye çalışalım. İzmir Şehir Tiyatrosu önemli, hattâ tarihî bir olay. Bu gelişmeyi, bilgisizliğin kof kabadayılığına, sosyal medyada fikir beyan etme heveslerine ve linç sporuna kurban vermeyelim. Ben önce olayın gündelik reflekslerle oluşan sığ izlenimlerden kurtarılıp, genelinde doğru aydınlatılmasından yanayım. Resim sanatında perspektif öğretilirken üç bakış açısı öğretilir: Kurbağa, insan ve kuş. İnsan gözünün perspektifinden gelen eleştirilere bir itirazım yok. Ama bu oluşuma zaman zaman kuş perspektifinden baktığını sanıp kurbağa perspektifli çizimler yapanlar oldu. İstemeden tabii. Belki de bilgi eksikliğinden. Bilginin eksik kalmasında belki kurucuların da kuruluş telaşı içinde eksikliği olmuştur. Aydınlatalım. Aksi takdirde dedikodulara cevap yetiştirmek gibi bir duruma düşeriz ki, ona ihtiyacım olmadığını belirteyim. 

Soru: O zaman bu bulanıklığın dağılıp sürecin daha net olarak anlaşılabilmesi için, yaşananları bizzat sizden dinleyelim.

Yücel Erten: Şöyle başlayayım. İzmir yerel yönetimde siyasal, ekonomik, kültürel geleceğini belirlerken, değerli Tunç Soyer’i seçerek hedefi onikiden vurmuş. Soyer, diğer bütün hasletlerinin yanında, bilim ve sanat alanlarına da çok duyarlı bir siyasetçi. Pek bilinmez, İzmir Şehir Tiyatrosu’nun hikayesi acıklıdır. Bundan 75 yıl önce, daha ben kundakta iken, bir İzmir Şehir Tiyatrosu kurulmuş, ama 5 yıl sonra şu veya bu nedenlerle kapatılmış. Ama dikkat, 1950’de Demokrat Parti’nin iktidara gelişi ile kapatılmış! İstanbul’dan alâyüvalâ ile getirilen sanatçılar, bir teşekkür mektubu ile işlerine son verilerek geri gönderilmiş. Sonrasında bu konu, 70 yıldır bir hayal, bir özlem olarak sürüncemede kalmış. Sayın Soyer, İzmir Şehir Tiyatroları’nı kuracağını seçim bildirgesinde belirtmişti ve işte şimdi sözünü yerine getiriyor.

Shakespeare Macbeth’de bir yerde şöyle der: “Kırlangıçlar, temiz havanın olduğu yerde yuva yaparlarmış.” Sanata ve bilime karşı savaş açılmış gibi görünen Türkiye’de, tiyatro sanatı adına bizlere bu temiz havayı sunmuş olan İzmir’in değerli Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer’e ve çalışma arkadaşlarına teşekkür etmek öncelikli borcumuzdur. Tabii buna karşılık bizim ödevimiz de, yuvamızı kırlangıçlar gibi sağlam yapmak olmalı.

2019 yılı Aralık ayının 17’sinde Sayın Başkan bu amaca yönelik bir Danışma Kurulu topladı. Kurul şu isimlerden oluşuyordu: Prof.Dr. Hülya Nutku, Zeynep Altıok Akatlı, Orhan Alkaya, Yücel Erten, Eren Aysan, Levent Üzümcü, Cezmi Baskın ve Bilgehan Oğuz. Sözlü ve yazılı görüş alışverişlerinden sonra Kurul ikinci kez 9 Mart 2020’de yine İzmir’de toplandı ve tiyatronun kuruluşu için bir yönetmelik hazırlanması kararını almıştı ki; ertesi gün Türkiye’de ilk pandemi vak’ası başgösterdi. Artık çok uzun bir süre için yüzyüze toplantı yapma imkânı kalmamıştı. Hele biz geçkinler tam Covid19 mahbesinde gibiydik. 

Uzatmayayım, Hülya, Eren, Orhan ve ben çevrimiçi görüşmelerle çalışmalarımızı sürdürüp yönetmeliği biçimlendirdik. Danışma Kurulu’nun diğer üyelerinin de görüşüne sunduk. Benimsediler, olumlu karşıladılar. 2020 Temmuz’unda yönetmelik artık Başkanlığa iletilmişti. Yaklaşık bir ay sonra, 10 Ağustos 2020’de Belediye Meclisi tarafından onaylandı ve yürürlüğe girdi. Artık tiyatro kurulmuştu ve sıra ona bir kurucu Genel Sanat Yönetmeni, sonra bir Yönetim Kurulu, sonra da bir kadro oluşturmaktaydı.

Soru: Genel Sanat Yönetmeni olarak atanmanız bazı tepkilere yol açtı. Bunu biraz açmak ister misiniz?

Yücel Erten: O konuya da geleceğim, daha sınavlar konusunda da söyleyeceklerim var. Ama o cephede türeyen magazin ürünlerine yanıt vermeden önce kuruluş yönetmeliğimize dair bazı temel ilkeleri açıklamam gerekiyor. Neden diyeceksiniz, söyleyeyim. Şunu gözlemledim: Ben İzBBŞT’ye dair bir şey söylüyorum, tiyatro dünyamızın deneyimli ve birikimli insanlarından tutun heveskârlara kadar herkes, kendi ezberinden cevap yetiştirmeye başlıyor. Onlara Türkiye’deki tiyatro pratiğinden edindikleri ezberle İzBBŞT hakkında doğru bir değerlendirme yapamayacaklarını anlatmak istiyorum. Ödenekli tiyatrolara dair edindikleri ezberlerini bir kenara bırakmaları için. Çünkü biz, İzBBŞT’nin kuruluşunda, özgün bir anlayış taşıyan yönetmeliğinde, farklı bir yöndeyiz.

Soru: Türkiye’deki mevcut yönetmelikler, çoğu kez sanatsal işleyiş ve ilerleyişte sorun olmuştur. İzBBŞT’nin yönetmeliğini diğerlerinden farklı kılan özellikler neler?

Yücel Erten: En önemlisinden başlayayım da, ola ki çevremizde bu kez pozitif bir gürültü kopar: İzBBŞT sanatsal özerklik ilkesi üzerine kurulmuştur. Yıllardır ne diyoruz biz? “Sanat özgür olmalı, sanat kurumları da özerk” demiyor muyuz? Şaka değil, işte buyrun, İzBBŞT’nin yönetmeliğinin 4. maddesinde sanatsal özerklik şu ifade ile güvence altına alınmış bulunuyor: 

“İzmir Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları, Belediye Başkanlığına bağlı bir müdürlük olarak özel bütçe ile yönetilen ve sanatsal açıdan özerk bir sanat ve kültür kurumudur.” 

İsterseniz, İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin 3 Temmuz 2021’de kamuoyuna yaptığı bir açıklamayı da hatırlayalım: 

“Öncelikle ifade edilmelidir ki; tiyatromuzun değerli temsilcilerinin bulunduğu danışma kurulunca hazırlanmış ve İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi’nin onayından geçmiş İzBBŞT Yönetmeliğinin dördüncü maddesine göre İzBBŞT, Büyükşehir Belediyesine bağlı bir müdürlük olarak özel bütçeyle yönetilen ve sanatsal açıdan özerk bir sanat ve kültür kurumudur. İzmir Büyükşehir Belediyesi demokrasiye duyduğu inanç doğrultusunda kurumun özerk yapısına ve sanatsal bağımsızlığına sonsuz saygı duymakta, kurumla ilgili kararları kuruma, sanatla ilgili kararları sanatçılara bırakmaktadır. Kurum ise İzBBŞT Yönetmeliğini rehber edinmekte ve İzBBŞT Yönetmeliği uygulamaktadır.” 

Bu çok önemlidir. Samimi söylüyorum, bunu küçümseyip ‘mikmik’ edenle konuşmam bile. Birikiminden, ufkundan şüphe eder, bir kenara koyarım. Bildiğim kadarıyla Türkiye’nin ödenekli tiyatrolar tarihinde bir ilktir ve büyük bir adımdır. Yönetmeliğinde bu ifadeyi barındıran bir başka ödenekli tiyatromuz var mı? Sanmıyorum. 

Ödeneklilerin durumu ortada. En kalıplı iki örneğine bakalım: Devlet Tiyatroları’nın yasasındaki ‘tüzel kişilik’ maddesi ilga edilip personeli Saray’a bağlandı. Beri yanda İstanbul Şehir Tiyatroları’nın yönetmeliğine göre, belediyenin AKP döneminde yönetim kurulunda oluşan egemenliği halâ aşılamadı. Bu somut gelişmeler ve gerilemeler, ülkenin sanat hayatını, kurumlarını ve bireyleri elbette etkiliyor. O nedenle İzmir’deki yerel yönetimin kucak açtığı bu kazanımı gözden kaçırmayalım. Genel Sanat Yönetmeni ve sınavlar için koparılan temelsiz kığıştının arasında güme gitmesin. Meslektaşlar dikkatlerini bu ilkesel yaklaşımlara da çevirsinler isterim. Kazanım kazanımdır. Ve bu vargı, sanatın özgürlüğü ve özerkliği mücadelesinde örnektir, gelecek için de referanstır.

Soru: Peki, sınavlar meselesi…

Yücel Erten: O konuya da gelirim. Vaktimiz ve yerimiz varsa, o konuda da söylenecek çok şey var. Ya da isterseniz bir başka söyleşiye bırakalım. Ama önce kuruluşa ilişkin temel bazı konuları açıklamam gerekiyor.

Soru: Nasıl isterseniz…

Yücel Erten: İzBBŞT’nin kuruluşundaki ikinci önemli ilke de şu: Yıllarca kullandığımız sloganlardan biri “Tiyatroyu tiyatrocular yönetir” değil miydi? İşte İzmir bunun örneğini getiriyor. Yönetim Kurulumuz, yönetici konumundaki sanatçılar, seçilecek 2 sanatçı ve tiyatro müdüründen oluşuyor. Bazı yerel  yönetim tiyatroları ve Devlet Tiyatroları örneklerinde olduğu gibi, herhangi bir bürokratik vesayet barındırmıyor. Sanatsal karar ve adımlarında ergin ve erkin. Bu da sanat kurumlarının gelecekteki yapılanmaları için önemli bir referans değil mi, sevgili tiyatrocular ve tiyatroseverler?

Dahası var. İzmir Şehir Tiyatrosu, yerinden yönetim anlayışına dayalı bir birimdir. Devasa boyutlara ulaşıp hantallaşmaması amaçlanmıştır. En fazla 2 sahneli, sınırlı kadrolu bir yapıdır. Yapılanmasında mütevazı, -ama aşırı tevazu iyi değildir, gerçek sanırlar- sanatında iddialı bir tiyatro olmak ister. Yönetmeliğimiz şöyle emreder: “Bir Şehir Tiyatrosu tercihan iki, en fazla üç sahnede, sınırlı bir çekirdek kadroyla çalışır. Çocuk Tiyatrosu Sahnesi bu sınırlamanın dışındadır. Üretim konuk sanatçılarla desteklenir. Gerektiğinde yönetim şekli ile kadro ve mekân imkanları, bu yönetmeliğin belirlediği esaslar üzerine düzenlenerek; yine yerinden yönetilen yeni bir birim olmak kaydı ile, yeni tiyatrolar oluşturulabilir.”

Meslektaşlar çoğu kez mevcut yapılanmalara bakarak düşünüyorlar. Salt gördükleri örneklere yaslanarak konuşuyorlar. Nedir önlerindeki örnekler? Yüzlerce insanın çalıştığı görkemli Devlet Tiyatroları ve İstanbul Şehir Tiyatroları. Kente yayılmış yedi-sekiz sahne, oradan oraya sürüklenen 200-300 sanatçı, çoğu gelişigüzel 15-25 oyun, sürekli çeki-düzen verilmeye çalışılan bir keşmekeş. Özetle ucuna-bucağına erişmekte zorlandığınız bir yapı. Düşünelim: 7 ayrı sahnede oynanacak 25 oyunu seçmek, yönetmenlerine, tasarımcılarına, rol dağıtımlarına, üretimlerine, turnelerine kadar bütün kararları tek bir merkezde toplamak, ne kadar akılcı? Bu tür yapılar, çoğu kez ekseni olmayan bir repertuvara, bireysel ilişkilerin sızdığı görev dağılımlarına, işini uydurmaya, alelusûl görev yapmaya, gözü dışarda olmaya, hatta bankamatik kontrolörlüğüne bile çanak tutmuyor mu? Oysa tiyatro ekip işidir, ortak duygu, ortak enerji ister.

Soru: Bir tiyatronun sahne sayısının çok olmasının tiyatronun kalitesine katkısı tartışılmalıdır diyorsunuz…

Yücel Erten: Evet, işte tam da bu bağlamda önemli. 7 sahneli 200 sanatçılı bir tiyatro olacağına, 2‘şer sahneli 30’ar sanatçılı 3 tiyatro olması daha verimli değil mi? Sanatsal üretim yönünden daha heyecanlı, daha umut verici değil mi? 

Soru: Gelecekte bu birimlerin her birinin ayrı sanat yönetmeni, ayrı sanatçıları olacak ve hatta bu tiyatrolar birbirleri ile yarış içinde olacaklar demektir bu. 

Yücel Erten: Aynı zamanda şu demektir: Şimdi kurulmuş olan İzmir Şehir Tiyatrosu, alanı kapatan, üstüne abanıp kitleyen bir yapılanma değildir. Bir modüldür, bir birimdir. Yani her biri yerinden yönetilecek modüler bir çoğalmaya açıktır. Demokratik yerinden yönetim ilkesini yıllarca savunmuş bütün dostlarımızın bundan mutluluk duyacaklarını sanıyorum. Gerek duyulduğunda siyasal erkin onayı ile aynı prensipler üzerinde yeni birimler kurulur, birbirinden bağımsız, ayrı yöneticileri, ayrı sanatçıları olur. Ve birbirleriyle pozitif yarış içinde olurlar. Çünkü sanat bir iddia alanıdır, ve sanatsal yarış büyük bir zenginliktir.

Dördüncü önemli faktör, şu: Türkiye’de ilk kez koyduğumuz bir kural daha var. Bununla övünüyoruz. Genel Sanat Yönetmeni’nin atanma yöntemi ve süreli görev yapacak olması. Görev süresi 3 yıldır. Karşılıklı istek halinde bir 3 yıl daha uzatılabilir. Bu, Kurucu Genel Sanat Yönetmeni olarak benim için de böyledir, benden sonra bu görevi üstlenecekler için de. Bu ilke ile tiyatro hayatımızdaki bir alaturkalığa son vermiş oluyoruz. Genel Sanat Yönetmeliği’ne seçilerek atanmış olsa da; artık kimse, o koltuğa yapışamayacak; siyasî ayak oyunları ile yıllarca o koltuğa kazık kakma çabasına giremeyecektir. Tiyatro hayatımızdaki kötü alışkanlıkları ayıklamanın zamanı gelmedi mi? “Geldi de geçiyor” desem, gerçeğe aykırı bir söz mü etmiş oluyorum?

Soru: Peki Genel Sanat Yönetmeninin seçim yöntemi? İşin o yönü de eleştirildi.

Yücel Erten: Eleştirilebilir tabii. Ama yöntemdir, öyle kolayca mahkûm edilemez. Eleştirenin daha iyi bir yöntem ortaya koyması gerekir. 

Bir kere sanat kurumlarında yönetim görevinin süreli olması, 30 yıldır savunduğumuz, artık pek çok seminerde, çalıştayda kabul görmüş bir prensip. Bakın bunu da her seferinde unutup aynı tuzağa düşmemek gerekir. Herkes bilir ki, bazı yöneticiler koltuklarını koruyabilmek için, bazı çalışanlar da öne çıkabilmek ya da rahat edebilmek için, ‘bireysel ilişki’ rotasını güderler. Karşılıklı çıkarlar, bu rota üzerinde ilerlerken ‘al gülüm ver gülüm’ davranışlarına yol açabilir. Makamda kalabilme kaygısı, siyasal erke bağımlılaşmanın da yolunu açar. Bağımlılık da sanatsal özgürlüğü, tiyatronun öz erkini zedeler. Bunun objektif önlemi, süreli görevlendirmedir. 

Süreli görev yapacak bir sanat yönetmenini seçmek için de mahalle baskıları altında terleyip sıkılmaya gerek yok. Objektif bir yöntem var: İlan, başvuru, değerlendirme, karar. Batının sanat kurumlarına birazcık ekmek banmış herkes bunun çok yaygın ve rasyonel bir yöntem olduğunu bilir. “İlle de alaturka alışkanlık yürüsün, Başkan tayin ediversin” derseniz; bunun siyasete de bir yararı yoktur, sanata da. Kapı aralığında, el altından siyaset yaparak sanat yönetmenliğine erişmeye çabalamak mı daha doğru, yiğitçe bir yarışa soyunup kaybetmeyi göze almak mı? Hem biz tiyatrocular, liyakat sahibi insanı seçme sorumluluğunu neden tümüyle bir Belediye Başkanı’nın sırtına yükleyelim ki? Liyakat sahibi bir kurulun, başvuruları inceleyip Başkan’a öne çıkan iki aday sunması, son kararı da Başkan’ın vermesi daha demokratik ve sanata daha saygılı bir tutum değil mi? Bütün bu ayrıntılarda iradesini Danışma Kurulu’nun getirdiği öneriler doğrultusunda kullanmaktan çekinmeyen bir saygıdeğer Başkan’la yol yürüdük. Bu, Türkiye’de her gün karşılaşmadığımız yürekli, demokrat bir tutumdur. Bir takım dedikodularda boğulup kendisine teşekkür borçlu olduğumuzu da unutmayalım lütfen.

Soru: Bu özgün ve kendine güvenli tavrın, işleyiş ve üretime katkısının pozitif yönde olduğu söylenebilir mi?

Yücel Erten: Olmaz mı? Üstelik o özgün tavrın kazandırdıkları daha bitmedi: İzBBŞT’nin yönetmeliğine göre, bir Edebi Kurul ya da Repertuvar Kurulu yok. Olmaması bilinçli bir tercih. Yönetmelik çalışmalarında ben de bu tercihin yanında durdum. Kurumsal tiyatrolarımızdaki 100 yıllık deneyim, bu kurulların ya sansür ya da servis(!) mekanizmasına dönüştüğünü bize yeterince gösterdi. Örneği çoktur, bilirsiniz. Burada temel soru şudur: Bir masanın çevresine tayinle oturmuş insanların, Dürrenmatt’ın “Uyarca”sını “karamsar”, Antonio de la Parra’nın “Günlük Müstehcen Sırlar”ını “müstehcen”, Zuckmayer’in “Köpenick’li Yüzbaşı”sını “antimilitarist”, Haldun Taner’in “Günün Adamı”nı “siyasî”, Jean Giradoux’nun “Elektra”sı ile Bernard Shaw’un “İnsan, Üstün İnsan”ını “kimbilir ne” buldukları için yasaklama hakları var mıdır? 

Öte yandan bu kurulların sık sık siyasal yandaşlar ile yakın arkadaşları kayırma yoluna gittiği, bilinen gerçektir. İlgili Bakana veya Başkana yönelen yazılı-sözlü ricalar, tiyatro yönetimine yönelen manevî baskılar; ‘günün adamı’ kimi yazarlara maddî-manevî çıkar sağlayan bir servis mekanizmasına dönüşebilmektedir.

Daha önce belirttim. İzmir Şehir Tiyatrosu, yerinden yönetim anlayışına dayalı bir birim. Devasa boyutlara ulaşıp hantallaşmaması amaçlandı. En fazla 2 sahneli, 36’sı oyuncu, toplamda 41 sanatçı ile sınırlı kadrosu olan bir yapı. Doğal ki böyle bir yapıda, bir dramaturg ordusunun harıl harıl yüzlerce oyunu okuyup raporlamasına; ‘Edebi Kurul’ benzeri bir baskı mekanizmasının bunlar üzerinde ‘oynanabilir-oynanamaz’ şeklinde hüküm kurmasına; oynanabilir sayılan oyunların, binlerce oyunun ‘beyaz atlı prens’ini beklediği bir repertuvar havuzuna atılmasına; özetle sanatsal yönetimin öz erkini hırpalayan bu tür bir güvenlik önlemine gerek duyulmadı. Bir sezon içinde sergilenecek 5, bilemedin 6 oyunun seçimi için, onca bürokrasiye gerek olmayacağı düşünüldü. Genel Sanat Yönetmeni’nin önerisi ve sanatçılardan oluşan Yönetim Kurulu’nun onayı yeterli görüldü. 

Hem zaten bir tiyatroyu 3 yıl yönetecek olan yetişkin bir sanat yönetmeni, neden böyle bir mekanizmaya gerek duysun ki? Yine de isterse o alanda bir çalışma grubu kurabilir tabii. Ama bu, kurumsal bir baskı mekanizması niteliği taşımaz. 

Soru: Dramaturgun statüsünde de önemli bir değişiklik demek bu…

Yücel Erten: Evet, az kalsın unutuyordum. O konuya da  değinmeden geçmeyelim. Övünç kaynağı bir adım daha attık. Tasarımcılarımızla birlikte artık Dramaturgumuz da ‘Sanatçı’ statüsündedir. Hep savundum, ünvan olarak bir tiyatroda ilktir, önemli bir adımdır. Aslında bu saydığım özelliklerin her biri, gelecek için önemli referanslar oluşturur. 

Bu konuyu bağlarken özet olarak şunu söyleyeyim: Bütün bunlar, kuruluşun farklı bir felsefeye, yerinden yönetim anlayışına dayalı daha demokratik bir işleyişe, sanatın özgürlüğü ilkesine alan açan bir uygulamaya işaret etmiyor mu? Ezberleri bir kenara bırakıp, ortak akla doğru yürümek bizim temel doğrultumuz olacak. Tiyatro dünyamızın da böyle davranmasını beklemek hakkımızdır diye düşünüyoruz.

Soru: Bir ufuk turu yapmış gibi olduk. O zaman artık başlangıçtaki soruya dönebiliriz. Tartışma ve itirazlara yol açan genel sanat yönetmenliği?

Yücel Erten: Aslında o konuyu da daha önce açıkladım. Ama anlamak ve inanmak istemeyene, ne anlatırsan anlat. Kör değneğini bellemiş gibi aynı asılsız iddiaları elden ele dolaştıranlar var. Birine cevap veriyorsun; ama hemen başka birileri söylediklerini hiç duymamış, hiç okumamış, hiç bilmiyormuş gibi aynı şeyleri yazıyor ya da söylüyor. Vay efendim şaibeliymiş de, yok efendim usulsüzmüş. Bu saçmalıklara son bir kez burada yanıt veriyorum ve bir daha da bu konuya zamanımı harcamam. Önce şu şaibeli denilen seçim ve atamaya bakalım. 

Yönetmelik gereği Genel Sanat Yönetmenliği için ilana çıkıldı. Ben de Danışma Kurulu üyesi olarak seçiciler arasındaydım tabii. Başvuru sürecinde bazı adayların, telefon edip ‘işin ciddiyetini’ sormak şeklinde alaturka davranışları oldu. Türkiye’nin üçüncü büyük kenti İzmir’de 70 yıl sonra yeniden bir Şehir Tiyatrosu kurulacağını; bunun elbette çok ciddî bir iş olduğunu; değerlendirmenin kurul tarafından yapılıp Başkan’a sunulacağını söylemekten öte bir özel yaklaşımım olmadı. Hatta adaylardan biri telefonda diller döküp dosyasını gözden geçirmemi istedi. Bunun uygunsuz olacağını, dosyaların başvuru sürecinin sonunda Belediye tarafından bize topluca gönderileceğini söyleyip reddettim.

Belirlenen süre içinde 29 kişi başvurmuş. Ben de dahil olmak üzere Danışma Kurulu üyeleri incelemelerini yaptı. Kurul üyeleri arasında görüş alışverişi başladığında, tiyatronun kuruluş aşamasında bu görevi benim üstlenmemin daha sağlıklı olacağı şeklinde bir öneri geldi. Tarih önünde tekrar ediyorum: Ben Kurucu Genel Sanat Yönetmenliği görevine talip olmadım. Üstlenmem bana açıkça önerildi, ısrarla rica edildi. Gizli bir hevesim ya da talebim de yoktu. Yönetmelik çalışmaları sırasında bir üye, aday olmayı düşünüp düşünmediğimi sorduğunda da “Hayır” demiştim. Tanıklıdır… Gel gör ki varılan noktada, kuruldaki meslektaşlar, üzülerek adaylar arasında bir ödenekli tiyatronun Kurucu Genel Sanat Yönetmenliği’ni gönül rahatlığı ile emanet edebilecekleri kimseyi göremediklerini ifade ediyorlardı. Ve tiyatro dünyamızdaki yarım yüzyıllık geçmişimin, bunu bana bir görev olarak dayattığını işaret ediyorlardı. Benim için büyük onurdur tabii.

Bu öneriyi getirdiklerinde, elbette ben de bir üye olarak başvuru dosyalarını incelemiştim. Doğrusu ya, ben de heyecan uyandıracak bir liyakat derecesine rastlamadım. Bunu söylerken kimsenin bilgisini, birikimini, deneyimini, becerilerini küçümsemiyorum. Ama Türkiye’nin tiyatro tarihinde bir dönemeç olmasını umduğumuz İzmir Şehir Tiyatrosu’nun doğumunu, emeklemesini ve ayağa kalkıp yürümesini, ‘gönül rahatlığı ile ellerine emanet edebileceğimiz’ adayı ben de bulamadım. 

Soru: Ne gibi kriterler aradınız da bulamadınız?

Yücel Erten: İsim veremem tabii, ama düşüncemi de saklamayacağım. Ana hatlarıyla biraz tarif edebilirim elbet, ayıp değil ya!

İstanbul’dan ve Ankara’dan bir manga televizyon şöhretini konuk olarak bir araya getirince iyi tiyatro yapılabileceğini sananlar vardı. Beş tane iyi yönetmen davet edince işin biteceğini düşünenler vardı. Taşıma su ile değirmen döner sanıyorlar gibi… Kimisi daha önce festival düzenlemiş, İzmir’de de onu yapmak istiyordu. İzmir’in festivale ihtiyacı yok ki, kök salacak bir tiyatroya ihtiyacı var… Kimisi kuramsal birikimiyle tartışmasızdı, ama profesyonel tiyatro pratiği eksikti… Kimisi benmerkezciliğin doruklarında sörf yapıyor olmalıydı ki, basında en uygun aday olduğuna dair haberler ve yazılar yazdırıyordu… Kimisinin tiyatroda şiddetle karşı çıktığımız taşeron zihniyetini benimsediği anlaşılıyordu… Kimisi bütün iyi niyetine rağmen daha çok deneyimsizdi… Özetle heyecanla olumsayıp benimseyeceğim ve oyumu gönül rahatlığı ile kullanacağım bir aday göremiyorum. Görebilmiş olsam, belki de dostların önerisine karşı çıkacak, o adayı savunacağım. Ama benim ölçülerime göre de yok işte! 

Soru: Sizin için açmaz da tam olarak bu noktada mı başladı?

Yücel: Evet, ağır bir sorumluluk, üstüme üstüme geliyor. İlerlemiş yaşım, hırpalanmış sağlığım, pandemi, İzmir’de bir yerleşke edinme zorunluluğu. Çünkü öyle bir görev uzaktan kumanda ile yürümez, bilirim… Ama söz konusu tiyatro ise sorumluluktan da kaçamam. Israrlar karşısında, çaresiz, şöyle yanıtladım: “Bir şaibeye yol açmaması için, kurul üyelerinin oybirliği ile önermesi durumunda aday olmayı kabul ederim.”

Kurul üyeleri yanlış hatırlamıyorsam 8 Şubat 2021’de bu önerilerini yazılı olarak Sayın Başkan’a ilettiler. Ben de aynı gün ya da ertesi gün, yine yazılı olarak Sayın Başkan’a kurulun önerisinden gurur duyduğumu yazdım, bu nedenle de Danışma Kurulu üyeliğinden istifamın kabulünü rica ettim. Sonrasında ne olup bittiğine tanık değilim. Sorusu olanlar tanıklara sorsun. Benim ve Telat Yurtsever’in Başkan Tunç Soyer’e önerildiğimizi biliyorum. Sayın Soyer teveccüh göstermiş, tercihini benden yana kullanmış.  

Ama sonrasında türetilen tevatür ve dedikodulara kaynaklık eden bir ahlâksızlık var ki, onu söylemezsem olmaz. Adaylar arasında dosyasını bana önceden göndermek isteyen ve türlü diller döken biri var demiştim ya? İşte ‘tatlıcı’ namıyla maruf o aday, benim atandığımı benden önce ve Sayın Soyer’in bunu bildiren twitinden önce bir şekilde haber almış. Bir sosyal medya kanalı olan facebookta şunu yazdı: 

“İzmir Şehir Tiyatrosu kuruluşunda kolpadan genel sanat yönetmeni aranır gibi yapıldı ve bugün kayyum atandı. Vatandaşlık görevimi yaparak iyiniyetine inandığım Tunç Soyere son uyarımı yapacağım, karar tabii ki kendisinin!” Bir soru üzerine de şunu ekledi: “seçici kuruldan biri dosyaları kırpıp kendini seçtirdi.” Sonra da korktu anlaşılan ki, bu çamurlukları silip facebooktan da kayboldu. Ama ekran fotoğrafları bende kayıtlıdır.

Tabii başka bazı adaylar, dedikodu kumkumaları, bilir bilmez fikir tellâlları da bu seviyesizliği dayanak alıp lâf üretir oldular. O kadar ki aslını astarını araştırma gereği duymayan bazı köşe yazarları bile, bu kuyruklu yalanın kuyruğuna tutundular. Hattâ Cumhuriyet’te yazan bir tiyatrocu kadın yazar bile bu macarena dansına katıldı.Ama aynı yazarın köşesinde adaylardan birini, hararetle şişirip reklamını yaparak tavsiye etmiş olduğunu da hatırlarsak; bu çokbilmişler dünyasının ne kadar kıraç olduğu da ortaya çıkar.  Aslında kendileri ile o kadar meşguller ki, bence hepsi de basit bir soruyu sormayı akıl edemediler; konu bundan ibaret. “29 tane aday olmasına rağmen, neden böyle bir yola gidildi acaba?” sorusuna bir yanıt aramayı düşünemediler. Özellikle de ‘kayyum’ iftirasını yazan, sonra da korkup silen o şuursuz, bu soruyu kendine sormalı!

Soru: Sınav yöntemi, seçilen sanatçılar ve teknik personel, binanız, sezon açılışı ve repertuarınız ile ilgili sohbetimizi de daha sonraya bırakalım dilerseniz. Teşekkür ederiz. 

Yücel Erten: Seve seve. Ben teşekkür ederim.

0

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku