Bu yazı, 7. Nilüfer Tiyatro Festivali kapsamında, 10-17 Mart 2019 tarihlerinde Prof. Dr. Tülin Sağlam ve gazeteci Bahar Çuhadar’ın moderatörlüğünde düzenlenen ‘Genç Eleştirmenler’ atölyesi kapsamında yazılmıştır. Bir hafta süren atölyeye, 9 Eylül, İstanbul, Kocaeli, Ankara-DTCF, Atatürk, Uludağ üniversitelerinin oyun yazarlığı ve/veya dramaturji bölümlerinden toplam altı öğrenci katılmış, atölye kapsamında sekiz oyun izlenmiş ve değerlendirilmiştir. Atölyenin sonunda öğrenciler tarafından kaleme alınan eleştiri yazılarını, kültür sanat ve tiyatro portalları Hürriyet Kitap Sanat ve Tiyatro…Tiyatro…Dergisi’nden takip edebilirsiniz.
YİNE GEÇİP GİTTİ BİR TREN
MURAT ÖZ
dmmuratoz@gmail.com
Bornova Belediyesi Şehir Tiyatrosu’nun ‘Ziyaret’i uyarlama gibi görünüyor. Çünkü kara mizahın güzide eserlerinden olan bu oyun, sahneye bir parodi gibi yansıtılmış. Fakat görülüyor ki oyunun tanıtım kitapçığında uyarlamaya ve çevirmen farkına dair bir ibare yok. Eğer bir uyarlama değilse sahnede görüleni ‘aşırı yorum’ olarak değerlendirmek mübalağa olmayacaktır. Friedrich Dürrenmatt’ın bu klasiğinde emperyalizm ve kapitalizm düşündürücü bir biçimde yansıtılır. Yaşlı, zengin bir kadın olan Clara Zachanassian karakteri, kapitalizmin ve emperyalizmin zekice kaleme alınmış bir metaforudur. Ancak sahnedeki yoruma bakıldığı vakit meselenin derinliğinin ve katmanlı düşüncesinin yerini didaktik bir anlatı almış.
Metni bir kenara bırakıp sahneye gelecek olursak; evvela ormanı temsil eden bir dekorla karşılaşıyoruz. Kasabalılar ciddi ekonomik sorunlar yaşıyor. Bir tren beklemekteler, bu tren onların umudu. Her gelip geçen trende Clara’nın olduğunu umuyorlar. Çünkü eskiden bu kasabada yaşayan Clara artık dünyanın en zengin kadınlarından biridir. Onun ziyaretiyle müreffeh bir hayatın başlayacağına inanıyorlar. Böylesine bir bekleyişin önemi ve heyecanı sahnede hissedilmiyor; ne oyuncuların duygusu, ne de sahneye konumlanışları bunu karşılıyor. Sadece küçük bir tren sesi efekti ile büyük bir dramatik olay gerçekleşiyor, Clara Zachanassian nihayet kasabaya teşrif ediyor. Yaşlı bir kadın beklerken genç bir kadınla karşılaşıyoruz. O güne dek yedi tane kocası olmuş –sekizincisi de hemen olmak üzere-, yıllar evvel kasabalılardan Alfred ile çocuk yapmış birine göre hayli genç bir oyuncu seçimi şaşırtıyor. Böylesine bir seçimi inandırıcı ve tutarlı bir hale getirmek için karakterin tüm öyküsünden vazgeçilmeliydi. Fakat bu da yapılmadığı için büyük bir soru işareti bizleri bekliyor. Clara’nın sahneye gelişi ile bir soru daha yanıt bekliyor: Bu deri kostümlerin, file çorapların, gotik imajın amacı ne? Bununla birlikte kostüm tasarımına dair bir soru daha. Geçim derdinden yaka silken, fakir bir bakkal olan Alfred neden frak benzeri bir kostümle dolaşıyor? Sahnedeki diğer karakterlere de bu gözle bakıldığında tam bir curcuna hâkim. Kostüm tasarımları kasabanın durumuna ve oyunun hikâyesine aracılık etmiyor. Bu sorular yanıtlarını ararken kasabalı Clara’ya bir karşılama töreni düzenliyor. Elbette beklenildiği gibi önce ona sevimli ve vefalı görünmeye çalışıyorlar. Öğretmeni, papazı, polisi, belediye başkanı ve daha birçoğu bu uğurda bir kargaşa yaşıyorlar.
Bir oyuncu birden fazla karakteri canlandırdığı ve kostüm değişiklikleri belirgin bir şekilde gerçekleşmediği için hangi kasabalının kim olduğu konusunda kanaat getirmek zorlaşıyor. Sahnede adeta bir curcuna hâkim oluyor. Bu curcuna ve toparlanmamış rejiden ötürü çatışmayı, asıl meseleyi başlatacak esas durumun gelmesi uzun sürüyor. Clara, kasabayı karıştıracak teklifini tam otuz beşinci dakikada dile getiriyor (Evet o an saate bakma ihtiyacı hissettim, oyunu tırmandıracak olan teklif bir buçuk saatlik oyun için oldukça geç geliyor). Clara kasabalıya bir milyar dolar vereceğini fakat karşılığında adaleti satın almak istediğini söylüyor. Kasabalı adaletin satın alınamayacağını düşünse de Clara onlara her şeyi parayla satın alabileceğini söylüyor. Adaletten kastı, gençlik sevgilisi Alfred’in öldürülmesi. Clara geçmişte yaşadığı acıların müsebbibinin Alfred olduğunu dile getirerek bu konudaki kararlılığını dile getiriyor. Belediye Başkanı ise böyle bir şeye razı olmayacaklarını, bunun onursuzca olduğunu söylüyor. Ve bu andan sonra kasabalının aklını kurcalayan soru şu oluyor: Para mı yoksa onur mu? Bir insanın canı mı yoksa bir kasabanın refahı mı? Bu sorular elbette bir değişime, görüş farklılıklarına yahut farklı olaylara yol açıyor. Ancak bu noktayla birlikte ve bu noktadan sonra hikâyenin en can alıcı değişimleri ve gelişimleri hızlı ve kimi zaman anlaşılmayan bir biçimde gelişiyor. Böylelikle oyunun en mühim sahnelerinin duygusu, düşüncesi olgunlaşmadan, demlenmeden canlandırılıyor. Bundan dolayı masa başı çalışmalarının, sahnedeki eylemle örtüşmediği seziliyor.
Oyunda Clara’nın teklifinden sonra Alfred’i bir iç sıkıntısı, ölüm korkusu sarıyor. Ancak bunu yalnızca repliklerle, hikâyenin gidişatından fark ediyoruz. Alfred’i canlandıran Hürkan Ünal, bu yoğun iç çatışmanın duygusunu yansıtamıyor. Bu noktada Clara’yı canlandıran Esra Tarhan ise güçlü ve yaşam deneyimi yüksek birine göre çoğu kez aciz bir karakter imajı veriyor. Görmüş geçirmiş, kendi deyimiyle dünyayı geneleve çevirmiş bir kadın intikamını daha baskın, daha kudretli bir biçimde almaz mı diye sormadan edemiyor insan izlerken (Oyun dramatik biçimde oynandığı için bu sorular oluşuyor).
Bir başka mühim husus ise oyundaki kör kardeşler Loby ve Koby’nin olduğu sahnelerde sahnenin tüm ışığının uzun müddet kararmasıydı. Sadece onların sesini duymak, izleyici için zorlayıcı bir deneyim olsa gerek. Çünkü bu iki karakterin olduğu uzun, karanlık sahnelerde birçok seyirci sohbet etmeye başladı. Hal böyle olunca bu iki karakterin hikâyesini anlamak güç oldu. Fikir olarak onların gözünden değil de kulağından o kasabayı tanımamız makul, fakat karanlık sahneler oldukça uzun ve dikkat dağıtıcı olunca etkisini yitirdi. Kör kardeşler gibi diğer karakterlerin de öyküleri ve kasabadaki konumları, durumları karmaşık ve etkisiz bir biçimde yansıtılmış oldu. Bu sebeple kasaba halkının içine girdiği çıkmazdan ötürü oluşan atmosfer sahnede belirmiyor. Ormanı temsil eden dekorda bulunan ağaçlar ise zamanla azalıyor. Ancak kasabalı onurdan vazgeçip parayı seçmeyi düşündüğünde değil de Alfred’in kasabalıyla ölüm hakkında fikir teatisinde bulunduğu sahnede azalıyor bu ağaçlar. Bundan dolayı mesajın hedefi biraz şaşıyor.
Sonuç olarak Bornova Belediyesi Şehir Tiyatrosu ekibi yine güçlü bir metin, klasik bir eser seçmiş sahnelemek için. “İşte muhakkak bu tren!” diye gözümüzü açtık, bekledik fakat olmadı. Umudumuz yine bir sonraki trene kaldı.
ZİYARET
BORNOVA BELEDİYESİ ŞEHİR TİYATROSU
Yazan: Friedrich Dürrenmatt
Yöneten: Ant Aksan
Oyuncular: Esra Tarhan, Hürkan Ünal, Hasan Gökhan Olcay, Ozan Gökmen, Gülin Özkan, Ayşegül Sünetçioğlu, İrem Eryüksel, Efe Hatay, Anıl Kocahıdır.
Sahne Tasarımı: İlker Şahin
Kostüm Tasarımı: Sevcan Yenihayat Horozgil
Işık Tasarımı: Engin Doğan
- Murat Öz, Dokuz Eylül Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, Sahne Sanatları Bölümü, Dramatik Yazarlık ve Dramaturji Bölümü öğrencisi.