Yine Düşler Serpti Sahneye Ve Kalplerimize: “Dilek Türker”

Pınar Çekirge

“Tiyatro benim aşkım, yoldaşım. Ben tiyatronun, toplumun ve kendimin ‘Soytariçe’siyim. Sahneden, tam 56 yıldır “Kral çıplak” demekten vazgeçmedim. Kendimi keşfettikten sonra, toplumsal kaygıların, karabasanların yerine umut ve güzellik ekmeye çalıştım, bu topraklarda ve dünyada… Sözümü hep tiyatro sahnesinden, tiyatronun estetik dilinden söyledim. Ama hiç çekinmeden söyledim.”

Hayatı, olayları, duyguları, ruh bozgunlarını, yakın/uzak hatıraları temize çektiği yer, her zaman sahneydi. Sahnesiydi. Tiyatroya dair mücadelenin simge isimlerinden biriydi o. Başını hep dimdik, alnını pak tuttu. Örnek oluşturdu mücadelesiyle. Doğru bildiğinde direndi çünkü. Büyük bedeller de  ödedi kuşkusuz. Hayır, hiç pişmanlık duymadı. Sadece tiyatro, dedi. Diyebildi. Her role hayat, her repliğe can kattı. Sonsuzlukla hiçliğin kesişme noktasına taşıdı duyguları…

Dilek Türker ile konuşurken, Dilek Türker’i sahnede izlerken yaşama dair çok şeyi (ruhumuzun çöküntüleri, isyanları, binbir parçaya bölünüşleri dahil)  yeniden hatırladığımız, öğrendiğimiz olmuştur.

“Çalıkuşu” (Reşat Nuri Güntekin), “Türkan” (Ayşe Kulin), “Dualar Kalıcıdır”ın (Tuna Kiremitçi) ardından, bir başka roman uyarlaması “Türk’ün Ateşle İmtihanı” ile Dilek Türker yine söylenecek sözünü, yüksek sesle, üstelik yazarın sesini sahnede gerçekleştirerek söylüyor ve harikulade oyunuyla izleyiciyi sarsıyor.

Foto: Murat Nalbant

Zaten Dilek Türker’in özelliği bu, her yorumda önemli bir oyunculuk örneği sunmak. Dahası sabırla kusursuz, en kusursuz olanı arayıp, çıkartmak, ortaya koymak. Yeteneğini birbirinden hayli farklı rollerde sınayıp, başarılı olmasının nedeni de bu aslında.

Beş yıl kadar önce “Dionysos’un Çocukları” adlı röportaj dizimizde Dilek Türker ile hayattan, tiyatrodan konuşmuştuk.

İtiraf etmeliyim ki, hem Yavuz Pak, hem de benim için tadına doyulmaz bir sohbetti. Sonrasında oyunlarda, galalarda, kitap imza günlerinde hep bir araya geldik kendisiyle. Hatta, “Dualar Kalıcıdır” oyunuyla ilgili hazırlayacağım tanıtım yazısı için, Dilek Türker ile küçük bir söyleşi daha gerçekleştirmiştik.

Ve şimdi, akşamın bu mavimsi alacakaranlığında, Dilek Türker ‘den son oyunu “Türk’ün Ateşle İmtihanı”nı Tiyatro… Tiyatro… Dergisi için dinliyoruz.

“Türk’ün Ateşle İmtihanı” ve “Halide Edip Adıvar” gerçeği… Bu proje nasıl ortaya çıktı diye sorup, sözü tümüyle Dilek Türker’e bırakıyoruz.

Foto: Murat Nalbant

“Dediğim gibi, 56 yıldır sahnedeyim. Kalbimde taşıdığım roller, canlandırdığım kadınlarla… Eğilmeden, bükülmeden, ödün vermeden.”

Pandemi süreci bir tür durma noktasıydı, benim için de. Evlere kapanmıştık. Üstelik rahatsızdım. Bacağımda oluşan kemik iltihabı nedeniyle yedi ay boyunca, neredeyse hiç kıpırdamadan yatmak durumunda kalmıştım. Fakat boş durmadım; hayat durdu, ben yine durmadım. İki ayrı proje hazırladım. Hazırladım ama, sahneye taşımak için para yok. Evet, para yok!”

İntiharı, ölümü düşlediğim zamanlar oldu, inanın. Kendimi çaresiz hissediyordum. Ve bir gün Hakan Altıner geldi. ‘Öyle bir proje var ki, derhal ayağa kalkacak, gerekirse bastonla ya da oturarak, bu rolü yaşar kılacaksın ‘ dedi. ‘Hayır, yapamam’ diyemedim. Yenilgi yoktu hayatımda. Çok geçmeden, Hakan Altıner, Halide Edip Adıvar’ın hatıralarından uyarladığı ‘Türk’ün Ateşle İmtihanı’ ile geldi. Tayfun Yılmaz da oyuna dahil edildi. Bir buçuk ay kadar, eserin dramaturjisini birlikte gerçekleştirdik. Sonrasında en az 65 provaya ihtiyacımız olacaktı.”

Gelin görün ki, pek çok sorun ve zorlukla karşılaştık oyunun prova sürecinde. Bakın, 25 sene boyunca Beşiktaş Belediyesi’ne bağlı Akadlar Kültür Merkezi’nde, salona prestij getiren işler yaptım ben. ‘Mustafa Kemal’le Bin Gün – Latife’, ‘Mutlu Ol Nazım’, ‘Nakşidil Sultan’, ‘Pir Sultan Abdal’, ‘Türkan’ gibi oyunlarımı orada sahneledim. Orası benim tiyatrom gibidir. Ancak Beşiktaş Belediyesi, bu oyunun provaları için yaptığımız başvuruya günler sonra ‘sadece 6 prova’ için ve yüksek bir kira bedeli karşılığı izin verdi ancak. 65 provaya ihtiyacımız vardı oysa ve bu kira bedelini ödeyebilmemiz mümkün değildi. 

Foto: Murat Nalbant

Oysa, İstanbul Büyükşehir Belediyesi oyunun galası için Cemal Reşit Rey’i bize tahsis etmişti. Ne yapacak, provaları nasıl tamamlayacaktık? Kara kara düşünüp, bir çıkış yolu ararken, Endless Art imdadımıza yetişti, yanımızda oldu ve salonunu bedelsiz bize açtı. Dört ay boyunca, haftasonları hariç, her gün prova yaptık ve 70 provada oyunu çıkarttık.”

“Aslında, umutları esir almaya çalışan, toplumun büyük bir kısmını ve özellikle gençlerimizin umutlarını esir alamaya çalışan bir yönetime karşı esir olmayacağımızı anlatan bir iş yaptım. Bu yüzden çok değerli bir oyun bu.”

“Oyunun prömiyerinden sonra, Ataşehir Belediyesi’nin davetiyle Ataşehir’de sahneledik oyunumuzu.”

İstanbul’dan sonra, Ankara Büyükşehir Belediyesi bizi davet etti. Sevgi, saygı dolu bir organizasyonla karşılandık Ankara’da. Nasıl desem, sanatçı olduğumuzu hissettik yeniden. Başkentin her yerinde oyun afişlerimiz asılmıştı…”

Mansur Yavaş’ın kardeşi vefat etmişti o gün. Oyunu erteleme önerimi kesin bir dille reddetti ve oyunumuzu müthiş bir kalabalığa oynadık. Her şey mükemmeldi. Yine ayakta, dakikalarca alkışlandık. Her defasında olduğu gibi, oyun sonrası çiçeklerle yanıma gelip, boynuma sarılan, gözyaşları içinde kutlayanlarla kucaklaşmanın onurunu, hazzını yaşadım.”

Foto: Murat Nalbant

“Oyunun sahnelenme sürecinde de pek çok sorunla karşılaştık ve karşılaşmaya devam ediyoruz. Bakın, mesela Zorlu PSM’ye Tiyatro Ayna olarak giremeyiz. Çünkü almazlar. Daha önce talep ettim ama kabul etmediler. Neden mi? Ölçüt saydıkları, televizyon popülaritesi ve şöhret. Dilek Türker ise bir televizyon yıldızı değil. Ama Dilek Türker safkan bir oyuncu. Ve Dilek Türker tiyatrosunun tek sponsoru. Dilek Türker bir Don Quijote.”

“Bizde istikrarlı bir kültür politikası hiç olmadı maalesef. Mesela, Kadıköy Belediyesi’nin kültür politikası Selami Bey’den sonra bitirildi. Yakın bir geçmişte ‘Dualar Kalıcıdır’ adlı oyunumuzun Özgürlük Parkı’nda sergilenmesi için yaptığım başvuruyu geri çevrildi, belediye olarak bize sahip çıkmadı.”

“Bakırköy Belediyesi de tiyatroyla sorunlu bir belediye. Yunus Emre Sahnesi’nde oynamak için defalarca başvurmamıza rağmen, bizimle ilgilenmediler bile.”

“Oysa ben boş salona oynamam. Baktım bilet satışı biraz zayıf gidiyor, hemen sivil toplum örgütlerini arayıp, burslu öğrencilerinizi yollayın, diyorum. Dilek Türker asla boş salona oynamaz. Hiç oynamadı. Ne Türkiye’de ne Almanya’da.”

Foto: Murat Nalbant

Şuna inanıyorum, her zorluk, önümüze konulan her engel bir sınavdır. O sınavı yüz akıyla veren güçlüdür. Ayakta kalmayı başarandır.”

Umut hep korunmalıdır. Umut, insanın evrimini tamamlaması için ihtiyaç duyduğu tek ışıktır çünkü. Bu ışığı kaybetmek, bana göre ölümdür.”

Yavuz da, ben de önceden aldığımız kararı bozmayıp, sorularla araya  girmiyor ve Dilek Türker’i dinlemenin tadına varıyoruz:

“Halide Edip çok tartışılan bir kadın. Robert Kolej mezunu, düzene başkaldırma cesareti olan, vatansever, özgürlükçü, yaşadığı dönem itibarıyla olabildiğince aykırı bir kimlik. Düşünsenize, o dönemde arkasına bile bakmadan, iki çocukla eşini boşayabilmiş.”

“Shakespeare bilen, romanlarını İngilizce yazabilen bir aydın aynı zamanda Halide Edip.İşgal sonrası, İstanbul’dan Ankara’ya, yuları, üzengisi ipten, semeri tahtadan bir atın sırtında gidiyor. Rahatsızlıkları var. Ama yılmıyor. ‘Attan düşersem, gidemeyiz, yolculuk biter’ diyor kendi kendine. Direniyor. Onbaşı Halide olarak milli mücadeleye katılıyor.”

Hemen belirtmeliyim ki, Halide Edip’in Mustafa Kemal’e tutkulu bir hayranlığı, sonsuz bir inancı var. Ama Mustafa Kemal’in vizyonuna sahip değil. Mustafa Kemal’in yapabileceklerini hayal edemiyor, onun gücünü algılamaya yetmiyor aklı. O mucizeleri göremiyor, diyelim. Bir an evvel, çareler bulma amacında Halide Edip. Bu nedenle, Amerika mandasına girmeyi bile önerebiliyor. Sonuçta mandacı olarak yaftalanıyor. Belki daha gerçekçi ama bulduğu çareler her zaman doğru olmayabiliyor.” 

Foto: Murat Nalbant

“Ancak, her zaman doğru bildiğinin arkasında sonuna kadar duran şahsiyetli bir kadın. ‘Türk’ün Ateşle İmtihanı’ benim için bir sınav daha oldu. Gücümün farkında olmamı sağladı yeniden. Umutlarımızı bir biçimde çalmaya çalışanlara karşı, umutların asla kaybedilmeyeceğini anlatan bir eseri sahneye taşıdığım için gurur duydum. Kendimi bir kez daha sevdim.”

“Bu oyunda, beni en çok etkileyen iki sahne var: Birinde Atatürk, savaşta düşmana karşı plan yaparken Halide Edip’in O’nun gözlerinde gördüğü acı. ‘Bu Dante’nin cehennemimde yananların gözlerindeki gibi bir acıydı’ diyor Halide Edip. Evet, çünkü yaptığı plan binlerce askerin ölümüne yol açacaktı ve Atatürk bunun acısını yaşıyordu. Diğer sahnede, savaşın en şiddetli olduğu yerde Doktor Murat’ın anlattıkları. Üç tane Türk askerinin yaralarını bir Yunan doktor sarıyor, onlara ekmek ve su bırakarak kaçıyor. Yusuf Akçura’nın anlattıkları ise daha dikkate değer. Bir Yunan ve bir Türk askerini birbirlerine sarılmış olarak yerde görüyor. Acaba birbirlerini boğazladıktan sonra, insanların kardeş olduğunu mu hissetmişlerdi? Yoksa artık, aralarında hiç bir siper kalmayan, ölüme giden iki insan gibi birbirlerine mi sarılmışlardı?” 

“Ben bir savaş karşıtı, ırkçılık karşıtı olarak, bu sahneleri yorumlamaktan büyük mutluluk duydum.”

Söylememize gerek yok, hayatını, neredeyse tümüyle  mesleğine adamış bir sanatçı Dilek Türker. Beğeniler, modalar, alışkanlıklar, zamanlar değişse de o hep sahnede. Hep bir ışık sağanağı… Ve o her zaman sözünü esirgemeden söyleyen cesur, güçlü, muhalif bir kadın. Zaten oyunculuğundaki ‘es’lerde kavrarsınız tekniğini, ustalığını… Canlandırdığı her karakterle bir ölçüt oluşturmasından, sahne hakimiyetinden, düzeyli, disiplinli, erişilmez oyunculuğundan…

Tiyatro Ayna bir defa daha: “Biz tiyatroyu ve sanatı ‘bir söz söylemek’ için yapıyoruz” mesajıyla kucaklıyor izleyicisini. Yine tek başına,  yardımsız, desteksiz, eğilip bükülmeden…

PINAR ÇEKİRGE – YAVUZ PAK

Pınar Çekirge’nin “Türk’ün Ateşle İmtihanı” Oyunu Üzerine Yazısından…

Dilek Türker’i düşünüyorum; Tiyatro tarihimizi var eden isimler arasında yer almak. Ustalık katındaki oyunculuğuyla sahnede hiç durmadan çok boyutlu kadın portreleri imar etmek…

Nakşidil Sultan, Afitap, Siyen, Madam Olga, Sevtap, Rosa Lüksenburg, Vera Tulyakova, Türkan Saylan, Sarah Bernhardt, Latife Hanım, Zehra, Rosella Galante, Halide Edip ve diğerlerini, nasıl da inanılmaz, tarif edilemez bir duyarlılıkla ete kemiğe dönüştürdüğünü anımsıyorum şimdi. Oyunculuk yeteneğinin tüm nüanslarıyla Dilek Türker, sahnede yaşar kıldığı her kahramandı aslında. Onlarla bütünleşmiş, tek beden/ruh olmuştu.

Lorca’dan, Brecht’e, Gorki’den, Shakespeare’e dünya tiyatrosunun en önemli oyunlarında başroller oynadı. Düşler serpti sahneye ve kalplerimize. Mizah duygusunu hiç kaybetmedi. Mizahsız bir hayatın, hayat olmayacağını biliyordu çünkü.

Ödüller, alkışlar, turneler…

Ve “Türk’ün Ateş ile İmtihanı”yla bir kez daha, aşılması zor bir yoruma imza atıyor Dilek Türker.

“Gece en karanlık ve ebedi göründüğü zaman gün ışığı en yakındır…” 

Dilek Türker, Halide Edip rolünde benzersiz sahne karizmasıyla yine her harfin, her duygunun, her es’in hakkını veriyor ve bir defa daha “gerçek bir sanat olayı”na imza atarak, kim bilir kaçıncı kez tiyatro tarihine geçiyor.

Hep söylediğimiz gibi, yeteneğini, oyunculuğunu sürekli olarak aşma çabasındaki bir Dilek Türker gerçeğiyle karşı karşıyayız çünkü. Sanatında mükemmeli, daima en mükemmeli arayıp sunan Dilek Türker gerçeği ile.

Dahası öyle bir “grande dame” ki, Aziz Nesin, Nezihe Araz, Ataol Behramoğlu, Rekin Teksoy oyunlar yazmışlar kendisi için. Sözcüklerini, harflerini, repliklerini adamışlar o güzeller güzeli, güzelliği sonsuza yazgılı kadına.

Lütfü Ay, “Tiyatronun kutsal yaratığı” olarak tanımlamış onu. Orhan Alkaya “İnsan şiddetinde bir depremdir sahnede” demiş.

“Bernarda Alba’nın Evi”, “Rosa Lüksemburg”, “Beni Dünya Kadar Sev”, “ Ziyaretçi”, Eski Fotoğraflar”, “Kuvayi Milliye Kadınları”, “Haydi Öldürsene Canikom”, “Kurban”, “Keşanlı Ali Destanı”, “Merhaba Hayat”, “Zaman Adında Bir Kadın”, “Pir Sultan Abdal”, “Eski Fotoğraflar”, “Sevdican”, “Osmangiller”, “Othello”, “Ziyaretçi”, “Aslan Asker Swayk”, “Mutlu Ol Nazım”, “Türkan”, “Nakşidil Sultan”, “İstanbul’un Gözleri Mahmur”, “Mustafa Kemal ile Bin Gün- Latife”, “Aşk Kalıcıdır” ve “Türk’ün Ateşle İmtihanı”nın da yine bambaşka bir Dilek Türker’i izlemenin mutluluğunu anlatmaya zaten gerek yok.

Hakan Altıner’ın pürüzsüz roman uyarlaması ve eserin tüm nüanslarını aktaran incelikli rejisini ayrıca kutlamak istiyoruz. Dahası Halide Edip Adıvar’ın romanı oyunculuk, dekor, giysi, ışık, müzik ve rejiyle öyle güzel bütünleşmiş ve çapaksız bir uyum sağlamış ki…

Hakan Altıner kendi ifadesiyle, “Yönetmenlik hayatımın, en titizlendiğim, en heyecanlandığım, en sevdiğim çalışmalarından biri oldu bu eser “ diyor. O heyecanı, o özeni duyumsamamak olasız.

Tayfun Yılmaz, M.Kemal’den İsmet İnönü’ye, Ferdi Bey’den, Dr. Adnan’a, Arslan Kaptan’a on altı farklı karakteri başarıyla canlandırıyor.

Oyunun özgün müzikleri, Tuluyhan Uğurlu‘nun, “Mustafa Kemal/Güneşin Askerleri” adlı eserlerinden seçilmiş. Oyunun afişindeki resim, ressam Ertuğrul Ateş‘in bir çalışması.

Oyunun yardımcı yönetmeni Damla Cercisoğlu, dekor tasarımı Cihan Aşar, kostüm tasarımı Nihal Kaplangı, ışık tasarımı Nejat Karaorman, fotoğraflar ise Melih Berk’e ait.

Nihal Kaplangı ve Cihan Aşar, her zaman olduğu gibi, son derece etkileyici çalışmalarıyla esere çok şey katmışlar.

Tiyatro izlemenin keyfini, doyasıya yaşatan “Türk’ün Ateşle İmtihanı” için en son şunu söyleyebilirim; oyunculukları, rejisi ve her şeyiyle son derece özenle hazırlanmış, ticari ucuzluklara yer vermeyen, mutlaka izlenmesi gereken başarılı bir yapım.

PINAR ÇEKİRGE

2

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku