“Yaşamayı Öğrenebilir Miyim?” Sorusunun “Tersten Okunduğu” Oyun: “YOK”

editor

“Korkmadan söylemek gerekir; hortlaklar vardır!” diyen, “Yok” oyununun yazarı ve yönetmeni Polat Niloğlu ile Günsu Özkarar’ın yaptığı söyleşiyi okurlarımızla paylaşıyoruz:

Kadıköy Emek Tiyatrosu’nda birbirinden güzel oyunlar izlemeye devam ediyorum. Tiyatro Bant’ın 90 dakikalık, tek perde ve Onur Sarıaltın’ın sahne aldığı oyunu “Yok”un detaylarını ve neden böyle bir hikaye kaleme aldığını oyunun yönetmeni Polat Niloğlu ile konuştuk.

Polat Niloğlu

Ben oyunu hem izlemiş hem de okumuş bir seyirci olarak biraz şaşırdım. Metinle oyun arasında farklılıklar vardı değil mi?

Evet teksti olduğu gibi kullanarak sahnelemedim. Provalar sürecinde sahneleme dili üzerine çalışırken biraz müdahale ettiğimi itiraf edebilirim. (Gülüyor.)

Nasıl başladınız yazmaya? 

Ben aslında tiyatroya Ankara Sanat Tiyatrosu’nda asistanlık yaparken başladım. Çok da küçük bir yaştan bahşediyorum: 13-14 yaşında. Tiyatronun dekor, ışık gibi arka planlarında çalışırken, bir yandan da yazı ile her zaman ilişki içindeydim. Yazı her zaman vardı yani. Tiyatro sonradan oldu diyebilirim. Daha sonra yazdıklarım sahnelenebilir mi diye yavaştan düşünmeye başladım.

Yazdığınız ilk oyun sahnelendi mi peki?

Büyük şanstır ki, AST’ın kursiyerleriyle sahnelenmiştik. Vicdan isimli bir oyun. İnsan hayal ettiği hikayeleri canlı kanlı sahnede görünce bir tuhaf oluyor. Bana çok tuhaf gelir.  Bu yüzden tiyatro bana hep sihirli gelmiştir. Rüyamsı yani. Yazdıklarımı sahneleme niyeti Vicdan’ı yazdıktan sonra benim için netleşmişti. O sahnelenince, yazmak ve yazdığımı yönetmekten vazgeçemeyeciğimi de anlamış oldum.

Sanırım bir dönem de sinema ve televizyonda çalışıyorsunuz değil mi?

Ankara’da yaşıyordum o dönem. 1999-2003 arası biraz da ekonomik durumdan dolayı Ankara’da televizyon sektöründe çalıştım. Televizyon pek bana göre değil. Sonra İstanbul’a taşındım.

Kendi tiyatronuzu yapmanız da bu döneme mi denk geliyor?

Evet. İstanbul’daki Barcelona Pastanesi’nin en üst katını sahne olarak düzenlemeye çalıştık. Ama bu biraz uzun sürdü maalesef süreç olarak. Bir buçuk yıl kadar… Kendi tiyatromu kurmak İçin altyapı oluşturma girişimim çok doğru bir yere varmadı, çünkü İstanbul’un tam anlamıyla alternatif tiyatro algısı geliştirdiği zamanlar değildi ne yazık ki… Ekonomik sorunlar ve Türkiye’nin kabuk değiştirdiği bir dönemdi. Zor bir dönemdi. Kendi tiyatromuzu açamadık.

Peki kimlerle çalışmıştınız o dönem?

Tiyatro Stüdyosu başta olmak üzere birçok özel tiyatroda yazar, yönetmen, tasarımcı olarak çalışmaya başladım. Benim için verimli bir dönemdi. Tiyatroda farklı biçimler üzerine güzel deneyimler edindim diyebilirim.

Etkilendiğiniz yazarlar kimler?

Hayal dünyamı en çok etkileyen yazar ve kültür kuramcısı Walter Benjamin’dir.  Ve tabii ki Beckett. Beckett bana çok şey öğretti. Shakespeare’den çok şey öğrendim. Bu iki yazarın yazdıkları bence yazının, tiyatro estetiği ve dili anlamında birer istisna. Başka yazarlar da var tabii. Mesela Hainer Müller, Jean Genet, Edward Bond. Biçim olarak farklı yazarlar ile ilişki kurmayı önemsiyorum ayrıca. Yazmak için sanırım iyi bir okuyucu olmak gerekiyor. Farklı sesler duymalısınız yazmak için…

Yok”, ne tür bir oyun?

Post dramatik bir yapısı var. Hamlet’in babası ile konuştuğu sahne ve Derrida’nın bu sahneyi yorumlama biçimi ve adalet kavramını hayalet ile ilişkilendirmesi bana ilham kaynağı oldu. Kurgusal bir karakter olan intersex birey Sara’nın hikayesini yazmak istiyordum. Birçok eskiz yazdım. Yazdıklarımı nasıl bir bağlama yerleştirmeliyim diye düşünürken, “hortlak ya da hayalet gibi bir yerlerden çıkıp gelmeli” dediğim anda, bilinmeyen bir dünyadan çıkıp geldi Sara. Sara çift cinsiyetli, ne erkek ne de kadın. Toplumsal olarak kabul edilebilir bir karakter değil bu yüzden. Yaşıyor ama var olamıyor. Aslında yaşamı deneyimleyemiyor. Sara’nın hayatında sadece toplumsal normlar ve baskılar var. Ben de Sara’yı yaşayan bir karakter değil de ölmüş ve hortlamış bir karakter olarak yerleştirdim. Bir hortlak nasıl düşünüyorsa öyle düşünüyor oyun. Bir hortlak nasıl bir zamanda yaşıyorsa oyun da öyle bir zamanda yaşıyor. Bu nedenle oyunda zaman çarpık, sıçramalı. 

Oyundaki hortlak metaforu annesi ve babası tarafından kabul görmemenin acısını yaşamı boyunca içinde taşıyor. Biraz Kafka gibi sanki…

Kafka’dan daha çok, yine Derrida’nın “yaşamayı öğrenebilir miyim?” sorusunu mesele edinerek yazılan bir karakter hortlak… Bizden önceki kuşaklara sorulması gereken bir soru ama cevabı öyle kolay verebilir mi? Emin değilim. Cevabı olmayan bir soru bu sanki.

Sahi, temel meseleniz nedir yazarken?

Meselem şu, ben çok uzun yıllardır bellek üstüne çalışıyorum. Nasıl hatırladığımız, neyi hatırladığımız ve neyi unuttuğumuz üzerine… Tiyatro bence bir bellek makinası.  Hayaletlerin, hortlakların cirit attığı bir yer tiyatro benim için. Geçmiş ve gelecek, tiyatro sayesinde benim için şimdi olabiliyor. 

Yok”, seyirciden nasıl tepkiler alıyor?

Seyircilerden çok farklı tepkiler alıyoruz. Çok sevenler de oldu. Hoşlanmayanlar da. Ama beni en çok sevindiren şey üzerine konuşabildiğimiz bir oyun oldu. 

Yakında başka projeleriniz var mı?

Var. Yeni yazdığım bir oyun:“Dünyanın Teni”. Provalarına 15 Şubat’ta başlayacağız.

Yok”u Şubat ayında izlemek isteyenler için oyun tarihlerini öğrenebilir miyiz sizden?

Tabii. 9 şubat çarşamba saat 20.30’da Kadıköy Emek Tiyatrosu’nda, 14 Şubat pazartesi 19.30’da Aralık Sahne Ankara’da, 15 Şubat salı 19.30 Aralık Sahne Ankar’da ve 16’sı çarşamba 20.30’da Kafa Sahne Bursa’da oynayacağız. 

Çok teşekkür ederim.

Ben teşekkür ederim. 

GÜNSU ÖZKARAR

 

1

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku