Yani … Her Şeye Rağmen; İvan İvanoviç Var Mıydı, Yok Muydu?

Tolga Polat
1,1K Okunma

Tolga Polat

Tiyatro Adam; Nazım Hikmet ‘in Sovyet Birliği’nin varolduğu dönemde acımasız bir bürokratik sistemle birliği idare etmeye başlayan Stalin iktidarına karşı 1954’te Moskova’da kaleme aldığı  “İvan  İvanoviç Var mıydı, Yok muydu?” oyununu Emrah Eren’in dikkat çeken rejisi ile sahneye taşıyor…

ivan-foto7-kucuk

Oyun, Sovyetler Birliği yöneticilerinin bürokratlaşarak halktan kopmasını, giderek sınıflaşmasını trajik bir biçimde ele almakta… Oyunun büyük bir bölümü bir Sovyet kasabasında geçiyor… Ama yazarın da belirttiği gibi; elbette sosyalizmin temellerini atan veya kuran herhangi başka bir bölgeye göre de eser yorumlanabilir… Metnin çatışı , Sergey Konstantinoviç Petrof, Kasketli, Hasırşapkalı ve İvan İvanoviç üstüne kurulu… Petrof, sorumlu mevki sahibi biri olarak işine vaktinden önce gitmeyi adet edinmiştir… Son derece namuslu ve kişisel olmayan genel kurallar ve işleyiş ilkelerine göre çalışan sistem ve kurallar grubunu temsil eden bürokrasiye de başlangıçta karşı çıkarak uygulamayan Petrof,  erdemli bir çalışandır… Birlikte çalıştığı insanlara hiyerarşi gözetmeden davranır, herkesin yardımına koşar…

İvan İvanoviç’in ise yaşı ve çağı belirsizdir… Aslında her insanın içinde yatan ve ayaklanmak için küçücük bir uyarı bekleyen İvan İvanoviçler’in olabileceğine vurgu yapan oyun; insanın bilincinin derinliklerinde saklı kötücül bir ikizi olabileceğinin ve etrafında bulunan dalkavuklara uyması sonucu, bir bilinç karmaşası içinde Newrotik/Dissosiyatif bozukluğu yaşayarak, erdem ile otorite arasında Petrof’un sıkışmışlığını özetlemektedir…

ivan-foto4-kucuk

Dünya’ya dışardan bakıldığında bir bütün gibi gözükse de aslında kendi içinde zıtlıkları ve bu zıtlıkların birbirleriyle olan mücadelesini diyalektik kuramı içinde anlatan yazar, iyi ile kötünün mücadele sırasında birbirine tam olarak dönüşemeyeceğini, ancak süreç içesinde birbirinin içinde eriyerek bir senteze dönüşebileceğini epik bir kurgu içinde ve izleyiciyi gözlemci kılarak kurgulamıştır…

Temelde bu sentezin ışığında, tümelden tikele yola çıkılarak, bir süre Petrof’un zayıf noktasını bulmaya çalışan İvan İvanoviç sonunda istediğini bulur… Petrof’un “otorite” ve “hava”sı eksiktir !… Ve olması gerektiğine onu inandırmalıdır, çünkü havası ve otoritesi olmayan bir yönetici işini hakkıyla yapabilecek bir yönetici değildir… Petrof’a daha mesafeli, buyurucu bir amir gibi davranması gerektiğini öğütler… Bu süreçten sonra Petrof’ta belirgin bir değişiklik izlenir… Eski Petrof gitmiş, yerine kalın kapılar ardında oturan, etrafındakilere bağıran ve hemen yorulan bir “amir” gelmiştir… Büyük Kent’e giden Petrof , değişiminden bu yana ilk kez düşünmeye başlar…. Bütün olup bitenlerin ayrımına ansızın varır ve zaman yitirmeden kendi içine dönüp İvan İvanoviç’i aramaya koyulur… Peki, İvan İvanoviç var mıdır?  Yok mudur

ivan-foto2-kucuk

Erdemleri ve otoritesi arasında sıkışmış bir insanın, her çağda karşılaşılan, değişiminin/dönüşümünün öyküsünü, seyirciyi gözlemci kılarak ve yargı vermesini isteyen bir biçimde sahneye taşıyan, dinamik rejisi ile Emrah Eren alkışı hakediyor… Çözümlenmesi ve sahneye taşınması bir hayli güç olan metnin, rotayı kontrol eden, bir dramaturji çalışması ile sahneleniyor olması, oyunun başarısını adeta taçlandırıyor … İkiz benlik vurgusunu belirginleştiren Eren,  aynı zamanda günümüze yapılan göndermeleriyle ve temposu uzun eslere yenik düşmeyen, beden devinimlerini de öne çıkaran rejisi ile öne çıkıyor… Benim izlediğim gösterimde oyuncu rahatsızlığı (Berk Yaygın) nedeni ile, her oyuncu kökenli yönetmenin kaderi olan durumu yaşayan Eren, sahnede oyuncu olarak da yer alıyordu … Ekibin, bütünsel anlamda bir ensemble içinde çalışmış olmasının şüphesiz bu beklenmedik rol değişiminde katkısı çok büyük … Her ne kadar rollerine nefes veren Fatih Koyunoğlu ve Aşkın Şenol rollerinin gereği, bir adım önde gibi görünselerde bu rehavete kapılmayarak, rolün içselliğini ve eylemin gerekliliğini tüm devinimlerinde başarı ile yansıtıyorlar… Şüphesiz Baransel Gürsoy, Deniz Özmen, Gökhan Azlağ, Emrah Eren ve Pınar Tuncegil’de rollerinin silüetinin çizgilerinde tek renk kalmayarak, göstermeci biçimin gereklerini yansıtarak, ve metnin tüm alt dizgelerini çözümleyerek, o davranış ve fiziki hali eylemin bütününde başarı ile canlandırıyorlar…

ivan-foto3-kucuk

Işık tasarımında Yüksel Aymaz ve dekor-kostüm tasarımında Barış Dinçel karşıtlığı adeta metal teması ile sembolize ediyor, Aymaz’ın ve Dinçel’in bu uyumunun oyuna katkısı çok büyük… Hareket düzeninde Esra Yurttut, oyuncuların birer performatik yapı içinde beden kullanımlarına azami özen göstererek dinamik reji yapısına olumlu bir katkı sağlıyor…

“İnsan neden güç ve mevki sahibi olduğunda erdemlerini unutur ?” sorusunu soran Tiyatro Adam inanmak istediğimiz gerçekliğe, bir karşı çıkış veya kendini yeniden gerçekleştirme farkındalığını ortaya koyarak, onuncu sezonunda bu başarısı ile, mutlaka izlenmesi gerekenler listesindeki yerini hakkıyla “yani, her şeye rağmen…” diyerek alıyor…

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku