Tiyatro oyuncusu, yazar ve yönetmen Yaşar Ersoy’un 2019-2020 tiyatro sezonunda Kıbrıs Türk Devlet Tiyatrosu’nda yönetmesi plananlanan “Yangın Yerinde Kabare” oyununun “sakıncalı” bulunarak repertuvardan çıkarılmasının ardından “sansür tartışmaları” büyüyor. K.K.T.C.’de sanat ve tiyatro çevrelerinden gazetecilere ve politikacılara kadar uzanan ve gündeme damgasını vuran “sansür” ve “yasak”” tartışmalarıyla ilgili Lefkoşa Belediye Tiyatrosu’ndan Umut Ersoy’un yazısını okurlarımızla paylaşıyoruz.
Gündemimize düşen “tiyatroda yasak ve sansür” tartışmaları kavramsal olgulardan ziyade şahıslar etrafında döndüğünden ve Ersoy soyadını taşıdığım için bu konuyla ilgili fikrimi paylaşmaktan çekindim. Kişisel bir tutum sergilemektense, Lefkoşa Belediye Tiyatrosu’ndan gelecek kurumsal ve örgütlü tepkinin bir parçası olmayı yeğledim.
LBT kuruluşundan itibaren “eşitlikten, barıştan, ifade özgürlüğü ve demokrasiden” yana politik tavır geliştirip, toplumsal kırılma noktalarında ses yükseltebilmeyi başarmıştı. Fakat, geçtiğimiz alevlenen tüm tartışmalara rağmen, LBT kurumsal bir açıklama yapmayarak suskunluğunu bugüne kadar korudu. Bu konu ile ilgili tek bir toplantı bile yapılmadı. Şunu hemen belirtmeliyim ki, Sanat Yönetmeni’nin tiyatronun politik tavrını tek başına belirleme hakkı olmadığı gibi, kişisel sosyal medya hesabından yaptığı açıklama da LBT’nin kurumsal açıklaması olarak kabul edilemez. LBT’nin suskunluğu, kurumsal kimliğinin bir parçası haline gelen politik tavır geliştirme geleneğini terk ettiğinin ve “apolitik” bir tutuma geçtiğinin sessiz itirafıdır. Ben bu ideolojik sessizliğe paydaş olmak istemiyorum ve düşüncelerimi paylaşmak istiyorum.
Aslında yangın, 1965’te Bayraktar’ın emriyle kurulan Kıbrıs Türk Tiyatrosu’nun – bugünkü adıyla Kıbrıs Türk Devlet Tiyatroları’nın- kuruluş yasasıyla başladı.
“ Madde 2: Kıbrıs Türk Tiyatrosu’na bağlı topluluklarda, ancak Edebi Komite tarafından onaylanacak eserler sahneye konabilir.
Edebi Komite; Maarif Müdürlüğünce bir yıl için atanacak iki üye ve Tiyatro Müdürüden müteşekkildir.
Komite, Rejisörler tarafından sahneye konmak üzere Başrejisör vasıtasıyla Tiyatro Müdürü’ne teklif olunacak eserleri inceler. İlgili Başrejisör eser hakkında izahat vermek üzere, bu eserle ilgili Edebi Komite toplantısında hazır bulunur, oylamaya katılmaz.
Ancak, Komite üyelerinden herhangi birinin yokluğu durumunda, hazır bulunmayan üyenin oy hakkını Merkez Başrejisörü kullanır.
Edebi Komitenin Başkanı, Maarif Müdürü tarafından seçilir.
Komite Kararı, ekseriyetle alınır. Eser hakkında, Komite üyeleri arasında çıkacak ideolojik anlaşmazlıklar, Komite Başkanı tarafından Maarif Müdürlüğüne aksettirlir ve bu gibi hallerde Maarif Müdürünün onayı alınmadan eser sahneye konmaz.”
Kıbrıs Türk Devlet Tiyatroları’ndaki karar mekanizması, yukarıda da görülebileceği gibi, siyasetin ve bürokrasinin müdahale alanında kurgulandı. Böylece hem tiyatronun sanatsal değerleriyle hem de bir tiyatro kuruluşunun gerektirdiği sevk ve idareye bilim dışı yaklaşımıyla, tiyatro üretmeye elverişsiz bir karakterle doğdu. Bugüne kadar da bu yangın hiç sönmedi.
Büyük bir heyecan ve umutla başlayan ilk yıllardan sonra, bürokratik müdahalelere dayanamayarak müdürlükten istifa eden Üner Ulutuğ’un ardından müdür yapılmak istenen Kemal Tunç’un, ‘Sen de Üner gibi mi düşünüyorsun?’ sorusuna ‘Evet’ diye cevap vermesi ile bu tiyatronun kurucularından olan, Üner Ulutuğ ve Kemal Tunç’un, 1969 yılında Kıbrıs Türk Devlet Tiyatroları’ndan (KTDT) uzaklaştırılarak Bayrak Radyosu’na gönderilmesiyle çalkantılı yıllar başladı… Sonrası siyasi atamayla gelip giden müdürler, kurum içinde müdür olma yarışmaları, bazen verimli bazen verimsiz sezonlar, baskılar, soruşturmalar ve işten atmalar eşliğinde bir tiyatronun gerektirdiği işleyişi oturtamadığı için devam eden yangın yılları…
Devletin ölümcül bir ilgisizliğe terk ettiği KTDT’de yangının sahneye de sıçraması… Ondan sonrası, gelip geçen hükümetlerin siyasi atamalarıyla çoğunluğu öğretmen olan müdürler ve sahnesiz geçen 20 yılda, çoğunluğu sözleşmeli statüde çalıştırılan yeni kuşak tiyatro emekçilerinin tiyatro yapmaya elverişsiz koşullarda perde açabilmek adına çırpınışları…
Günümüze geldiğimizde ise, bu genç kuşak tiyatro emekçilerinin KTDT’de yarattığı hareketlilik göz ardı edilemez. Kendi aralarında oluşturdukları Repertuvar Kurulu ile 5 oyunluk bir sezon planlaması yapmışlar ve bunun için gerekli uygulamaları başlatmışlar. Sahnesi olmayan, yasası tiyatronun gerektirdiği disiplin ve değerlerden yoksun olan tiyatro emekçileri, bütün olumsuzluklara inat, üretebilmek ve seyirciyle buluşabilmek için hazırlıklarını yapmışlar. Fakat, yine siyasi atama ile gelen Müdür Erdinç Akgür tiyatronun gerektirdiği işleyişe göre oluşturulan Repertuvar Kurulu’nu yasal olmadığı gerekçesi ile lağvetmiştir. Sahnelenmesi planlanan ilk oyun olan “Yangın Yerinde Kabare” oyunu ise, Müdür Erdinç Akgür’ün sansür girişiminden sonra, bakanlık nezdinde kurulan ve anayasaya aykırılığı tartışılan Edebi Komite’nin kararı doğrultusunda yasaklanmıştır. Bu yasaklamaya neden olarak gösterilen Edebi Komite kararının yazılı bir raporu var mı, yok mu onu bile bilmiyoruz.
Bu noktada merak ettiğim diğer dört oyuna ne olacağı? Bu oyunlar da repertuvardan çıkarıldı mı, çıkarılmadı mı? Bunu da bilmiyoruz. Bildiğimiz tek şey, genelde ifade özgürlüğüne, özelde ise sanatın özgürlüğüne yapılmış bir saldırı olan bu uygulamanın, kaçınılmaz olarak tiyatroda özerklik tartışmalarını da alevlendirmiştir olmasıdır. “Tiyatroyu tiyatrocular yönetmeli” şiarıyla dikkat çeken özerklik tartışmalarının altının biraz boş kaldığını ve doldurulması gerektiğini düşünüyorum. Bu noktada hemen belirtmeliyim ki, ödenekli tiyatrolar özerk olmalı ve her tiyatro kendi belirlediği sanat politikası doğrultusunda özgürce tiyatro yapabilmelidir. Sanat politikası ise tiyatro sanatçılarının kendi aralarından seçtikleri sanat yönetim kurulu ile oluşturulmalıdır.
Devletin görevi tiyatronun özgürce icra edilebileceği altyapıyı sağlamaktır. Devletin görevi, ödenekli tiyatroların çalışma alanını düzenleyen, çalışanların görev ve sorumluluklarını tanımlayan; demokratik, şeffaf, katılımcı ve hesap verebilir bir öz yönetime sahip olabilmeleri adına, yasa, tüzük, yönetmelik vb. gibi tüzel metinler hazırlamaktır. Bunun için Amerika’yı yeniden keşfetmeye gerek yoktur. 20. yüzyılda tiyatro yönetiminin ortak paydalarını inceleyen kuramsal ve metodolojik çalışmalar literatürdeki yerini almış, coğrafyadan coğrafyaya değişiklikler gösteren tiyatro modelleri oluşturulmuş ve tiyatro yönetimi/ işletmeciliği ayrı bir uzmanlık alanı olarak akademik alandaki yerini almıştır. Ödenekli tiyatroların bize en yakın örneği olan Avrupa’daki ulusal ve şehir tiyatroları modellerini bilimsel bir yaklaşımla incelemek ve ülkemizin özgün koşullarına göre biçimlendirmek imkansız değildir.
Bu noktada, bir kavram karmaşasına da değinmek istiyorum; adında devlet geçtiği için KTDT’yi devletin tiyatrosu sanmak büyük bir hata olur. KTDT, bir ödenekli tiyatrodur ve halkındır. Devlet tarafından görevlendirilir ama halk için tiyatro yapar, devlet için değil. Patron olduğunu iddia eden seçilmişlere de patron olmak için değil, halka hizmet etmek için seçildiklerini hatırlatmak gerekir. Bu bağlamda, KTDT derhal siyasetin ve bürokrasinin müdahale alanından çıkartılarak, hem tiyatro sanatının gerektirdiği disiplin ve değerlere hem de tiyatro kuruluşlarının ihtiyaç duyduğu işleyişe (yönetim modeline) sahip olacak şekilde özerkleştirilmelidir.
Devlet yasayı hazırlasın, kaynağı hazırlasın, sonra da tiyatrocular ne isterse yapsın gibi birşeyden bahsetmiyorum. Elbette ödenekli tiyatroların da sorumlulukları vardır. Ödenekli tiyatroların en başta gelen sorumluluklarından biri; dengeli bir repertuvar oluşturmak yani farklı türler, farklı yazarlardan oyunlar sahneleyerek bir çeşitlilik sunmaktır. Devlet elbette kendi sorumluluğu çerçevesinde tiyatro kuruluşlarının finansal yapılarının sürdürülebilir olup olmadığını, bir sezonda kaç oyun oynadığını, kaç seyirciye ulaşıldığını, ne kadar turne yapabildiğini bilmek isteyecektir. Ama sanat politikasını ya da oluşturduğu repertuvarını denetleme hakkına sahip olamaz. Bu durum tiyatronun doğasına aykırıdır.
İşte bu sebeple KTDT’deki yangın 54 yıldır devam etmekte, tiyatro siyasi ve bürokratik erkin oyuncağı haline gelip verimsizleşmektedir. Üstüne düşen hiçbir görevi yerine getirmediği halde, 5 oyunluk sezon planlaması yapan Repertuvar Kurulu’nu ortadan kaldırma hakkını kendinde görenler, KTDT’yi bir kez daha verimsizleştirmişler, içinde bulundukları bütün olumsuz koşullara rağmen inatla üretmek isteyen tiyatro emekçilerini engellemişlerdir.
Öte yandan, siyasi ve bürokratik erkin baskısının “Demokles’in kılıcı” gibi üstünde sallandığı ve geçmişinde nice baskılar, soruşturmalar, işten atmalar olan KTDT’de, çoğu sözleşmeli statüde çalışan tiyatro emekçilerinin bir kısmı resmi söylemin diliyle uyumlanan bir açıklama yaparak, yasanın değişmesini talep etmişlerdir. Ancak, sözleşmeli statüde çalışan Ali Şaşkara ve Diren Özdoğal gibi kimi emekçiler, güvenli (konforlu) bölgelerini terk ederek, kendi doğrularını dillendirmekten sakınmamış ve devletin resmi söylemiyle uyumlanmadan tiyatroda özgürlük ve özerklik talebini politik bir bilinçle dile getirmişlerdir. Onlara bu duruşları için teşekkür ederim.
Genelde ifade özgürlüğüne, özelde ise sanatın özgürlüğüne yapılan bu saldırıyı, Kıbrıslı Türkler’in yaşam tarzına ve ifade özgürlüğüne yönelik yıllardır süren sistematik müdahaleleri gözden kaçırarak, sadece tiyatro bağlamında değerlendirmek eksik kalacaktır. Zaman zaman “dışarıdan”, zaman zaman da sahibinin sesi olan işbirlikçi politikacılar aracılığıyla ve genlerinde taşıdıkları faşizan zihniyetin ortaya çıkmasıyla “içeriden” gerçekleşen bu saldırılar, bir halkın kendi kaderini belirleme hakkına yapılmış müdahalelerdir.
Hemen belirtmeliyim ki, yıllardır değişen hükümetlerde yer almalarına rağmen, tiyatroda özerklik konusunda adım atmayan, 20 yıl önce yanan sahneyi boş bir çukur halinde bırakan; ama bugün muhalefette olan partilerin tutumu ne kadar samimiyetsizse, bugün hükümette olup “maalesef”li açıklamalarla, eski siyasetin bir geleneği haline gelen “sin da gulle geçsin” politikasını benimseyen yeni siyasetçilerin bu tutumu da o kadar samimiyetsizdir.
Sonuç olarak, bir tiyatronun kendi kaderini belirleme hakkıyla bir halkın kendi kaderini belirleme hakkı arasındaki organik ilişkiyi görmezden gelirsek, ne KTDT’deki yangını ne de ülkedeki yangını söndürebiliriz. Bu noktada özgür bir seçim yaparak ve yaptığımız seçimin sorumluluğunu üstlenerek bağımsız bir varlık haline gelmek amacıyla, kendi üretim ve paylaşım modellerimizle yaşayabilecek miyiz? Yoksa yıllardır süren bu saldırlar karşısında sadece güvenli (konforlu) bölgemizde oturup şikayet ederek geçirdiğimiz yıllara yenilerini mi ekleyeceğiz?
UMUT ERSOY