Tiyatrocuların Peşinde Van, Dersim, Erzurum, Kars: Sanat Eseri Kıvamında Bir Vlog Serisi

editor
1,8K Okunma
Nadir Sönmez, Van, Dersim, Erzurum ve Kars şehirlerini ziyaret ederek “Tiyatrocuların Peşinde” isimli Youtube vlog projesi gerçekleştirecek.
Sönmez’in projeyle ilgili açıklaması şöyle:

2008-2013 yılları arasında Paris’te tiyatro okurken tüm dünyadan tiyatro ve dans üretimlerini sıcağı sıcağına takip etme fırsatı buldum. Romeo Castellucci, Krzysztof Warlikowski, Robert Wilson, Patrice Chéreau, Claude Régy, Krystian Lupa, Joel Pommerat, Christoph Marthaler, Dave St-Pierre ya da Akram Khan gösterileri izlemek benim için bir yönüyle olağandı. Bu şanslı dönemimde, sahne sanatlarına dair fikirlerimin aslında dünyadaki çok gelişmiş bir kültür-sanat ekonomisi içinde şekillendiğinin farkında değildim. İstanbul’a dönünce, bu nitelik ve ölçekteki prodüksiyonları yılda bir festivalde görmenin lüks olduğu başka bir seyir dinamiğine geçtim. İlk yıllarımda, genç tiyatrocuların alternatif sahnelerdeki oyunlarını izlerken heyecanımı korusam da, İstanbul’un genel tiyatro manzarasını kabullenmekte çok zorlandım ve buradaki üretimleri uzun süre yadırgadım. Hayattaki en büyük zevklerimden biri olan oyun izlemek, çoğunlukla sahnede bir fikir, enerji ya da üslupla karşılaşmak yerine, arkasındaki niyetleri deşifre ederken sıkıldığım ve sinirlendiğim bir iş modeliyle yüzleşmeye dönüşmüştü.

İstanbul’da seyirci olarak hayal kırıklığı yaşadığım o dönemde Balat’ta bir eşya mezatı izlerken, uzun zamandır bir “gösteri düzeneği”ne bu denli merakla bakmadığımı fark etmiştim. Sonra, Beyoğlu’ndaki bir sahaftaki kitap mezatının teatralliğine yükseldim. Mezatı yürütenin ses tonu, vücut dili, tanıdık müşterileriyle kurduğu ilişki, kitapları tanıtırken kullandığı pazarlama yöntemleri ve ilgiyi diri tutmak için mizaha başvurması bana “başarılı bir performans izleme” tatmini vermişti. Kendimi bir oyuncunun sahnede neyi iyi yapıp yapamadığıyla ya da inandırıcılığıyla ilgili bir eleştiri halinde değil, mesleki becerilerine hayranlık duyduğum bir icracının karşısında hissetmiştim. Ayrıca bazı kızışan açık arttırma anlarında kimin kazanacağıyla ilgili artan merak da atmosferi yoğunlaştırıyordu. Richard Schechner “Between Theater and Anthropology” kitabında, Amerika’da spor müsabakaları ve Japonya’da Noh Tiyatrosu izleme deneyimlerini, seyirci kitlelerinin uzmanlığı üzerinden birbirine benzetiyor. Schechner’i okurken, Beyoğlu’ndaki kitap mezatına gelen ve İstanbul’un farklı semtlerindeki sahaflarından oluşan o kitlenin spesifikliği gözümde yeniden canlandı.

Fransa’da öğrencilikten Türkiye’de profesyonelliğe geçiş aşamasında, seyretmeyle ilişkimi değiştiren şeylerden biri de İstanbul Bienali ve Bomontiada Alt’taki iş tecrübelerim oldu. Sergi rehberi ve mekan sorumlusu olarak çalıştığım bu süreçte, sanat sektörüne dahil olan tüm aktörleri “izleme” fırsatı buldum. Küratör, sanatçı, koleksiyoner, sergi kurulum çalışanları, kurum yöneticileri ve sanat izleyicileri arasındaki ilişkilere bakarken, önceleri kendimi kariyer planı yaptığım bir sektörde hissetmediğim için geride de tutabildiğimden, farkında olmadan ideal bir gözlem mesafesi tutturdum. En nazik davranışların sanatçılar karşısında sergilendiğini fark ettikçe, o muameleyi hayatım boyunca görmenin hayalini kurmadan edemedim. Sanatçılığın yapay bir benlik algısına sahip olma riskini, ilgi görme ihtiyacını ve beğenilmeye dair kırılganlığı arttırdığını teşhis edemediğim o zaman dilimi, sonraki süreçte kariyerimi çok yönlü etkiledi.

Nadir Sönmez, Songül Çakmak ile

Güncel sanata ilgim uyanınca İstanbul tiyatro sahnesinde bulamadığım entelektüel zenginliği sergilerde aramaya, dünyadaki düşünce akımlarını sanat eserleri aracılığıyla takip etmeye ve gözümü sahnedekilerin yanı sıra galeri ve müzelerdeki formlarla da beslemeye başladım. Performans sanatının bedene tanıdığı estetik olanakları ve zamanla kurduğu ilişkiyi sevdim; ama tiyatronun binlerce yıldır geliştirdiği duygu uyandırma kabiliyetine sırt çevirmesini, donanımsızlıkla değil tercihle açıklamasını yemedim. Yazdığım tiyatro oyunları, bu sektörde gözlemlediğim insanların işlerinde savundukları görüşleriyle kendi hayatlarında nasıl çeliştiklerine odaklandı. Önceleri bu kişilerin zekalarından ve teorik yetkinliklerinden çekindim. Ancak zamanla kendi tiyatro eğitimimin bana kattığı oyunculuk, metin yazma, hikaye anlatma ve dramaturji bilgisinin, sanat dünyasında nasıl işlevselleşebileceğini keşfettim. Güncel sanat önce tiyatrodan koptuğumda sığındığım bir dünya oldu, sonra da tiyatroyla bağımı daha kuvvetli kurmama vesile olacak üretim yöntemleri sundu. 

Bugünlerde, hem tiyatro dışında kalan dünyaya tiyatronun araçlarıyla bakabileceğim; hem de sanat sektöründe iş üretme yöntemlerinden faydalanabileceğim bir proje üzerinde çalışıyorum. “Tiyatrocuların Peşinde” isimli bir Youtube kanalı başlatıyorum. Van, Dersim, Erzurum ve Kars’ı ziyaret edip, bu şehirlerdeki tiyatro yaşamını merkezine alarak genişleyen videolar çekeceğim. Projenin çıkış noktası, bu şehirlerdeki tiyatro dünyası ile hâlâ yaşayan ve tiyatroyla ilişkilendirilebilecek gelenenekleri ortaya koymak. Ancak hem seyahat vloglarındaki şehir keşfi ve sürprizlere açıklık hissini yaşayabilmek, hem de tiyatronun diğer sanat disiplinleriyle ve sosyal bilimlerle ilişkisini inceleyebilmek için, sanatın ve hayatın kapsama alanına giren her şey bu videoların konusu olabilir. Gideceğim yerlerdeki ayin, ritüel ve dans çeşitlerine daha dolu gözlerle bakabilmek için Maya Deren filmleri izliyorum, Jean Rouch’un görsel antropoloji ile ilgili anlattıklarına kulak kesiliyorum ve gece kulüplerinde yaşadığım hislerin tarihsel bağlamını kuran Barbara Ehrenreich’ın “Sokaklarda Dans – Kolektif Eğlencenin bir Tarihi” kitabını okuyorum. Bu araştırma alanı, bana hem şimdiye kadar edindiğim bilgi ve tecrübelerimi kullanma fırsatı sunuyor, hem de beni yeni bir öğrenim sürecine sokuyor. 

2021 yılında, Borderline Offensive projesine davet edilince, ilk kez tiyatronun ardından sanat sektörü kapsamında da sanatçı diye anılacağım bir profesyonel düzleme geçtim. Fonların elde edilmesinden sonra sanatçının üretim aşamasında kazandığı otonomiye bayıldım. Bu özgürlük sayesinde, dünyada görsel içerik üretiminin teknolojik kıstaslarının çıtası sürekli yükselirken; ben Sony DSC-HX350 marka bir kamera kullanarak ve ses kaydını Boya BY-M1 mikrofon ile alarak, yazdığım kısa tiyatro oyunu “Yeni Çıkanlar”ı videoya uyarladım ve “sanat eseri” diye nitelenecek bir iş ortaya koydum. Önce eğitimini almadığım bir alanda söz sahibi olmaya yabancılaştım. Sonra insanların en çok etkilendikleri şeyin metinlerim olduğunu fark ettikçe, mecrayı onları duyurmaya bir araç gibi görmeye başladım. Yaptığım işler kendi gözümde de meşrulaştı. Yazarlığıma yaslanarak, amatörlüğü bir “görsel dile” dönüştürme cesareti buldum. 

2022 yazında Ordu’da yağlı güreşlere denk geldim ve kendi zevkim için aldığım görüntüleri sonrasında “Peki” oyunumdaki bir çağdaş sanatçı karakterin eserine dönüştürdüm. “Diyarbakır.Turizm.Romantizm.Aktivizm” projesini hazırlarken şehri ve ilçelerini turist gibi gezerek görüntüledim ve çektiklerimi yazdığım metinlerle flörtleşecek şekilde kurguladım. Ortaya çıkan sonuca “essay film” yakıştırması yapılınca referanslarıyla beslenebileceğim bir türden haberdar olduğuma sevindim. Her iki oyun da seyirci karşısına tiyatro düzeneği içinde çıktı, öte yandan onlara bir video art sergisi gezme hissiyatı da yaşattı. 

Tiyatro oyunum “Ama”nın Barış Özbiçer’in görüntü yönetmenliğiyle çektiğimiz film uyarlaması Mubi’de gösterime girince de, artık kamera ile çalışırken “ben bu işin ehli miyim?” tedirginliği “ben bu işi nasıl yapmak istiyorum” sorusuna dönüştü. Jonas Mekas’ın Screening Room’daki söyleşisinde, genç sinemacılara tavsiyesini duymak da geçtiğim sürecin sorgulamalarını doğruladı. Mekas, sinemanın ne kadar geniş bir dünya olduğunu hatırlatıp, hangi türde sinema yapmak isteniyorsa onun ihtiyaçları doğrultusunda kendini geliştirmenin öneminden bahsediyor. O halde ben profesyonelliğin kurumlarca denetlenmediği vlog formatına sanatsal bir mertebe kazandırabilirim.

Nadir Sönmez, Cem Düzova ile

“Tiyatrocuların Peşinde” için, şimdiye kadarki tüm video işlerimde kullandığım ve zoom’uyla her yere girebildiğim Sony DSC-HX350 kameram yine yanımda. Öte yandan, hem Youtube’a uyumlanmak hem de kamera kullanımında kendimi geliştirmek için bir Fujifilm X-S10 edindim. Konuşmayı kabul eden kişilerin seslerini de eğer vaziyet spontanlık icap ettirmiyorsa Godox WMicS2 mikrofonlarla kaydedeceğim. Yeni kameramın video dosya büyüklüklerine bilgisayarım hazır değil, bu sorunun çözümü için de kervanın yolda düzülmesi prensibine başvuracağım. Kendi görüntümü ve yorumlarımı da çekeceğim videolara dahil edeceğimden henüz emin değilim. Ancak bu yönde karar verirsem, Eugenio Barba’nın “Tiyatro Antropolojisi” videolarında kırmızı fon önünde konuşurkenki bilgeliğinden ilham alacağım ve ben bebekken çekilen TRT belgesel serisi “Yörelerimiz, Türkülerimiz” sunucusu Atilla İçli’nin beyefendiliğini günümüze uyarlayacağım.

“Tiyatrocuların Peşinde” için hayatımda ilk kez gideceğim dört şehirde projeye danışmanlık verecek değerli akademisyen ve yazarlarla sohbetlerimiz ve çalışmalarımız başladı. Van’da Cem Düzova, Dersim’de Duygu Çelik, Erzurum’da Elif Candan ve Kars’ta Emre Yalçın’ın bilgileri, tecrübeleri ve çevreleri sayesinde bu şehirlerdeki tiyatro ve sanat dünyasına erişebileceğim. Müzikleriyle önceki video işlerimin ruhunu güçlendiren Mert Kocadayı da çekeceğim görüntülere besteleriyle eşlik edecek. 

Bu yazı vesilesiyle “Tiyatrocuların Peşinde” projesinden haberdar olacak, önerileriyle bu şehirlerle kuracağım bağa katkı sağlayacak ya da videolarda yer almak isteyecek herkesle yazışmayı ya da konuşmayı heyecanla bekliyorum. 

Van’dan sevgiler,

İmza: Dengbej Nado

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku