“Hadi bir şeyler içmeye gidelim! Burada ne yapıyoruz ki zaten. Bir kadeh.
Eğer bir daha görüşmek istemezsen, görüşmeyiz.”

Astrofizik, kuantum fiziği, parçacıklar alemi ve daha fazlası… “Yüksek fiziğin bu kadar sıcak, anlaşılır ve duygu yüklü olabileceğini kim tahmin ederdi?” diye yazmış New York Times. Seçimleri, her seçimin yarattığı evrenleri, alınan ve alınmayan kararların sonuçlarını tiyatro sahnesinde göstermek o kadar kolay değil çünkü. Hem “paralel evrenler” meselesini tartışmak, hem de bunu bizzat sahnede göstermek 70 dakikalık bir tiyatro oyununda başka nasıl mümkün olabilirdi ki?

Nick Payne’in yazdığı “Takımyıldızları”nı Kemal Kayaoğlu çevirmiş, Özge Erdem yönetiyor. Sahnede de bu iki isim var. “Takımyıldızları”, birlikte yeni ve özgün metinlere odaklanan tiyatro topluluğu “KAOS”u kurmalarına da vesile olmuş. Oyunun dramaturjisi Aslı Ceren Bozatlı’ya, sahne ve kostüm tasarımı Sıla Karakaya’ya, ses tasarımı Utkan Akçay’a, ışık tasarımı Kemal Yiğitcan’a ait.

Yağmur nedeniyle işlerin yolunda gitmediği bir mangal partisinde tanışan iki kişinin gönül ilişkisi paralel evrenlerdeki farklı olasılıklarla anlatılıyor. Mary üniversitede çalışan bir fizikçi, Roland ise vaktiyle apartman çatısına koyduğu tek kovan ile işe başlamış bir arıcı. Bu ikili arasındaki ilişki farklı evrenlerde sayısız karar ve seçim üretiyor. Aldatmadan tümörlere, yeniden yüzleşmelerden arayışlara bir sürü tema var ortada.

“UMUT GİBİ HİSSİ BİR KAVRAMIN MATEMATİK DEĞERİ”

Özge Erdem, “anın sonsuz olasılığı fikrinin umut kavramıyla paralellik taşıdığını” söylemiş bir röportajında: “Umut gibi hissi bir kavramın, matematiksel değerine heyecanlanıyorum tabii. Bu sebeple ‘Bir dakika daha bitmedi’ ya da ‘Şu şekilde de olur muydu?’ gibi içsel hesaplaşmalara, kesişmelere denk düşebilir.”

“Takımyıldızları”, iki insanın tanışıp aşık olduğu doğrusal bir hikaye olmadığı için takibi başlarda biraz zor olabilir. Önceden oyunla ilgili bir şeyler okumayan ya da meseleye uzak izleyici için başlarda epey kafa karıştırıcı. İyi haber, bu yazıyı okuyorsanız zaten o risk kalmamış demektir!

Karakterlerden biri fizikçi olduğu ve oyunun başlarında “çoklu evrenler” meselesini bir arıcının anlayabileceği basitlikte anlattığı için epey fikir sahibi oluyoruz elbette. Aynı repliklerin, aynı sahnelerin tekrar etmesi böylece anlaşılır oluyor. Oyun, daha ilk dakikalardan çok iyi sorular soruyor, çok sağlam açmazlar koyuyor ortaya. Kaçırmamak için paralel evren geçişlerini kaçırmamak önemli. Bazen ışık değişimleri çok yardımcı oluyor, bazen oyuncular ani ses ve ton değişiklikleri ile apaçık işaret veriyor. İlk anda anlamadığınız yerlerde de fark etmek çok uzun sürmüyor. Bir süre sonra “Şimdi bu hangi versiyondu?” diye sorduğunuz bir bulmacanın içinde buluyoruz kendinizi.

SAHNE AYNI ROLLER BAŞKA!

Biraz zor ama eğlenceli bir bulmaca bu. Aynı sahne farklı evrenlerde defalarca ve peşpeşe izlendikçe “sonsuz seçenekler” fikri daha belirginleşiyor. Mary bazen çok sakin oluyor, bazen öfkeli ve gergin. Roland bir bakıyorsunuz çok ilgili, bir bakıyorsunuz buzdan duvar. Gitgeller ve devam sahneleri ile örümcek ağı gibi bir örüntü oluşuyor.

Çoklu evrenler dünyasında hepsi illaki büyük farklar taşıyacak diye bir kural yok, bazen tam tersi davranışlar izliyoruz, bazen neredeyse aynı tercihler. Bu, kafaları iyice karıştırıyor. Yanlış anlaşılmasın “karışıklık” sözcüğü, burada tıpkı topluluğun adı “Kaos”ta olduğu gibi olumlu manada kullanılmıştır. Gerçi bir ucu da metnin zayıflığına işaret ediyor bu durumun. Çoklu evrenler üzerine bir girizgah yapıyor yapmasına ama “zaman” ve “çoklu evrenler” üzerine edindiği bu bilgiyle ne yapacağına dair bir yönlendirmesi yok. Asıl söz evrenler arası boşlukta asılı kalıyor gibi, yine de isteyen izleyici istediği sonuca varmakta özgür. Bizi belirleyen seçimlerimiz mi, kader mi? Her seçimimiz başka bir hayat çizgisi oluşturacaksa kader nerede? Ya da eğer sonsuz seçenek varsa bir seçimden söz edebilir miyiz? Malum çoklu evrenler arasındayız, soru da çok, seçenek de!

Oyunda, tümör nedeniyle Mary’nin konuşmakta zorlandığı, hatta tamamen unuttuğu bölümler özellikle çarpıcı. Hastalık ve ölüm teması çoklu evrenler ve “zaman” kavramını anlama çabasıyla debelenen seyirciyi iyice strese sokuyor. Tüm bu karmaşa üzerine bir de “ölüm”ü anlamaya çalışmak hiç kolay değil.

AŞK DA BİRAZ ÇOKLU EVREN DEĞİL MİDİR?

Sahnede tek kişiyi, farklı versiyonlarıyla, üstelik peşpeşe canlandıran oyuncular müthiş bir iş başarıyor. Karakterlerin her bir olasılıkta farklı bir şekilde davranması, oyuncuların büyük bir esneklik ve duygu yoğunluğu ile hızlı bir performans sergilemelerini gerektiriyor. Flörtöz ve eğlenceli iken birden öfkeli ya da depresif bir duruma geçilebiliyor.

Sahne tasarımındaki 6 yuvarlak obje, sırt sırta duran altıgen iki şeffaf sehpa oldukça işlevsel kullanılıyor, hikayenin akışını destekleyen ışık kullanımı da başarılı. Zaman ve mekanın değişkenliğini ve ne kadar göreceli olduğunu anımsatan tasarım, minimalist ve çağdaş görünümüyle “zamansızlık” duygusunu güçlendiriyor. Işık, “evren geçişlerini vurgulamak” üzere biraz daha etkin kullanılabilir miydi, yoksa bu keskin yönlendirme izleyicinin seyir ve bulmaca keyfini azaltır mıydı, izleyenler karar versin.

Her şeye rağmen romantik bir oyun “Takımyıldızları”. Aşkın kendisi de biraz çoklu evrenler gibi davranmaz mı zaten? Yine de, evrenler çoklu bile olsa, her evrendeki versiyonumuzun, yani bizim fırsatımız sadece bir tane. Mesele işte bu “biricik” hayatı nasıl yaşayacağımızı keşfetmekte.

MUSTAFA KARA

* “Takımyıldızları”, 9 Ocak’ta DasDas’ta ve 3, 17, 31 Ocak’ta Beyoğlu, Minoa Pera’da izlenebilir. Oyun, sezon boyu bu iki sahnede olmaya devam edecek.

“TAKIMYILDIZLARI”

Yazar: Nick Payne

Çevirmen: Kemal Kayaoğlu

Yönetmen: Özge Erdem

Yardımcı Yönetmen / Dramaturg: Aslı Ceren Bozatlı

Sahne ve Kostüm Tasarım: Sıla Karakaya

Işık Tasarım: Kemal Yiğitcan

Ses Tasarım: Utkan Akçay

Afiş Tasarım: Saydan Çelik

Fotoğraf: Murat Dürüm

Prova Mekan Sponsoru: İstanbul Drama Sanat Akademisi

Oyuncular: Özge Erdem, Kemal Kayaoğlu

Yapım: KAOS