Süreyya Karacabey’den 14 Şubat Bildirisi

editor
3,5K Okunma

Süreyya Karacabey’in “sevgililer günü” ile ilgili bildirisini “sevgili okurlarımızla” paylaşıyoruz:

“Sürdürülebilir çaresizliklere ilişki diyenler, bu adam, bu kadın hayatımda olmazsa ölürüm diyenler, takılıyoruz işte abi, hayat tek başına katlanılamayacak kadar ağır diyenler ve hayatının odağına uygun birini bulmayı koyduğu için, bulamadığı sürece mutsuz olduğunu düşünenler, buna evet dedim ama daha iyi bir fırsatı kaçırıyor muyum diye etrafı kolaçan edenler ve sayamadığım ötekiler.

Herkes aşkı arıyor ve mesele, zor bulunan bu mücevherin karşınıza çıkma olasılığındaki düşüklükmüş gibi algılanıyor. Sanki onu bulunca bütün dertler sona erecek; onu bulsak içimizdeki boşluk dolacak.

Aşkı bulmak değil ki mesele, mesele bencilliğimize kapanmışlığımız yüzünden onu bir türlü elimizde tutamamamız; çünkü birini sevmek, “insanın kendinden sıyrılma mucizesidir”, sevginin turnusol kağıdı sadece budur, başkasını en az kendimiz kadar sevebilmemiz, en az kendimiz kadar düşünmemiz, farklılığı uzaklık olarak değil de bizi geliştirebilecek zenginlik olarak görmemiz.

İnsan karmaşıktır, kişisel tarihinin onda bıraktığı izler, yaşadıklarından kalmış korkuları, yığınlarca ıvırı zıvırı ve arızası vardır, benim gibi senin gibi. Herkesin öğrenilmesi gereken bir kelime repertuarı, sökülmesi gereken bir beden dili vardır, eziyetli iştir aslında birini sevmek. Sorumluluk ister, birine elinizi uzattığınızda yazılı olmayan bir protokole imza atmışsınızdır demektir, bir söz vermişsiniz demektir ve tek taraflı feshedemeyeceğiniz bir anlaşmaya girmişsiniz demektir.

Tabii insanları ve duygularını ciddiye alan bir cinstenseniz, -arkadaşa baktım gideceğim cinsinden olanlara zaten söylenebilecek bir şey yok, onlar takılsınlar işte, sık sevgili yapsınlar, yaşasınlar- ama sevmeyi önemseyen biriyseniz karşınızdakine bir sorumluluğunuz vardır demektir.

Bulunmayan ya da az bulunan aşk değil sevgililer günü-zedeleri, bulunmayan, sevme cesaretidir çünkü birini sevmek doğası gereği bir kahramanca ruh gereksinir, korkakların -haklı olarak- kaçması bundandır. Herkes öncelikle sevilmek ister, birinin hayatındaki en özel insan olmayı ama galiba hemen herkes öncelikle sevilmek istediği için bu kadar çetrefildir bu işler.

Kim daha fazla sever sorusu, daha ne kadar sürer, sevildiğim kadar seviliyor muyum yoksa sakata mı geldim biçiminde çoğaltılabilecek bütün sorular aslında sevgiyle falan değil hesapçı ruhunuzla ilgilidir. Eee hesabın olduğu yerde sevgi küserek kendi içine çekilir.

Eğer izdivaç için münasip bir hanım/bey aramıyorsanız, aradığınız sadece koşulsuz bir aşksa, nereden bilinsin sayın aşık adayı duyguların karmaşık süresi, yaşayıp ve tadını çıkarmanız gerekirken, önünüze hayat denen feci sıkıcı koridorda güzel bir hediye paketi sunulmuşken, parçalayarak açıp paketi, son kullanma tarihine bakıp bağırmanızın beyhudeliğini size nasıl anlatmalı.

Şaka değil, insan gibi yaşamanın ölçüsü nasıl cesaretse, insan gibi bir aşkın tek ölçüsü de cesarettir; okuyanlar hatırlar, Nazım Hikmet’in Ferhad ile Şirin adlı oyununda Şirin’i iyileştirmek için gelen adam, Mehmene Banu’yu gizlice seven Vezir’e mealen şöyle bir şey söyler: “Sen korkaklar gibi seviyorsun Vezir, sadece kendin için seviyorsun”; doğrudur, çoğunluk sadece kendi için sever, bu yüzden aşk çabuk kaybolan bir düş haline gelir.

Bir de herkes elbette kendi meşrebince sever, kimse karakter değiştirmez birine aşık oldu diye, sadece geçici bir an iyilik damarı tutar, başkası için endişelenir ama sonra bu da geçer, kalıcı olan tek şey bizdeki sürekliliktir ve aşkı yanımızda barındırma yetimiz, kendimize içkin olan sürekliliklere bağlıdır.

Zor iştir anlayacağınız, insanın rahatını bozar, kendiniz dışındaki birine karşı sorumluluk duymanızı bekler, öyle canınız sıkılınca kaçıyorsanız hemen olay yerinden ağlayarak, sakın aşka laf söylemeyin. Bilin ki siz de sevme kabiliyeti sınırlıdır ve bu gerçekle çabuk yüzleşin ki başkalarının canını yakmayın. Dolayısıyla çok bulunmasa da aslında az bulunan aşk falan değildir, onu taşıyacak yürek ve sağlamlıktır.

Bir anda aşk geçip gider, hızlı duygular kökleri beslemez, yandan dalları geliştirir ama kökü besleyen emektir, ne kadar klişe olursa olsun öyledir. Şimdi gidin, düşünün sizde sevmeye dayanacak yürek var mı diye, yoksa ne kendiniz üzülün ne de başkasını üzün, emin olun bu bir nasip meselesidir.

Yoksa kendinize karşı çok acımasız, çok eleştirel olmanızı gerektirir, bir de sevme kararlılığınız olmalı tabii, öğrenebilmek için. Hiçbir şeyin doğuştan gelmediğini bilelim, annelik, babalık, arkadaşlık, sevgililik hepsi öğrenilmelidir, doğasına uymakla yetinenler de meşkle yetinsinler.

Sevgilinize vermekten vazgeçtiğiniz hediyeleri, bana gönderebilirsiniz.”

SÜREYYA KARACABEY

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku