Her tiyatro oyunu seyircisini yaşadığı gerçeklikten koparıp, kurmacanın dünyasına davet eder. Bazı oyunlar seyircisini öyle kucaklar ki, zamanın ruhunu sahnede yaratılmış gerçeklik içinde bulur… Her oyun başlangıcında, kafamdaki tüm önyargıları ortadan kaldırıp sahnede olana odaklanmak isterim, fakat bunda ne kadar başarılı olduğum tartışmalıdır, çünkü oluşmuş önyargıları yıkmak ya da silmek o kadar kolay değildir…
İşkenceyi yaşamış bir birey, bir işkence sahnesiyle karşılaştığında geçmişine doğru yolculuğa çıkar ve kalbi sıkışır, nefesi düzensizleşir, çünkü geçmişi anımsatan her olay bir anlamda kişinin kendisiyle yüzleşmesidir… Her oyun bir anlamda yüzleşmek değil midir zaten? İnsanlık tarihinin birikiminin bugüne yansıması, yüzleşmelerin izdüşümüdür… Tiyatro biraz da bunun için vardır.
Öncelikle dekordan başlayalım, demir parmakların hakim olduğu bir arka plan ve yanlardan yukarıya doğru genişleyen zemin bir platformun üzerinde durmaktadır. Sahnenin arka tarafında demir bir kapı. Önde seyirci ile demir parmaklıklar arasında oyuncular platformun üzerindedir, bu sayede hücrenin zemini sahnenin zemininden ayrılmıştır. Seyirci parmaklıklar arasında olanı izlemez, hücrenin penceresinden sahneyi görmektedir!
Gizemli, kulakları okşayan bir müzik usul usul çalmaktadır. Müzik oyunun başlama işaretini veren demir kapının yumruklanmasına uyumlanırken oyuncular karmaşa, telaş, belirsizlik içinde sahneye çıkıyorlar…Bir hücrede dokuz insan… Bir valinin emri üzerine tesadüfi olarak seçilmiş dokuz insan bir hücrede kaderleri ile baş başadır… Birbiri ile ilişkisi olmayan suçsuz insanlar. Her biri aniden alındıkları için yakınlarının haberi yoktur, her biri endişe içindedir, ne olup bittiğini anlamaya çalışmaktadırlar… Masumiyetleri ayan beyan ortadadır.
Şehrin valisine bir suikast düzenlenmiş ancak başarılı olamamıştır. Suikast girişiminde bulunan kişi yakalanmış, suçunu itiraf etmiş, ama kimlerle işbirliği yaptığını, kendisine yardım edenleri açıklamamıştır. Her türlü işkenceden geçmesine rağmen direnmiş, susmuştur… Vali, bu direnişi kırmak için dokuz masum insanla zanlıyı aynı hücreye koyarak zanlının sakladıklarını öğrenmek istemektedir. Kısaca, ilgisiz insanları bir suça ortak etmektedir. Suçsuz insanların özgürlüğü zanlının sakladıklarını açıklamasına bağlıdır artık, suikastin işbirlikçileri, azmettiricileri ortaya çıkana kadar bu hapishanede kalacaklardır.
Suçlu, suçsuz, aynı hücrede aynı kaderin kurbanı olmuşlardır. Bireysel tercihler suçsuz bir insanı suça ortak edecek midir? İşkence bir insanlık suçu olduğuna göre, suçsuz ve hiçbir şeyden haberi olmayan insanlar işkenceci ile aynı pozisyona gelerek suça sürüklenecekler midir? Suçsuz insanlara bir karar vermeye zorlamaktadır. Bu yöntem daha önce okullarda uygulanmıştır, başarılı da olmuştur, kendi arkadaşları, kendi arkadaşlarının işkencecisi olmuştur, linç etmiş ve suçu birinin üzerine yıkarak o hücreden çıkmıştır.
Vicdan ve onur arasına sıkıştırılmış insanlardan sorunu çözmesi beklenmektedir… Suçlu itirafa nasıl ikna edilir? Oyunun ilk bölümü bu soruya verilen yanıttır.
Suçlunun ismi Sason’dur (Eren Pekgöz). İşkenceden yeni çıkmış, yaralı halde bir askerin kollarında suçsuzların bulunduğu hücreye getirilmiştir. Eren Pekgöz rolünde o kadar başarılıdır ki, seyirci ister istemez gerilmektedir… Tonlama ve mimiklerinde kusursuzdur ve rolün içinde yaşıyor gibidir… Ser veren ama sır vermeyen bilinçli bir direnişin içindedir… Karşısındakilerin her türlü tacizine, saldırısına karşı direnmektedir… Sason insanlık onuru için, dünya görüşü için ve arkadaşlarına ihanet etmemek için direnmektedir. Artık tek çözüm yolu vardır O’nun için: Ölüm!
“Hiç bir yaşam başka yaşamla ölçülemez”
Sertel Uğur konsolos rolünü canlandırmaktadır, sakin, bilgin, tecrübesi ile soğukkanlıdır… O, bir anlamda vicdanın sesidir, öte yandan her şeye şüphe ile akıp, karar verme sürecinde kararsız kalmaktadır… Sason’nun yanındadır, fakat açıktan tavır alamamaktadır.
Öğrenci (Berk Yaparel) okulda yaşadıklarından dolayı daha tecrübelidir… Mazlumun ve ezilenin yanındadır… O da Sason’un yanındadır… Hücrede işler çok karıştığında suçluyu korumak için nöbet fikrini geliştirir. İşler kötüye gittiğinde ise, cebinde taşıdığı zehri sunar Sason’a. Ancak Sason bunu bir korkaklık ve zayıflık olarak algılar ve ret eder…
Doktor (Mustafa Çirkin) ettiği Hipokrat yeminine sadıktır, bir yaralının kim olduğuna bakmaksızın tedavi edilmesini savunur. Vicdanını sistemin istemlerine satmamış bir hekimdir, meslek etiğini savunmaktadır… Özellikle tonlamarındaki başarıyla dikkat çeken Mustafa Çirkin, Doktor’un Sason ile yüzleşme sahnesinde geçirdiği sinir krizini ve ruh halini çok iyi yansıtıyor.
Oyunda en çok dikkati çeken isimlerden biri Mühendis rolündeki Can Şıkyıldız. Mühendisr, mesleki refleksleriyle bir an önce sorunun çözümü tarafındadır ve siyah ve beyaz gibi net çizgiler ile olaya bakmaktadır. Analitik çözümün keskin çizgilerini kuşanmıştır ve analitik çözümün acımasız alanından bakmaktadır sürece. Bir anlamda, sıkılan yumruğun sesidir.
Kamyon Şoförü (Burak Çevik) ise, yumruğun kendisidir. Açtır, yükünü dahi boşaltamadan onu buraya getirmişlerdir. Kaba güçle sorunu çözme taraftarıdır… İlk bölümde bir anlamda işkencecidir… Sorunlar üzerine felsefi düşünecek konumda değildir, o bir an önce kamyonuna kavuşup yükünü boşaltmanın derdindedir.
Köylü rolünde Mert Asker traji komik bir karakteri canlandırmaktadır. Pek çok şey denemiş ama hep başarısız olmuş bir köylüdür… O da sürecin bir an önce sonlanması tarafındadır. Fakat hücrede yer alan diğer insanlar karşısında ezik konumdadır ve pek ciddiye alınmaz, sürekli susturulur… Suçu üstüne almayı bile kabul eder. Köylü olduğu için diğerlerine göre eğitimi daha düşüktür, her toplumda olduğu gibi düşük eğitimli biri suçu işlemesi yadırganacak bir şey değildir. Genelde, suçu kaderin bir çizgisi gibi sorgulamadan kabul eden “öteki” kabul edilenlerin üstüne atılmaz mı?
İlk bölüm “bir cinayet” ile sonlanır ve suçsuz insanlar valinin arzusunu yerine getirdikleri için özgür kalırlar…
İkinci bölüm, dört yıl sonrasını anlatmaktadır. Bir darbe yapılmış ve koltuğundan indirilen vali vurularak öldürülmüştür… Benzer bir tutuklama olur, tıpkı dört yıl öncesi gibi suçsuzlar bir hücreye konulur. Ama bir kişi eksiktir; parmaklarını kesen matbaacı yoktur, çünkü intihar etmiştir.
Darbeciler bu defa da aynı insanları aynı hücreye koyarlar ve işlenen cinayetin suçlusu bulunmasını isterler. Bulunan suçlunun tek cezası vardır: Ölüm!
İlk bölümdeki kadar keskin tartışmalar yoktur ikinci bölümde, felsefi çözümlerin yerini doğrudan bir arayış almıştır… Bu bölümde öğrenci okulu bitirmiş ve hakim olmuştur. Darbeyle iktidar ele geçirildikten sonra yeniden getirildiği hücrede yaşadıklarını sorgulamaktadır, başka bir anlamda geçmiş ile yüzleşmektedir… Yıllarca birikmiş bir vicdani hesaplaşma içinde olmak mı, yoksa gerçekten içlerinde katili mi bulmak istemektedir?
Oyun biter… Katil kendisini vurmuştur… Gerçekten katil o mudur?
Oyuncular karakterlerini sahici bir şekilde ve jest, mimik ve tonlamaları kadar bedensel maharetleriyle de canlandırırken, dekor, müzik, efektler, ışık ve kostümler bir bütün olarak oyunu başarıya taşıyor. Oyunun hemen her sahnesinde dramaturjinin (Selen Korad Birkiye) katkısı ve metnin seyirciye başarıyla geçişindeki başarılı dokunuşları hissediliyor… Yönetmen (Özgür Yalım), metnin ruhunu çok iyi yansıtıyor ve çok başarılı bir ekip kurarak yarattığı özgün dünyada seyir zevki yüksek, tarihsel/toplumsal sorgulamalara ve bireysel analizlere ustaca yer açan bir oyuna imza atıyor.
Bana göre, “Suçsuzlar Çağı Suçlular Çağı”, İstanbul Devlet Tiyatrosu’nun bu sezon sahneye koyduğu en başarılı oyun…
İSMAİL CEM ÖZKAN
Suçsuzlar Çağı Suçlular Çağı
Yazan: Siegfried Lenz
Çeviren: Sezer Duru
Yöneten: ÖzgürYalım
Yönetmen Yardımcısı: Sertel Uğur
Dramaturg: SelenKorad Birkiye
Dekor&Kostüm Tasarımı: Nalan Alaylı
IşıkTasarımı: İ. Önder Arık
Müzik: Zafer Aracagök
Asistan: Sencer Çanakçıoğlu, Şeyda Arslanalp
Oyuncular:
Konsolos: Sertel Uğur
Köylü: Mert Asker
Mühendis: Can Şıkyıldız
Bankacı: Berk Sezenler
Otelci: Aydın Sezgin
Kamyon Şoförü: Burak Çevik
Basımevci: Yiğithan Zirek
Sason: Eren Pekgöz
Öğrenci/Hakim: Berk Yaparel
Doktor: Mustafa Çirkin
Binbaşı: Sefa Çelenk
Nöbetçi: Yunus Uğurlu
Yüzbaşı: İbrahim Cem Tek
Haberci: Sencer Çanakçıoğlu
Sahne Amiri: Cengiz Aydoğan
Kondüvit: Seyfettin Akcan
Işık Kumanda: Sercan Sayın
Dekor Sorumlusu: Hüseyin Tekcan
Aksesuar Sorumlusu: Barış Akbaş
Erkek Terzi: Ramazan Çakır
Perukacı: Zeynep Bolkısık Bağ