Günümüzde, İstanbul’daki özel tiyatroların seyirci kapasiteleri ve bilet fiyatları arasındaki büyük farklar, tiyatro dünyasında ciddi bir rekabet eşitsizliği yaratıyor ve “sınıfsal ayrışmayı” pekiştiriyor. Zorlu PSM Turkcell Sahnesi gibi büyük kapasiteli sahneler, geniş kitlelere hitap eden ticari yapımlarla pazarın büyük kısmını domine ederken, küçük ve orta ölçekli sahneler sınırlı izleyici kapasitesiyle ayakta kalmaya çalışıyor. Büyük prodüksiyonlara ev sahipliği yapan sahnelerin yüksek bilet fiyatları, sanatı belirli bir gelir grubunun tüketimine sunarken, küçük tiyatroların daha düşük bütçeli yapımları sınırlı bir kitleye hitap ediyor. Bu durum, orta sınıfın hızla eridiği ekonomik kriz koşullarında, tiyatroya erişimi daha çok “üst sınıflarla” sınırlıyor ve “alt sınıfların” tiyatroya, hatta sanata ulaşımını zorlaştırıyor.
Pierre Bourdieu‘ nun da aralarında bulunduğu çok sayıda sosyal bilimcinin ‘’sosyal sermaye’’ ismi ile kavramsallaştırdıkları araştırma alanından seslenmek istiyorum sizlere. Çünkü “sosyal sermaye’’ kavramının ana fikri, sosyal iletişim ağlarının toplumsal yaşamın sağlıklı bir şekilde devam etmesindeki hayati rolüdür. İçinde bulunduğumuz toplumsal çürümenin ne noktaya geldiği, adında ‘’kültür’’ kelimesini barındıran ‘’kültür-sanat’’ kurumlarının alması gereken sorumluluğun da altını ayrıca çizmek istiyorum. İletişim ağlarının bir toplumda sağlıklı ve verimli çalışması, toplumun sağlıklı bir şekilde devamının şartı olarak görülmekte ve sosyal sermaye tartışmalarının ana eksenini/kaygısını oluşturmaktadır. Zira, ancak sağlıklı iletişim ağlarına sahip olan toplumlarda, bütünlük ve güven gibi toplumsal açıdan önemli kavramlar yaşamsal etkinlik kazanır. Nedir peki bu ‘’’sosyallik’’? Elbette elimizde tuttuğumuz telefonlardan ve sosyal medyadan çok daha fazlası. Örneğin, “tiyatro”, yüz yüze insan ilişkilerinin pekiştirilip, üzerine konuşulacak ortak konuların oluşması gibi kültürel etkileşimin can damarı olan mekanların en önemlilerinden biridir.
Gelelim “sermaye” kısmına… Asıl mesele tam olarak burada başlıyor. “Sosyal sermaye” fikri Avrupa’da uzun zamandan bu yana, temelde toplumsal birlikteliği sağlamak, özelde ise iktisadi gelişmeyi sağlamak adına konu edinilegelmiştir. Buradaki ana fikir, sosyal bağlantıların “kârlı” olabileceği ve sosyal ilişkilere bu amaçla yatırım yapılabileceği fikridir. Buraya kadar sorun yok gibi değil mi?
Var efendim! Sorun tam olarak burada! Herhangi bir tiyatronun, bu enflasyonist koşullarda hayatta kalması başlı başına bir dert. Elektrik faturaları başta olmak üzere, masrafı bitmez bir tiyatronun. İki buçuk yıl önce, elektriğe yapılan fahiş zamları protesto ederek elektrik faturalarını ödemeyi reddeden Moda Sahnesi epey bir ses yükseltmişti bu konuda. Aylarca direnen ve hatta elektrikleri kesildikten sonra oyunlarını seyircilerinin ışıldak ve fenerleriyle sahnelemeye devam eden Moda Sahnesi’nin direnişi sürerken, sanki diğer tiyatrolar aynı konudan mağdur değilmiş gibi başlarını kuma gömmüş, bir kaç tiyatro dışında, tiyatro camiası ve tiyatro örgütleri suspus olmuştu. Yine aynı süreçte, başını kuma gömenlerden Tiyatro Kooperatifi, o günlerde Moda Sahnesi’nin elektriğini kesen EnerjiSA ile daha sonra kolkola girip ülkenin ekonomik verimliliğinin arttırmaya ve “daha iyi bir gelecek” kurgulamaya soyunmuştu. Sabancı Holding tiyatroya destek verir de, diğer sermaye grupları durur mu efendim? Zorlu Holding, kendisi başlı başına bir kapitalizm devi olmasına rağmen, inşa ettiği devasa sahnesinde Turkcell ile işbirliğine gitmiş durumda. Maximum Uniq sahnesi, BKM tarafında işletilen ve adından da anlaşılacağı üzere İş Bankası tarafından kurulmuş bir sahne. Neden bu sahnelerden örnek verdiğimi birazdan daha detaylı anlatacağım.
“Elbette yeterli devlet desteği göremeyen özel tiyatrolar sponsorlar bulmak, işbirlikleri ile hayatta kalmak zorunda” diyebilirsiniz. Fakat işin iç yüzü pek öyle değil. Tanıdık, eş dost ilişkilerini de geçelim; kâr maximizasyonu ilkesiyle işleyen bu sermaye grupları, holdingler, sanat aşkları için değil, elbette kendi çıkarları için giriyor kültür-sanat alanına. Bu koskoca şirketlerin zaten reklâma ihtiyaçları yok, o yüzden isimlerini vermekten de çekinmiyorum. Eskiden olduğu gibi sanatı ve sanatçıyı himaye etmek onlar için prestij kaynağı da değil artık. Öyle olsa, göz göre göre bir tiyatronun elektriğini kesmezlerdi!
Peki bu şirketlerin çıkarı nedir? Sanata ayırdıkları bütçelerden nasıl bir geri dönüş alıyorlar acaba? Kamu hizmeti yapmadıklarını sahnelerin bilet fiyatlarına bakarak anlamak hiç zor değil. Bugün, 3.500 TL’ye satılan tiyatro bileti var. Ve ne hikmetse bu en pahalı biletler satışa çıktığı anda tükeniyor. Denetim? Bilmiyoruz. Sosyolog Samuel Coleman’ın düşüncesinde, sosyal sermaye, bireysel olanla kolektif olan arasına köprü kurmaya yarayan, herkesin yararlanabileceği tehlikesiz, tarafsız ve mükemmel bir kamusal mal olarak karşımıza çıkar. Peki, 3.500 TL olan biletleri alan seyirciye ‘’kamu’’ diyebilir miyiz? Hangi sınıfa ait, hangi meslek grubundan bir seyirci profili var karşımızda? Bu pahallı biletleri satışa çıktığı an tüketen “belirli bir zümrenin” doldurduğu sahnelerin seyirci kapasiteleri ise şöyle:
Zorlu Turkcell Sahnesi- 2190 kişi
Maximum Uniq – 1156 kişi
DasDas – 870 kişi
BKM – 700 kişi
Moi Sahne – 700 kişi
Zorlu Platinum Sahnesi – 690 kişi
Ardından, listede 502 kişi seyirci kapasitesiyle (-ki tarihi eser durumundan balkonlar çoğunlukla kullanıma açılamaz) hayatta kalmaya çalışan Ses Tiyatrosu var. Borusan Holding’in hissedar olduğu bir salondan bahsediyoruz yine.
Duru Tiyatro – 430 kişi
Fişekhane – 416 Kişi
House Of Performans – 407 Kişi
Büyük sermaye tiyatroları ile arada tampon görevi gören bu 3 sahnenin birisi Ataşehir, diğeri Zeytinburnu, sonuncusu da Bakırköy’de. Sonrasında, listediki salon kapasiteleri bir anda 300’ün altına düşüyor.
Bir başka gerçeklikten bahsetmenin tam sırası;
En düşük emekli maaşı – 12.500 TL
Asgari ücret – 17.002 TL
Bu koşullarda yaşayan, faturalar dahil, mutfak giderleri, kira gibi temel ihtiyaçlara ekleyemediğimiz ve hatta artık kültür-sanat etkinliklerini “lüks” olarak gören kaç milyon insan var? Peki bu lüks algısının oluşmasına, yukarıda bahsi geçen sermaye gruplarının fahiş fiyatlarlarla tiyatro yapması gerçekten toplumsal bir kaygının sonucu mu? Yoksa, döner sermaye üzerinden cebimden çıkan yine kendi cebime girsin anlayışıyla, kendi beyaz yakalı çalışanlarının sanatsal gazını almak mıdır gayeleri? Kitap almak, tiyatroya, sinemaya, sergiye gitmek vb. etkinlikleri giderek belirli bir zümrenin uhdesine alan sistemin, bu tasarımını meşrulaştırmak için sosyal medya dahil tüm iletişim araçlarını en güçlü biçimde aktive ettiği bir gerçek. Böylece daha da popülerleşen ve ünlü oyuncularla süslenen tiyatro (?) oyunlarını ve bu oyunları izledikleri koca salonlarda özçekim yaparak eşe dosta hava atan güruhun tamamladığı “ticari” tabloyu kamusallığın, toplumsallığın ve neresine koyabiliriz?
Bu rekabet ortamında hayatta kalmaya çalışan, gerçekten sanat yapmaya çabalayan, derdi olan tiyatrolar, çok isteseler bile bilet fiyatlarını en fazla 200 TL’ye kadar düşürebiliyor, fırsat sitelerinde kampanya yaparak, sponsorlu reklam vererek salonlarını doldurmaya çalışıyorlar. Büyük sermaye ile rekabet edebilecek durumda değiller kesinlikle. Kendi yağlarında kavruluyorlar. Ve evet, onlar da giderek belirli bir ekonomik sınıfa, daha çok alt gelir gruplarında yer alan seyirciye icra ediyorlar sanatlarını.
Anlamını, bağlamını boşverip, “kamu tiyatroları” olarak bilinen Devlet ve Şehir Tiyatroları’na bakalım biraz da… Öyle ya bütçe derdi olmayan bu sermayedarlarla rekabet ederek ‘’halk için’’ tiyatro yapan kurumlar bunlar. Bilet fiyatları uygun, moda tabirle, “erişilebilir”. Ücretsiz etkinlikler dahil, ‘’kültür sanat’’ misyonlarını yerine getirmek için gayret eden kadroları var. Peki ya salon kapasiteleri?
İstanbul’ daki en büyük ve donanımlı tiyatro salonu olmakla övünen AKM – 781 kişi
İstanbul Şehir Tiyatroları’nın en büyük kapasiteli salonu Kağıthane Sadabat Sahnesi – 602 Kişi
Seyirci olarak sormak ve talep etmek hakkımız elbette. Kültür Bakanlığı ve belediyeler neden Zorlu PSM gibi, Uniq gibi 2000-3000 kişilik salonlar inşa etmiyor? Büyük prodüksiyonlara neden sadece belirli bir kesim ulaşabiliyor? Şirketler kasalarını doldururken, sizlerin eli armut mu topluyor sayın ödenekli kurumlar? Sahnelediğiniz oyunları, hali hazırda zaten sizlerle benzer seyirci kapasitesine sahip özel tiyatrolar da sergiliyor. Halkın vergileriyle var olan Devlet Tiyatroları ve Şehir Tiyatroları yöneticileri, büyük prodüksiyonlar, nitelikli oyunlar sahneleyemeyeceksiniz neden hâlâ o koltuklarda oturmaktasınız? Amacınız holdinglerle el ele verip tiyatroyu bitirmekse açık açık söyleyin. Belki o zaman, bir türlü örgütlenemeyen irili ufaklı, salon kapasiteleri 100’ü geçmeyen tiyatrolar iflas etmeyi beklemeden birlik olup büyük bir salon açarlar. Sizin yapamadığınız her şeyi kendimiz yapmaya alıştık nasılsa…
Yeter ki bilelim. Mevzu nedir?