İnsanın kendi eliyle yarattığı “şeyleşme” süreci devam ederken, toplumsal bellek yitimi de bir yandan süreklilik gösteriyor. Sanat her çağa özgü kimliğiyle, yaratılan bu ortamın sonucunda kendini ifade eder ve yoluna devam eder. Kimliksiz toplumun bireyleriyle yapılan sanat, şimdinin niteliksiz toplamının ürünü olabilir ancak.
Sanat her dönem kimi yasaklamalara maruz kalsa da bir şekilde yolunu bularak günümüze kadar farklı biçimlerde varlığını sürdürmüştür. Hep bir karşı koyuş daha ileriye ve toplumsal çürümenin önüne geçebilmek adına kendi sorumluluğunu unutmadan ifade araçları geliştirmiştir. Bunlardan bir tanesi de sanat dallarının bir parçası olan; en basit anlamı sözsüz tiyatro olarak ifade edilen Pantomim’dir.
Pantomim kısaca; dansın bir parçası olan Roma Pantomimus’uyla gelişir. İngiliz gezici tiyatroların dil ve kültür farkından dolayı ülke ülke dolaşırken kullandıkları Pantomim, İtalyan Commedia Dell’arte’yi de etkileyerek kendine yol açar. Burlesk’i, halk masallarını, akrobasiyi de içine alan, sonuç olarak günümüze kadar gelerek sözsüz oyun biçimini almıştır.
Sanatın her alanını bir şekilde müdahale ve istismar eden düzene karşı sanat, insanın olduğu her yerde yaşamaya devam etmiştir. Etienne Decroux, Marcel Marceau gibi birçok mim ustası popüler kültürün yarattığı sektörel yaklaşıma karşı çıkmıştır. Sanatın; kolay tüketilen, huzur ve rahatlama aracı gibi düşünülerek, seyircinin de pasifleşmiş biçimi, çürümeye yüz tutmuş kültürün bir sonucudur. Sanat’ın, popüler kültürün dayattığı biçimde yapılamayacağını tarih bize göstermiştir.
18.yy’da Fransa’da tiyatroyu baskılayan saray geleneklerine karşı çıkarak burjuvazinin istediği şekilde sanat yapma biçiminden kopararak, kendini sınırsızlayan ve özgürleşmeyi tercih eden, siyasal tavırla bu gelenekten bilinçli bir şekilde kopar. Fransız ihtilali sonrası bu bağlarından koparak yükselmeye çalışır. Toplumdan uzaklaşan Pantomimin gerçek kitlesine ulaşmasını sağlamak amacıyla sanatçılar sokaklarda ve halkın bulunduğu her yerde mim yapmaya başlar.
Pantomim evrensel bir sanat olsa da kendi toprağına ve kişiliğine uygun yaratım olanaklarının denenmesi ve kendi dilini oluşturması gerekir. Deneyselliği ve yalın biçimi zorlamak sanatın özü gereği yapılması gerekli olan şeydir. Yukarda bahsettiğim toplumsal bellek yitimi, kendi toprağımıza özgü olan seyirlik “Samıt-lâl” gibi unutulmaya yüz tutmuş oyunlarımızın da denenmesini ve kendi estetiğini yaratmasını sağlaması zor olmasa gerek. Ülkemizde Pantomim sanatının öncülerinden biri de Erdinç Dinçer’dir. Ünlü mimci Marcel Marceau’yla, Etienne Decroux’la mim çalışmaları yaparak ülkesine dönmüş ve Türkiye’de bu sanatı yaygınlaştırmak için mücadele etmiştir. Bir diğeri de Ergin Kolbek’tir. Farklı disiplinleri zorlayarak kendi biçimini yaratmıştır. Ayrıca Türkiye de tek okul olan, Vecihi Ofluoğlu tarafından kurulan İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarı Pantomim Sanat Dalı, 4 senedir öğrencilerini yetiştirse de bu sanat dalı yeterince ilgi görmemiştir. Bu ilgisizlik sanatın her alanına sirayet etmiş, düzenin saldırılarına maruz kalmıştır. Yine de mücadeleden vazgeçilmemiş ve kendine bir yol açmıştır. Tıpkı, kurucularından olan Yılmaz Onay’ın “İşçi Kültür Derneği”nde yetişen birçok sanatçıdan bir tanesi Ulvi Arı gibi. Türkiye’nin birçok yerinde kimi work-shoplar ve Mim oyunlarıyla bu sanatı inatla sürdürmeye çalışan sanatçılardan birine örnektir.
Pantomim soluksuz yaratma eylemi içerisinde bir başka mücadele biçimidir. Bedenin özgürleşmesi, hayal etmenin ve gerçekliğin bedende somut olarak gözlemlenmesidir. Pantomimci bedeninin farkında olmalı, tüm kaslarını olabildiğince disipline etmek zorundadır. Mimik ve jestlerin ifade olanakları kasların özgür biçimde baskılanmadan hareket etmesini gerektirir. Mimci bütün bedensel olanaklarını, denge, zıt hareketler, tüm parçalarını ayrıksı hareket ettirmek için uğraş verir. Kendine meydan okur. Geçmiş birikiminin üzerine yeniyi deneyerek hayatı sorgular. Bu sorgulama daha iyi yaşama biçimine bir adımdır. Toplumun önünü açacak bir araçta buysa, neden yoksun bırakalım kendimizi.
Sessiz bir çığlığın insanda bırakacağı izler gerçek olursa şayet derin olabilir. Disipline edilmiş bir bedeni izleyen için, mimin insan üzerinde bırakacağı etki hayalinde canlandırmak için zorlayacağı o anı yaşamak olur. Sanatçı bu noktada rengini çalmalıdır. Neyi anlatmalıdır izleyene? Elbette günümüz gerçekliğinin kendisi ve bu topraklara özgü bir biçim olmalıdır. İzleyicinin kafasında kurmaya zorlayacağı o anın görsel algısına, etkin olarak kurmaya zorlaması insanın unuttuğu “hayal kurma” sürecini yaratmasına yardımcı olur. Zihninde canlandırdığı durum, seyirci edilgen olsa da aktif katılmasını sağlayarak başka bir dünyanın kapısını aralamış olacaktır.