Nereye gittiklerini bilmeyen ama kaçtıklarını iyi bilen iki kadın bir otobanda tesadüfen karşılaşırlar. Pierre Palmade ve Christophe Duthuron’un ortaklaşa yazdığı Kaçaklar adlı oyun yetmişli yaşlarında, huzurevinden “firar“ etmiş Claude’la kızının on sekizinci yaş gününü kendine milat kabul eden Margot’nun birlikte çıktıkları bir yol hikayesi.
İki kadın bütün yol hikayelerinde olduğu gibi macera dolu bir hayatın içine girerler. Oyun boyunca kendinden başka hiç kimseyi düşünmeyen, bencil Claude’un sinir bozucu hallerine rağmen, hayatta karşılaştığı kavramları ancak sözlük yardımıyla çözebilen Margot’yu nasıl değiştirip, dönüştürdüğüne tanık oluruz. Huzurevinde Nergis Nine seçileceğine bir hapishane ranzasında uyumayı tercih eden Claude’ un ihtiyacı olan tek şey can sıkıntısından kurtulmaktır. Margot’nun isteğiyse taslar ve tencereler arasında geçirdiği yılları geride bırakmaktır. Yatağın üstüne “Siktir!“ yazan bir not bırakıp, kapıyı vurup çıkmıştır ama yine de bağımlılığa dönüşmüş bağlılıkları yok değildir. Yanına aldığı bavulları otobanda sürüklerken, bir taraftan da ailesinden “Geri dön!“ mesajı beklemekten kendini alıkoyamaz. Sonunda beklenen mesaj gelir: “İstediğini yap, biz yatıyoruz!“ Tam da o sırada otostopçuların önünde bir araba durur. Margot’nun artık onu bekleyen kimsesi yoktur, kendine koyduğu son engel de ortadan kalkmıştır, istediğini yapacak, hep dışında kaldığı hayatı bir yerinden yakalayacaktır. Claude ise zaten dünden hazırdır. Yeni hayatlarına doğru yola çıkarlar.
Nora’nın Bebek Evi’ni terk etmesinin üstünden yüz elli yıl geçti. Nora’nın kaçak haline gelmesi yaratıcısı İbsen’in kadim sorunuydu. Nora’yı evinden çıkarmıştı ama bu tekinsiz dünyada onun gibi narin bir kadın ne yapacaktı? Nora’nın her şeyi sineye çekip evinin loş bir köşesinde örgüsünü örmesi, onun için daha güvenli değil miydi? Ayrıca sinir ilaçları derdine deva olmaz mıydı? İbsen’in Nora oyununun finalini farklı farklı yazdığı söylenir. Nora dışarıda ne yaptı? Evine yenilmiş biçimde geri mi döndü? Bu sorulara cevap veren finaller yazdıktan sonra, kapıyı vurup çıkan bir Nora yazıp, onu hayatın içine bıraktı. Feminist hareketi tetikleyen yanı da tam bu durumdu. “Hayatın içine karışmak için yapılan bir edim, karar vermek ve dışarı çıkmak!“ Çünkü değişim için önce kadının içinde olduğu durumun ayrımına varması, sonra da bunu değiştirmek için eyleme geçmesi gerekiyordu.
Palmad ve Duthuron, İbsen’in Nora’sından aldığı bayrağı eğlenceli biçimde ev içinden, hayata doğru çıkan Claude (Hülya Savaş) ve Margot’ya (Hande Gürler Kılıç) emanet ederler. Fakat bu yolculuk içinde güçlükleri barındıran, tekinsiz bir yolculuktur. Oyun her türlü insanın gelip geçtiği bir otobanda, gecenin karanlığı içinde üstünde abiye bir kostümle (Edilgen) Margot ve yaşlı bir kadın (Edilgen) olan Claude’un karşılaşmasıyla başlar. İki kadın bu şartlara rağmen, kapıyı vurup çıkmışlardır. Başlangıcı böyle olan oyunun aslında iki finali vardır. İlki eril sistemde istenilen finaldir: İki kadın hapse düşerler ve aileleri tarafından, kulaklarından tutulup kendileri için ”belirlenmiş“ yerlerine geri koyulurlar. Oyun şayet böyle bir finalle bitseydi, kadın hayatın içinden çekilip alınır, yine eve hapsedilirdi ama Margot altı ay sonra çıkıp Claude’un yaşadığı huzurevine gelir ve onu esaretinden kurtarır: “Madrid’e kadar arabayı sen kullanıyorsun!“ Kaçaklar, artık Margot’nun da bilinçlenmesiyle, tam anlamıyla “kaçak“ olmuşlardır. Oyunun çemberi kapanmıştır. Artık otobanda, risk alarak onları alacak arabayı beklemek yerine, kendi belirledikleri yere (Madrid) arabalarını süreceklerdir. Bu durum, özgürlüktür.
Oyunun yazarları Palmade ve Duthuron’un ortak özelliği, ikisinin de senarist olması. Palmade televizyon için komedi şovları, stand up gösterileri, skeçler ve oyundaki Claude’un karakterine benzer “zihni sinir“ tipleri hem yazmış hem de oynamış. Yani Claude’un karakterine son derece hakim. Kaçaklar oyunu da bir televizyon şovu gibi sahnelerle ilerliyor. Her bölüm karakterlerin başka bir macerası. Her sahnede karakter özelliklerinden ve kaçak olma halinden gelen bir dizi komik durumu, zekice gelişen diyaloglarla sağlamışlar. Sahne üstünde olan biten her şey, tıpkı bir televizyon şovunda olduğu gibi, çok hızlı gelişme gösteriyor.
Hülya Savaş oyunda Claude karakterini canlandırıyor. Claude adı hem erkek hem de kadınlar için kullanılan bir ad. Claud’un uniseks adı, -ne kadarının doğru olduğu kesin değilse de çok sayıda sevgilisi olmuş- erkeksi özellikleri de olan bir karaktere uygun. Claude aynı zamanda güzellik iddiası olan bir kadın. Karakterinin baskın yanlarıysa narsist ve bencil olması. Margot’nun arabasına bindikleri adam tarafından tacize uğramasına değil, adamın kendisi için “yaşlı kadın“ demesine bozulan, bencilliğin sınırlarını zorlayan biri. Hülya Savaş ele avuca sığmayan, kaygan bir zeminde ilerleyen Claude karakterini ustaca dengelemekle kalmıyor, seyircisine bir oyunculuk şöleni izletiyor. Savaş’ın oyunculuğundaki yetkinlik, bu denli itici bir karakteri, sevimli, cana yakın, hatta yardımsever insan özellikleriyle “dengeleyerek“ oynamasında yatıyor ve zevkle izlenmeye değer kılıyor.
Hande Gürler Kılıç, adının anlamı olan “inci“ gibi saf ve temiz kalmış, Claude’un sevgili kervanını anlamakta güçlük çeken, tam tersi evine hapsolmuş, ev işleri yapıp çocuk büyütmüş geleneksel bir karakteri canlandırıyor. Kızının on sekiz yaşına basmasıyla, artık ona kimsenin ihtiyacı kalmadığı duygusunun etkisiyle bavullarını hazırlayıp, her türlü tehlikeyi göze alarak gecenin karanlığında bir otobanda hangi yöne gideceğinin bile önemi olmadan, onu oradan götürecek arabayı beklemeye koyulmuş. Hande Güler Kılıç’ın Margot yorumuyla, geleneksel kadınla, özgürleşmeye doğru giden kadın arasındaki uçurumun yavaş yavaş kapandığını görüyoruz. Margot’nun bavulundan tencere, tava çıksa da Claud’a, “hücre arkadaşı değiliz, herkesin kendi kaçışı“ diyecek kadar kararlı bir karakter. Kılıç, yıllarca evine kapanmış biriyle, hayata adım adım açılan bir karakteri kendi içinde eritip, samimi biçimde yorumlayarak başarılı bir oyun çıkarıyor.
Ebru Kara, Kaçaklar oyununun hem yönetmeni hem de çevirmeni. Çok hızlı ilerleyen, temposu yüksek oyunun sahne geçişlerini sinevizyon perdesi koyarak eğlenceli ve ustaca bir biçimde çözmüş. Oyunun özgün hali tek perde. Yönetmen oyunu iki perde olarak sahnelemeyi tercih etmiş. Oyun budansa ve sinevizyonda hikâyeyle ilgili daha fazla gösterim yer alsa, ancak tek perde olarak sahneleseydi, hem oyunun temposu hem de seyirciye olan etkisi daha güçlü olurdu düşüncesindeyim.
Seyhan Kırca’nın dekoru, Duygu Ergüven Saykan’ın kostümleri oyunun ruhunu yansıtmakta ve aksiyonu hızlı olan oyuna pratik çözümler getirmekte. Ayrıca, İbrahim Aydın’ın perukaları son derece başarılı.
2024- 2025 sahne sezonunda İzmir Devlet Tiyatrosu’nun yapımı Kaçaklar oyununu kaçırmayın, derim.