“10 Ocak 2016’da “Barış İçin Akademisyenler İnisiyatifi”nin (BAK) “Bu Suça Ortak Olmayacağız” bildirisi 1128 akademisyenin imzası ile yayınladı. Sonraki katılımlarla imza sayısı 2212 oldu. Akademisyenler hakkında 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun (TMK) “örgüt propogandası” fiilini düzenleyen 7/2 maddesinden dava açıldı. 2018 Temmuz Ayı itibarıyla imzacı 404 akademisyen mesleklerinden ihraç edildi. 25 Mart 2019 itibarıyla, 5 Aralık 2017’den bu yana mahkemeye çıkan akademisyen sayısı 555 oldu. 117 akademisyen 1’er yıl 3’er ay; 14 akademisyen 1’er yıl 10’ar ay 15’er gün; 6 akademisyen 1’er yıl 6’şar ay; 2 akademisyen 1’er yıl 6’şar ay 22’şer gün; 16 akademisyen 2 yıl 3 ay; 4 akademisyen 2 yıl 6 ay; 2 akademisyene 2 yıl 1 ay; 1 akademisyen 3 yıl olmak üzere davası sonuçlanan toplam 162 akademisyenin tamamı hapis cezasına mahkum oldu.“ (1)
Gestus Tiyatro’nun bu sezon sahnelediği, ismiyle müsemma “Etik Nedir” oyunu, artık adını bile unuttuğumuz “etik” kavramını işliyor. Gökhan Erarslan’ın yazıp yönettiği oyun, eşi imzaladığı muhalif bildiri yüzünden akademiden atılan bir akademisyenin, bu olay üzerinden yaşadığı etik sorgulamayı konu alıyor. Kendisine göre çok daha cesur ve idealist olan eşine, mesleğine ve öğrencilerine karşı duyduğu sorumluluk duygularıyla etik bir tartışma başlatan akademisyen, eşinin atılmasını protesto etmek için cebine koyduğu istifa mektubuyla üniversitede son bir ders yapmak, bu derste istifa kararını öğrencilerine danışarak almak istiyor. Oyun, interaktif kurgusuyla seyircileri bu son dersin öğrencileri yerine koyuyor. Akademisyen, etik sorgulamayı bir yandan eşi, ailesi, yaşamı ve kendi dünya görüşü üzerinden öznel yönleriyle, diğer yandan etik kavramının tarihsel, toplumsal, politik ve felsefi veçheleri üzerinden nesnel yönleriyle aktarıyor. Dersin sonunda, öğrencilerden (seyirciler) istifa etmesi ya da etmemesi yönünde oy kullanmalarını istiyor ve böylece oyunun finalini seyircilerin oyları belirliyor. (Meraklısına küçük bir not: Oynanan 15 oyundan sadece 3’ünde seyirciler akademisyenin istifa etmesini istemişler.)
***
Akademisyen: “İstifa etmemi istemiyor eşim. Konuştuk bu konuyu. Bu kararı desteklemiyor. Onaylamıyor. ‘Sana haksızlık yapmak istemem’ dedi bana. Sonuçta işine son verilen yalnızca benim. Sen değilsin. Sen temizsin onların gözünde. Belki de böylesi daha iyi. Okuldan ayrılmanı isteyemem. Kalman en doğrusu çünkü öğrencilerinin sana ihtiyacı var. Bu onların hakkı. Bu hakkı onların elinden almak sence etik mi?’ Baktım bir suratına. O içtenliğine, o sevecenliğine…” (oyun metni)
TÜLİN SAĞLAM (*): “Kalan dört hocanın 150 öğrencinin eğitimini sürdürmesi mümkün değil. Bölüm fiilen kapanmayla karşı karşıya. Bir çözüm bulunabilir mi, diye düşünmek lazım. Şu an 150 öğrenci için üzülüyoruz. Çünkü biz söz verdik onlara, ‘Eğitim vereceğiz’ dedik. Bir ülkenin sanat alanında faaliyet gösteren en önemli bölümlerinden biri yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. Bu, sadece öğrenci için değil, ülke için de kayıp. Bölümümüzden çok önemli oyuncular, senaristler yetişti. Bu karar, geleceğe yönelik bir umutsuzluk veriyor. ‘Bir bölümü bir kalemde kapayabilirim’ deniliyor. Ben kişisel bir üzüntü hissetmiyorum. Ama bölüm açısından derin üzüntü içindeyim, içim yanıyor. Ne yapacak bu öğrenciler? Dün ders programı yapıldı, bugün dersin hocaları yok.” (2)
***
“Etik Nedir” oyunu, etik ile politik olanı harmanlayarak, son yıllarda ülke gündemine damgasını vuran politik bir süreci, KHK’larla işlerinden atılan insanları, bu sürecin akademik dünyaya yansımaları üzerinden gündeme getiriyor. Böylece oyun, dolaysız biçimde “tiyatromuzun yakıcı sorunlarından” birine de temas ediyor. Zira, “Bu Suça Ortak Olmayacağız” bildirisi yüzünden, 60 yıllık birikimi ile Türkiye tiyatrosunun beyni sayılan ve kuramsal çalışmalarıyla tiyatromuzu dünyada temsil eden DTCF Tiyatro Bölümü felce uğratıldı. Bu felci, 7 Şubat 2017 tarihinde 686 sayılı KHK ile ihraç edilen hocalardan Prof.Dr. Selda Öndül şöyle anlatıyor: “Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Tiyatro Bölümünden 7 öğretim üyesi KHK’larla ihraç edildi: ÖYP.Arş.Gör. Ceren Özcan, Arş.Gör. Şamil Yılmaz, Öğr.Gör. Dr. Elif Çongur, Prof.Dr. Beliz Güçbilmez, Doç.Dr. Süreyya Karacabey, Prof.Dr. Tülin Sağlam ve ben Prof.Dr. Selda Öndül. İhraçlar Bölüm için elbette büyük kayıptır… 2017-18 öğretim yılında Yüksek Lisans ve Doktora programlarına öğrenci alınamadı… Tiyatromuza pek çok yönetmen, dramaturg, eleştirmen, oyuncu, senarist, oyun yazarı yetiştiren DTCF Tiyatro Bölümü’nün –ki Türkiye’nin bir üniversite yapısı içinde yer alan ilk Tiyatro Bölümüdür- ihraçlardan önceki öğretim seviyesini yakalaması yıllar alacaktır.” (3)
Bu satırların muharriri, oyunu izlerken en çok DTCF Tiyatro Bölümü’nün hocalarını düşünüyor, hatta -yazısına yansıttığı gibi- kimi replikleri onların sözleriyle özdeşleştiriyor. Etik duruşları, entelektüel birikimleri, yaratıcılıkları ve cesaretleriyle bu karanlık zamana damga vuran o güzel, o aydınlık yüzlü insanları selamlıyor!
Platon, “Sanatçı bir anlamda felsefenin eyleyicisidir ve bu yüzden bilgiden ve etikten yoksun, salt hazla ve hedonizmle avunan sanatsal yaratım eksik ve yanıltıcıdır. Ancak bilgiye dayanan ve mükemmelliği esas alan, iyi ile bir bütün olmayı amaçlayan sanat, insanlığa ışık tutabilir.” der. (4) İyi ile bütünleşme çabasındaki sanat etik bir faaliyettir ve bu anlamıyla insanlığın kendisini değiştirme, dönüştürme faaliyetinin bir veçhesidir. “Etik Nedir” oyunu, her şeyden önce, bu faaliyete uygun biçimde, “iyinin” peşine düşüyor. Gestus Tiyatro, etik kavramını, hem de bugün, bu coğrafyada sorgulamaya açıyor ve bu sorgulamayı politikadan korkan sanata inat, cesur bir biçimde politika üzerinden yaparak sahneden “sanatın etiğine” dair tarihi bir ders veriyor.
“Antik Yunan’da politik düşünceyi felsefeden soyutlamak nasıl olası değilse, felsefe ile yakın bir kan bağı bulunan tiyatro sanatını, özellikle de onun pek özel bir biçimi olan ‘tragedyayı’ (tragoidia) Antik Yunan politik yaşamından ayrı olarak düşünmek olası değildir. Tragedya, henüz kuramsal anlamda siyaset felsefesinin gelişmediği bir dönemde, kendine özgü anlatım ve eleştiri biçimiyle politik ve toplumsal değerlerin yurttaşlarca sorgulanmasında önemli bir rol oynamıştır. Antik Yunan tiyatrosunda, ‘yasal adalet, toplumun ortak iyisinin kişisel çıkarlara üstünlüğü’ gibi idealler işlenmiştir.“ (5) Nitekim tiyatro, Antik Yunan’dan bu yana politik olanın, felsefi olanın, toplumsal olanın sahnesi olagelmiştir. Benzer biçimde, Gökhan Erarslan, etik kavramını “toplumsal-felsefi-politik bütünselliği” içinde ele alıyor. Oyunun temasını mümkün olabilen tüm boyutlarıyla ve teorik-pratik veçheleriyle tartışmaya açarak kapsamlı bir sorgulamanın kapılarını aralıyor. Dolayısıyla, etik gibi Antik Yunan felsefesinin başat kavramlarından birini, yine Antik Yunan tragedyalarına içkin düşünce sistemiyle sahneye taşıyor.
***
Akademisyen: “Eylemlerin özgür olması gerektiğini savunan filozoflar, kişinin kararlarında tamamen özgür olduğunu ileri sürerler ve özgürlük için sınır tanımazlar. Burada akademisyen tahtaya ‘özgürlük’ yazar.” (Oyun metni)
SÜREYYA KARACABEY (**) : “ Zincire bağlandı hayal gücünü yükselten kanatlar, tutsak edildi ortak iyiye ait rüyalar. Rüyalarını onlara verme tiyatro, sen var oldukça uçacak o kanatlar. Sahneye özgürlük yaz!“ (6)
***
Erarslan, metnin ana karakteri olan “akademisyenin” anlatısına bir yandan “eşi” gibi cesareti ve aklı ile etik duruşu simgeleyen ve sisteme tümden karşı çıkan bir karakteri, diğer yandan “kardeşi” gibi etik yoksunu ve sisteme tamamen entegre olmuş çıkarcı, ikiyüzlü bir karakteri dahil ederek etik sorgulamayı “çatışmalı” bir yapıya taşıyor. İki kutbu temsil eden karakterlerin arasında yer alan akademisyen, etik bir kaygıya sahip olsa da, bu duruşu tamamlayacak cesaretten yoksun. Dolayısıyla, farklı görüşlerin kendi doğruları ile çatışmasına dayanan metnin kurgusu da tragedyaları anımsatıyor. Zira tragedyalar, kendi içlerinde sağlam dayanakları olan, argümanları ile kendi doğrularını tesis eden “seçenekler” arasındaki “çatışma” kurgusuna yaslanırlar: “Tragedya, polisteki yaşantının belli simgelerle ifade edilen bir dramatizasyonuna dönüşmüştür. Burada söz konusu olan toplumsal kurum ve rollerin doğrudan ve koşulsuz bir şekilde kabullenişi değildir. Antik Yunan’da tiyatro, yurttaşların var olan ‘çatışmalı değerleri’ sahnede adeta sınava çekerek, onların bu değerleri çok yönlü bir şekilde ‘sorgulamalarını’ sağlamıştır. Bunu da bir ‘üstdille’ değil, agorada, halk meclisinde (ekklesia) ya da mahkemelerde yurttaşlarca paylaşılan kamusal bir dil aracılığı ile gerçekleştirmiştir. Tragedyalar, edebi olanla siyasal ve felsefi olanın daima iç içe geçtiği ve birbirine karşıt değerlerin bir arada bulunduğu çatışmalı bir evren sunmuşlardır.” (7) Benzer biçimde, tragedyalar Yunan polisinde ortaya çıkan “demokratik düzenin” hem icadıdırlar hem de bu düzeni temsil ederek onu yeniden üretmeye çalışan bir işleve sahiptirler. Oyunun finalinde, seyircilerin akademisyenin istifasına “demokratik seçim”le karar vermeleri de tragedyaların demokrasi ile ilişkisini anımsatıyor.
Oyun, felsefi bir konuyu, hem de akademik bir ders ortamında işlediği için ciddi bir didaktizm ve sıkıcılık handikapına sahip. Ancak metnin dili ve kurgusu didaktizmden uzak ve seyirciyi -öğrenciyi- sıkmayacak biçimde sade ve güncel. Gökhan Erarslan’ın akıcı dili, metnin çok katmanlı yapısını, çatışma ve çelişkilerini bir bütünselliğe eviren başarılı kurgusu ile birleşiyor. Erarslan, kaleme aldığı metnin rejisini de kendisi yaparken, sözcelemeye upuygun bir bir sahnelemeyle oyunun toplumsal bağlamını tümlerken Pavis’in şu sözlerini anımsatıyor: “Sözceleme, dramatik metnin somutlaştırılması süreciyle atbaşı gider; dramatik metin ile toplumsal bağlam arasında bir alışveriş ilişkisi kurulur. Metin, sahnelemede, alımının toplumsal bağlamına bağlı olarak sözceleme konumuna yerleştirilir, bu toplumsal bağlam metinsel ve sahnesel üretimin toplumsal bağlamının farklı analizlerini olanaklı kılar ya da kolaylaştırır. Bu da metinsel sözcelerin analizini derinleştirir ve yeniden üretir.” (8) Toplamda, Gökhan Erarslan yarattığı sözceleme ve sahnelemede, öz ve biçim arasında diyalektik bir bütünsellik inşa ediyor.
Sahnelemenin diğer boyutları reji ve metni besliyor. Oyunun tek oyuncusu Tolga Çiftçi’nin tipolojik olarak akademisyen karakterine son derece uygun. Çiftçi bu tipolojik avantajını, sahici oyunculuğu, akademik tavrı yansıttığı jest ve mimikleri ve amfide ders veren bir hocanın beden dilini kuşanarak başarıyla kullanıyor. Akademisyen karakterin duygusal iniş-çıkışlarını, gerginliğini, kaygılarını, argo dilini ve esprili yapısını yansıtan ifadeleri, tonlamaları ve vurguları ile oyunun interaktif yapısını gereği seyirciyle kurduğu göz temasları başarılı. Aynı zamanda, bir “konuşma eğitimi” hocası olan Çiftçi, bu uzmanlığı ile de akademisyen karakter için çok doğru bir seçim olduğunu kanıtlıyor. Hikayesinin kimi bölümlerinde bahsi geçen karakterleri de başarıyla canlandırıyor. Oyunculuktaki bu başarı, “akademik bir ders” olarak tasarlanan oyunun seyirci için keyifli bir izlenceye dönüştürerek, seyir zevkini yükseltiyor.
Gerçekçi ve minimal sahne tasarımı, sahne yeri ile seyir yerini tümleyerek bir üniversite amfisi yaratıyor. Tavandaki floresan lambalar, bir tahta, önünde bir kürsü ve amfiyi tamamlamak üzere seyirci sandalyeleri ile kendinizi üniversite yıllarınıza dönmüş hissediyorsunuz. Gerçekçi sahne tasarımını, simgesel dekor öğeleri olan su bardağı ve kırmızı elma tamamlıyor. Spor bir ceket, kot pantolon ve askılı çanta ile tipik bir akademisyen kostümü bu gerçekçi yapıyı tamamlıyor.
***
Akademisyen: “Sustum. Ben sustum, sustum evet, susmasını bilen çoğunluktanım ben, biliyorum kendimi. Yeri gelince susulur; çünkü susmasını bilmeli insan. Ama o susmadı. Konuştu. Gittiği her yerde konuştu; yazdı, çizdi, anlattı. Yasalardan, yasaklardan, yoksulluktan, bürokrasiden, işsizlikten, atananlardan ve seçilmişlerden, şikâyet etti durdu. Davasını bırakmadı, bırakamazdı.” (oyun metni)
BELİZ GÜÇBİLMEZ (***) : “Aristotales Poetika’da demişti ki, tragedya korkuyu bertaraf eder, işlevi biraz da budur. Şimdi tiyatronun daha fazla cesarete ihtiyacı var. Cesaret korkusuzluk değildir, korkuyla ne yapmanız gerektiğini bildiğiniz anlamına gelir. Çoluğumuz çocuğumuz var diye susmak değil, çoluğumuz çocuğumuz var diye konuşmak gerekiyor.” (9)
***
“Ben olsam borçlarımızı düşünürdüm, istifa etme filan derdim. Ama eşim bambaşka bir yerden bakıyordu.” (oyun metni) diyen Akademisyen oyunun finalinde seyircilere dönüp soruyor: İstifa etmeli miyim, etmemeli miyim?
Diğer seyirciler gibi, ben de kendimi etik bir sorgulamanın içinde buluyorum. Jacques Rancière’in sözlerini anımsıyorum: “Etik (ethos) sözcüğü, norm ya da ahlâk anlamına gelmeden önce, aslında iki şeyi imler: ethos ikamettir ve bu ikâmete karşılık düşen var olma tarzı, yaşama biçimidir. Dolayısıyla etik, bir var olma tarzı ve bir eylem ilkesi arasındaki özdeşliği kuran bir düşünüş biçimidir. “ (10) Akademisyenin “lümpen” düşünce yapısıyla istifa etmeyip görevinde kalması halinde daha çok yutkunup susacağını, daha çok korkacağını ve “korkusuyla ne yapması gerektiğini bilemeyeceğini” görüyorum. Etik düşünmeyenin etik yaşayamayacağını biliyorum. Ve elimi istifası için kaldırıyorum. Ancak, demokrasi ile yine uzlaşamıyorum! Sınıfın çoğunluğu istifa etmemesini, akademide kalmasını istiyor ve akademisyen “kırmızı elmasını ısırarak” istifa mektubunu yırtıyor. “Demokratik tragedya” sahnede bir kez daha arz-ı endam ediyor.
O an, aklıma etik duruşun tarihteki en büyük simgesi, cesaretin sembolü “Sokrates” geliyor… 500 kişilik halk jürisinin 280’inin oylarıyla ölüme mahkum edilen, karşı çıktığı ve aşmak için çabaladığı demokrasinin kurbanı olan Sokrates… Düşüncelerinden ve doğrularından taviz vermektense baldıran zehrini içmeyi tercih eden Sokrates… Son sözlerinden biri yankılanıyor şimdi amfide: “Erdemli, bilge bir kaç insanın vereceği ölüm kararını, cahil çoğunluğun hayatta kalmamı öneren kararına yeğlerim.” (11) Kim bilir, belki de etik olan demokratik değildir; ya da tam tersi… Tarih, demokratik olanın etik olanı zorbalıkla yok edişine tanıklık ediyor zira…
Sokrates’i düşünüyorum…Atılan yüzlerce akademisyeni düşünüyorum…DTCF’li Tiyatro hocalarını düşünüyorum…
Oyunun Künyesi:
Yazan- Yöneten: Gökhan ERARSLAN
Dramaturg: Meryem ŞAHİN
Yönetmen Yardımcısı: Ezgi ERARSLAN
Sahne Tasarımı: Serkan KAVURT
Kostüm Tasarımı: Gökhan ERARSLAN
Işık Tasarımı: Hakan HAFIZOĞLU
Müzik Tasarımı: Emrah Can YAYLI
Işık Kumanda: İsmail Nadir BİLGİLİ
Müzik- Efekt Kumanda Ozan Hüyükpınar
Video: Tarkan ÖZTÜRK
Fotoğraf: Doğukan KÖSE
Afiş Tasarım: Gökhan BAŞ
Asistanlar: Kemal AĞAR, Arif AFKAN, Enes AKYAR, Mahir BEKTAŞ, Seray İNOĞLU
Oyuncu: Tolga ÇİFTÇİ
(*) Prof.Dr. Tülin Sağlam, 7 Şubat 2017 tarihinde 686 sayılı KHK ile Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Tiyatro Bölümü’nden ihraç edildi.
(**) Doç.Dr. Süreyya Karacabey, 6 Ocak 2017 tarihinde 679 sayılı KHK ile Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Tiyatro Bölümü’nden ihraç edildi.
(***) Prof.Dr. Beliz Güçbilmez, 7 Şubat 2017 tarihinde 686 sayılı KHK ile Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Tiyatro Bölümü’nden ihraç edildi.
Kaynakça:
- https://bianet.org/bianet/ifade-ozgurlugu/206793-bir-akademisyene-2-yil-1-ay-ertelemesiz-hapis-cezasi
- http://www.hurriyet.com.tr/gundem/akademisyenlere-khk-ile-toplu-ihraca-tepkiler-ulke-icin-kayip-40359734
- http://www.aylinsanart.com/yazarlar/kultur-sanat/prof-dr-selda-ondul-434.html
- Platon, “Diyaloglar”, Remzi Kitabevi, İstanbul, 2009
- Kılan Paksoy, Banu, “Tragedya ve Siyaset”, Mitos-Boyut Yayınları, İstanbul, 2011
- https://m.bianet.org/bianet/sanat/195561-dunya-tiyatro-gunu-sahneye-ozgurluk-yaz
- Kılan Paksoy, Banu. a.g.e.
- Pavis, Patrice. “Sahneleme”, Dost Kitabevi Yayınları, Ankara, 2009
- https://www.abcgazetesi.com/kultur-sanat/tiyatrocu-ve-akademisyen-beliz-gucbilmez-susmak-degil-konusmak-gerekiyor/haber-113670
- Rancière, Jacques. “Estetiğin Huzursuzluğu” İletişim Yayınları, İstanbul, 2012
- Platon, a.g.e.