‘Şahdamarım’da Ahmed Arif’i Anlatan Genco Erkal: “Yaşasa Yine Baskıcı İktidarı Eleştirirdi”

editor

62 yıllık kariyeri boyunca Gorki, Brecht, Steinbeck, Aziz Nesin, Nâzım Hikmet, Can Yücel gibi isimlere ‘selam gönderen’ Genco Erkal, pandemi arasının ardından, temmuz başında, “Yurdum benim şahdamarım” diyen şair Ahmed Arif’i anlatan müzikli gösteriyle İstanbullu sanatseverlerin karşısına çıktı. Sonrasında Ege’de sergilenen ‘Şahdamarım’ 4 Ağustos’ta bir kez daha İstanbul’daydı ve usta sanatçı yeniden Çanakkale ve İzmir’in aralarında olduğu kentlerin yolunu tuttu.

Gazete Diken’den Seçil Türesay’ın söyleşi/haberin aktarıyoruz:

1969’da Dostlar Tiyatrosu’nu kuran Erkal’a, kendisinin uyarladığı, yönettiği müzkli gösteride Ahmed Arif’in şiirlerinden bestelenen şarkılarla ikiz kardeşler Ercan ve Gökhan Çağıran eşlik ediyor. Ölümünün 30’uncu yılında, ‘Nâzım’dan sonra kendisini en çok etkileyen ozan’ı anan Erkal, hapishanede ‘rekor kıracak’ kadar işkence gören Ahmed Arif’le aynı kaderi paylaşan çok sayıda aydın, sanatçı olmasından yola çıkarak yasaklamanın bir şey kazandırmadığının altını çiziyor.

Ahmed Arif’in şiirinde bahsettiği ‘baharın’ memlekete geleceğine inanan Erkal’la, “Günümüzde yaşasaydı yine baskıcı iktidarı eleştiren biri olacaktı” dediği usta şairi, onun yaşadıklarının Türkiye hakkında anlattıklarını ve ‘Şahdamarım’ı konuştuk…

Pandemideki ara sonrasında yeniden sahnede olmak nasıl, evdeki süreci nasıl değerlendirdiniz?

Benim gibi sahnede yaşayan biri için yeniden doğmak gibi bir şey. İzleyicimize kavuşabildiğimiz gün bayram ediyoruz. Evdeki süreçte boş durmadım arşivimizdeki eski oyunları YouTube kanalımda gösterime açtım. Onları tanıtıcı videolar hazırladım. Nâzım Hikmet’in ‘Kuvayı Milliye’sini canlı olarak görüntülü kaydettim. DVD’li kitap olarak yayımlandı. Sanat hayatımı yansıtan uzun metrajlı bir belgeselin senaryosunu yazdım ve oynadım. Yakında gösterime girecek. Ve tabii esas işim Ahmed Arif’in yapıtlarından uyarladığım ‘Şahdamarım’ın hazırlık ve prova süreci oldu.

Geçmişteki oyunlarınızda Nâzım Hikmet’e, Brecht’e, Marx’a ‘selam yolladınız.’ Bu kez de ölümünün 30’uncu yılında Ahmed Arif’e. Neden Ahmed Arif? 

Uzun yıllar boyu gizliden niyetlendiğim bir projeydi. Günün birinde mutlak onu, Nâzım’dan sonra beni en çok etkileyen ozanı sahneye getirmek istiyordum. Pandemi dönemi bu zorlu projeye gerektiği gibi hazırlanacak vakit sağladı. Oyunun metninin oluşmasından müziğine, sahnelenmesine kadar bütün gösterinin ortaya çıkması için tam bir yıllık yoğun bir emek gerekti.

Hayattayken basılan tek kitabı var. Metin nasıl oluştu

Şiirleri birbirine bağlamak için onun büyük sevdası Leyla Erbil’e yazdığı mektupları, Refik Durbaş’ın Cumhuriyet gazetesinde çıkan uzun soluklu söyleşisinden alıntıları kullandım. Zeynep Oral’ın ve Şeyhmus Diken’in konuyla ilgili kitapları çok işime yaradı. Bir de müzik var tabii. Gösteride önemli bir ağırlığı var. Şiirlerinden bestelenen bilindik parçalar dışında bana sahnede eşlik eden usta müzisyen arkadaşlarım Ercan ve Gökhan Çağıra kardeşler altı yeni şiiri bestelediler ve sahnede canlı olarak çalıp söylüyorlar.

‘Hala en çok okunan, sevilen sanatçılar…’

“Biz bu halkı sevdik ve bu ülkeyi işte bağışlanmaz korkunç suçumuz” diyor Ahmed Arif ‘Onur da Ağlar’ şiirinde. Oyunda da var. Sizce sürülen, hapse atılan aydın ve sanatçıların ortak kaderi mi bu yaşadığımız coğrafyada? Neden?

Evet düşünürseniz aynı kaderi yaşamış ne çok yazar, ozan, sanatçı, gazeteci, düşünür var ülkemizde. Saymakla bitmez. Hepsine canlarından bezdirecek kadar zulüm etmişiz. Oysa bugün onlar hala en çok okunan, en sevilen sanatçılar. Yasaklamakla, engellemekle hiçbir şey kazanılmıyor. Onlar pırıl pırıl, uzun yılları aşıp yüreğimizde yerlerini buluyorlar.

Ülkenin siyasi tarihinde işkence rekoru kıracak kadar zulüm gördüğünü ifade eden bir şairi anlatıyorsunuz. Haksızlığa tahammül edemediğini söyleyen bir şairi…

Parti davasından yargılandığını söylüyor. O zamanlar komünist partisi illegal. Oysa bugün rahat rahat seçimlere girebiliyor. Her şey göreceli. Ahmed Arif, Nâzım kadar uzun yatmıyor hapishanede ama çok işkence görüyor. Hatta bir ara aklını kaybedecek kadar yıkılıyor. Şok tedavisi yapıyorlar. Bunları yaşayan bir ozanın geri kalan ömründe nasıl bir çöküntü yaşadığını tahmin edebiliriz.

‘Polisin eline geçer diye şiirlerini yazmıyor’

Polisin eline geçer diye şiirlerini yazmıyor, kafasının içinde koruyor. Bir süre sonra zaten üretim aksamaya başlıyor. Herhalde bu nedenle tek bir kitabı var bu büyük ozanın.

Onun yaşam öyküsünden çıkarılacak dersler, günümüze ışık tutan yanları desem… Bugünkü siyasal iklimi göz önüne aldığımızda günümüz Türkiyesi’nde yaşasaydı… 

Herhalde o gene baştan sona isyan eden, baskıcı iktidarı eleştiren biri olacaktı ve ona hiç rahat vermeyeceklerdi.

‘Piyango çeker gibi muhalif aydınlara takıyorlar’

Nisan ayında hakkınızda bir soruşturma açıldı cumhurbaşkanına hakaretten. İfade verdiniz. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Aslında yıllardır aynı çizgidesiniz, “Neden şimdi” diye sorguladınız mı?

Onlar arada bir piyango çeker gibi muhalif aydınlara takıyorlar. Biraz tehdit var burada, “Aklını başına topla, gözümüz üstünde, biz adamı yakarız” demeye getiriyorlar. Bir de ortalığa gözdağı veriyorlar, “Bak fazla ileri gideni fena yaparız, ona göre” demek istiyorlar.

Oyunun müziklerini yapan Ercan Çağıran ve Gökhan Çağıran’la yolunuz nasıl kesişti?

Bu ikiz kardeşleri bir süredir tanıyorum. Bizim oyunlara geldiler, oturduk sohbet ettik, dost olduk. Ben de onların konserlerine gittim. Ege Üniversitesi Türk Halk Müziği Konservatuarı’nda okumuşlar. İşlerini çok ciddiye alıyorlar. Şiirle bayağı yakınlıkları var, çağdaş ozanlarımızdan besteler yapıyorlar. Benim bu müzikli gösteri projem için biçilmiş kaftandılar. Birlikte çalışmaya başlayınca ne doğru bir karar vermiş olduğumu gördüm. Oyuna çok şey kattılar.

Aslında baskı altına alınmak, susturulmak istenen tüm isimler için geçerli ama Ahmed Arif özelinde sorayım. Onun, Çukurovalı tütün, Urfalı kömür işçisi üzerinden övdüğü, hakkını savunduğu kesimler olup bitenin farkında mı sizce, o gün ve bugün için soruyorum? Onlar ne kadar arkasında durabilmiş veya durabiliyor Ahmed Arif ve diğerlerinin?

Tümü için söyleyemeyiz belki ama emekçiler, kendileri için mücadele veren sanatçıların değerini bilirler diye düşünüyorum. En azından sendikalı ve politize olmuş emekçiler sanatçılarına sahip çıkarlar. Bir de ‘Akrep gibisin kardeşim’ler var tabii. Onlara ne söylesek boş.

‘O baharın geleceğine inanmak zorundayız’

Ahmed Arif’in ‘İçerde’ şiirindeki dizesi, “Dağlarına bahar gelmiş memleketimin”… Rahmi Saltuk’un bu bestesiyle oyunun sonunda seyirciye veda ediyorsunuz. Gelir mi o bahar?

Biz inanıyoruz, inanmak zorundayız. “Güzel günler göreceğiz çocuklar” demiş ya Nâzım, o güzel günleri yaratmak İçin direneceğiz, emek vereceğiz, gücümüz yettiği kadar.

Şahdamarım’ ve ‘Yaşamaya Dair’le temmuzda Ege’yi dolaştınız. Salgında öngörmek zor ama sonbahar için nasıl bir oyun takvimi planlıyorsunuz, bu iki oyunla mı yola devam edeceksiniz? ‘Şahdamarım’la Güneydoğu’ya gitme planınız var mı?

Fırsat buldukça ‘Bir Delinin Hatıra Defteri’ ve ‘Merhaba’ adlı oyunlarımızı da oynamak istiyorum. Sonbahar için çok ümitli olamıyorum doğrusu. Salgın gene azıttı. Aşı olmak istemeyen ciddi sayıda insan var. Sonbaharda kapalı salonlara geçilebilir mi, bilmiyorum. Ama ne yapıp edip yaz sonunda Ahmed Arif’i memleketine götürmeyi görev biliyoruz.

Pandemide açık hava sahnelerinin önemi daha iyi anlaşıldı diye düşünüyorum. Aslında bunu İstanbul’da farklı semtlere yaymak mümkün olmalı, sadece belirli semtlerde kalmamalı ne dersiniz? 

Kış aylarından beri çeşitli belediyeleri dolaşarak yeni açıkhava tiyatroları inşa etmeleri gerektiği konusunda ısrarla öneride bulunuyorum. Maalesef pek başarılı olduğum söylenemez.

Kaynak: https://www.diken.com.tr/sahdamarimda-ahmed-arifi-anlatan-genco-erkal-yasasa-yine-baskici-iktidari-elestirirdi/

0

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku