Oyun Atölyesi’nin “Hayvan Çiftliği” Oyunu Üzerine Söyleşi

Ayçe Özyiğit
4,2K Okunma

Hayvan Çiftliği en sevdiğim kitaplardan biridir. George Orwell’ın alegorik kitabını tiyatroda izlemek hem çok keyif verir hem de yaptığı sistem eleştirisini birebir yaşıyor olduğunuzu fark etmeniz rahatsız edici bir deneyim sunar. Oyun Atölyesi de fabl tarzdaki bu siyasi hiciv romanı Zerrin Akdeniz’in uyarlaması ve Barış Erdenk rejisiyle sahneye taşımış. Oyuncuların 80 dakika boyunca hayvan formuna uyum sağlamak için parmak uçlarında sergilediği bedensel performansların her biri alkışlanmayı hak ediyor. Kitabın akıcılığı ve her detay sahneye taşındığı için hiçbir kafa karışıklığı yaşamadan kolayca oyuna dahil olabiliyorsunuz. Tabii yine de oyunu seyretmeden önce romanı okumuş olmanız oyuna daha kolay adapte olmanızı sağlıyor. Her ne kadar sahnede ne ile karşılaşacağınızı bilseniz de, oyunu seyrederken yaşadığınız rahatsızlık azalmıyor. Fakat yine de kendinizi sıkışmış ve çözüm ararken bulduysanız hala bir umut olduğu gerçeği de derinlerde bir yerde bizi beklemekte.

Barış Erdenk’in rejisi kolektif bir çalışma olduğu için bütün ekip alkışı ve övgüyü hak ediyor. Oyuncu kadrosunda yer alan Muharrem Özcan (Domuz Napoleon), Umut Temizaş (Boxer-yük atı), Aylin Kontente (Clower-yük atı), Ulaş Akşit (Snowball-domuz), Eser Karabil (Squaeler-domuz), Şirin Kılavuz Uşun (Mollie-kısrak), Ezgi Coşkun (Muriel-keçi), Ayhan Bekdemir (Benjamin-eşek), Beran Kotan (Moses-kuzgun), Turan Bölükbaşı (1.köpek) ve Ali Tepe (2. Köpek) canlandırdığı karakterleri sahneye aktarmada ve enerjilerini seyirciye yansıtma konusunda oldukça başarılılar. Yine Barış Erdenk’in elinden çıkan en ince ayrıntısına kadar düşünülmüş dekor tasarımı da sizi hayvanların dünyasına çekmeyi başarıyor. Oyunun sahne arkasında görev yapan Sibel Erdenk (Hareket Tasarımı), Gürkan Çakıcı (Müzik), Kemal Yiğitcan (Işık Tasarımı), Asya Başkan (Kostüm Tasarımı); yönetmen asistanları Eda Yavaş, Eda Uluca, Merve Kölgeli ve Damla Minel Anıl da sahnede yer alan her ayrıntıda emeğiyle oyunu başarıya taşıyan isimler…

Oyun Atölyesi’nin Hayvan Çiftliği oyununu, oyuncular Aylin Kontente, Ayhan Bekdemir ve Eser Karabil ile konuştuk…

Ayçe Özyiğit: Kitabı okumamış olan izleyiciyi düşünerek sormak istiyorum. Oyunun olay örgüsü kitapla paralel şekilde ilerliyor mu? Kitabı okumayanlar onun derdini anlayabilir mi?

Ayhan Bekdemir: Hayvan Çiftliği oyuna oranla biraz daha uzun bir roman. Biz kısaltmayı yaparken oyunun romanla uyumlu olmasına ve bütün detayları da yansıtmasına dikkat ettik. Oyun romanla uyumlu bir biçimde ilerliyor.

Aylin Kontente: Bu reji romanın olay örgüsünü takip eden bir uyarlama ama elbette ki ufak tefek farklılıklar var. Final kısmı özellikle romandan ayrışan en önemli yeri… Romanda aradan geçen zamanı ifade etmek için “3 yıl geçti… 5 yıl geçti…” gibi betimlemeler yapılabilirken biz bunu sahnede blackoutlar ve sahne aralarıyla verebiliyoruz.İzleyen kişi kitabın olay örgüsünü bu rejide görebilir.

Eser Karabil: İzleyenlerin şunu sormaları gerekiyor; “Bu oyun romanın anlatmak istediği derdi anlatıyor mu?” Evet, anlatıyor. Karakterlerin her biri romanda da var mı? Evet, her karakter romanda yer almakta. Oyunun anlattığı öyküleme tekniğine uygun mu? Evet, uygun. Farklılıklar var mı? Tabii ki var. Sonuçta bu bir uyarlama. Dolayısıyla oyun kitabın anlatmaya çalıştığı “bütün hayvanlar eşittir ama bazıları daha da eşittir” ilkesini gayet başarılı bir şekilde anlatan ve içinde sürprizleri olan güzel bir uyarlama.

Ayçe Özyiğit: Oyunda yer alan hayvanlar, kafa karışıklığına sebep olmaksızın kendisini yeterince ifade edebiliyor mu?

Eser Karabil: Reji, canlandırdığımız hayvanları nasıl anlatacağız sorunsalını daha çok bedensel performanslar üzerinden yola çıkarak anlatma derdini düşündü. Dolayısıyla işin kolayına kaçıp küçük bir kuyruk, pelüş bir kostüm kullanmak yerine daha çok oyuncuların sahne üzerinde oynadıkları hayvanı performansıyla ayrıştırmasını tercih etti. Eğer bu alta geçebiliyorsa, ne ala geçemiyorsa o zaman buradaki sorun oyunculuklardadır ama şunu kesinlikle söyleyebilirim ki bedensel performanslarla ilgili çok çalışıldı. Üstünde durmak istediğim diğer konuysa; siz hayvan çiftliğini izlemeye geliyorsanız eğer, ben şahsen oyuncu olarak sizin George Orwell’ı ve bu romanı bildiğinizi, onu okumuş olduğunuzu düşünürüm. Çünkü bu daha çok roman üzerinden satan bir oyun. Bunları bilerek buraya geldiyseniz de ona uygun bir performans izlediğinizde değerlendirmenizi kendi süzgecinizden geçirip karar vermekte çok zorlanacağınızı düşünmüyorum. Ayrıca oyunda keçi, eşek ya da domuz replikleri de geçiyor. Yani biraz takip edilirse hayvanların ayırdına varılabilir.

Aylin Kontente: Oyuncuların hangi hayvanı canlandırdığını göstermek adına kuyruk ya da burun gibi bir aksesuar kullanmak ya da bunun için kostümden yararlanmak kolay olanıydı. Fakat reji olarak daha zor olanı, bedensel soyutlamayla seyircide bir algı yaratmayı tercih ettik. Dolayısıyla oyuncu için daha çok performansa dayalı bir reji oldu ve oyuncuyu çok mutlu eden bir tasarım ortaya çıktı. İzleyici zaman zaman, “bu hangi hayvan?” gibi bir yanılsamaya düşüyor olabilir ama rejinin derdi bu olmadı hiçbir zaman. Buradaki bedensel soyutlamadan kasıt birebir o hayvanı yansıtmak da değildi. Çalışmalarda özellikle o hayvanla ilgili bir boyun ya da ayak hareketi ile hayvana ait bir soyutlamayı seyircinin algısında yaratabilme konusu üzerinde durduk. Çünkü birebir canlandırdığımız hayvana benzediğimiz bir reji, bir hareket düzeni tercih edilseydi o zaman bir çocuk oyununa kaçma durumu olabilirdi.

Ayhan Bekdemir:  Oyun 1 saat 20 dakika sürüyor ve tüm o süre boyunca bütün karakterler parmak uçlarında hareket ediyor. Bu gerçekten çok zorlayıcı bir teknik ve bizler bunun kolayına kaçıp başka tarzda oynamayı hiç düşünmedik.  Hem yönetmenimiz hem de bizler zor olanı sevdiğimiz için performansa dayalı tasarımı tercih ettik.

Ayçe Özyiğit: Sizin de değindiğiniz gibi, oyun esnasında her bir oyuncunun hayvan formuna uyum sağlamak amacıyla parmak uçlarında yürüdüğünü görüyoruz. Bu tekniğin zorlayıcı yanlarından bahsedebilir miyiz?

Ayhan Bekdemir: Bizler provaların hemen ikinci günü direkt sahneye çıktık. Çünkü çok hızlı çalışılması ve bedensel dinamiğimizin hemen gelişmesi gerekiyordu. Bir hafta sonrasında tüm ekip çok yorulmuştuk ama sonrasında vücut olarak daha da toparlamaya başladık ve hareketleri daha iyi kazanabildik. Hem bedensel bir performans sergileyip hem de oynadığın karakterin duygusunu yansıtmak çok zor bir şey. Bence bizi, tüm ekibi, geliştiren bir süreçti bu. Ben çok keyif aldım, çok güzeldi.

Eser Karabil: 80 dakika boyunca elinizde bir bardak suyu tutmakta dahi zorluk çekersiniz. Çünkü o ağırlık bir süre sonra sizi yormaya başlar. Biz oyuncular olarak 80 dakika boyunca gerçekten zor bir performansın içine dahil oluyoruz. Bunun zorluğu karşı tarafa da geçiyordur. Tüm ekip yaklaşık 2-2,5 ay boyunca bu zorlu sürecin içine girebilmek için çok uğraştık. Bu koltukların dili olsa da anlatsa, biz bu koltukların üstünde bile çalıştık. (Gülüşmeler) Sibel Hocamız o formları edinebilmemiz o performansa girebilmemiz için gerçekten çok çok iyi çalıştırdı bizi. Dolayısıyla ben kolaya kaçılmış bir iş olduğunu düşünmüyorum.

Aylin Kontente: Fiziksel zorluk zaten göz önünde olanıydı. Onun yanı sıra oyuncu için başka zorlukları da göğüslediğimiz bir tasarım oldu. Aynı zamanda o fiziksel formu içselleştirmeniz de gerekiyor ki olabildiğince gerçek bir yerden, insansı bir duygu aktarımı da olsun. Hem o formun içinde olacaksınız hem de forma yabancılaşmadan o duygu aktarımını gerçekleştireceksiniz. Üstelik sahne geçişleri arasında yaklaşık 6 saniyeniz var. İsyan sahnesi gerçekleşmiş mesela. Romanda bunu “bir yıl sonra” diye anlatırken bizim o blackout’ta 6 saniyemiz var. Bambaşka bir duygu ile diğer bir sahneyle açılıyoruz. O anda daha bir sahne önceden gelmiş olan duygusal ve fiziksel performansı hemen yeni sahneye adapte etmeniz gerekiyor. Bu şekilde zorlandığımız taraflar da oldu. Diğer bir taraftan algılarınız da çok açık olmalı. Sahnede 11 tane hayvan var ve hepsinin kendine özgü davranışları ve ritmi var. Mesela siz başka arkadaşınızla aynı anda fazlaca ayak vurursanız kendinizi veya sahneyle ilgili birçok şeyi kirletmiş olabiliyorsunuz. Dolayısıyla biz çalışırken birbirimizi dinleyip, takip etmeye çok dikkat ettik ve bunun üzerine de çok egzersiz yaptık. O enerjinin 11 kişinin arasında sürekli ve kesintisiz bir şekilde devam ediyor olması, birinin sağ eli öndeyken -üç tane at var mesela- diğer atın da yine sağ elinin önde olmaması dikkat ettiğimiz unsurlardı. Hocamız orada farklı düzlemde olmamızı tercih etti. Açıkçası beni okul yıllarına götüren bu performans 11 kişinin aklını, bedenini, kalbini, ruhunu ortaya koyduğu bir alan yarattı bize. Normalde özel tiyatrolarda çok tercih edilebilecek bir şey değildir bu. Çünkü zor bir süreç… Dolayısıyla çok kompakt ve yoğun bir işti. Okul yıllarımdan sonra hiç bu kadar böyle maneviyat ve aidiyet duygusu hissettiğim bir proje olmamıştı açıkçası. Sınıf gibi olduk. Bu oyunun bu reji tercihinin buna etkisi çok büyük. O yüzden bu tiyatronun böyle bir cesaretle, bu zamanda 11 kişilik performatif bir oyunu sergiliyor olduğu es geçilmemeli.

Ayçe Özyiğit: Süre biraz daha uzun tutulabilir miydi? Orwell’ın metninin bunu karşılayabilecek güçte olduğunu düşünüyorum. Sürenin metnin anlaşılabilirliği açısından katkısı olduğunu düşünüyor musunuz?

Aylin Kontente: Şimdi siz bu performansı bizim iki saat yapmamızı mı istiyorsunuz? (Gülüşmeler) Bu konsepti düşünürsek daha uzun zaman dilimi oyuncu için pek mümkün değil. Bu 1 saat 20 dakika artık bizim sınırımız. Oyun tabii ki iki perde de olabilirdi. Bunu Barış Hoca da söylemişti. Fakat biz oyuncular olarak performansa yönelik bir şekilde daha kompakt bir iş olması için tek perde olmasını tercih ettik. Ben oyunun romanı o anlamda yansıttığını ve anlaşılabilir bir şekilde de seyirciye ilettiğini düşünüyorum.

Ayçe Özyiğit: Hayvanlar –kişiler- değişimi kendilerinin gerçekleştirebileceklerine inanmadıkları için “yerlerine düşünen ya da konuşan birilerini” tayin ediyor. Sömürünün, eşitsizliğin ve kötü yönetime boyun eğmek zorunda kalmanın nedeni bu olabilir mi?

Eser Karabil: Bu durum insanoğlunun doğasıyla alakalıdır. Birinin bir şeyleri yapması veya yapmaması ya da bunu doğru düzgün yapmaması kişisel olarak ele alınabilir. Hayvan Çiftliği’nde Napolyon’un kendi kişisel hırsları oyunu yani sistemi buraya getiriyor. İnsanlar bunu daha iyi seçebilir miydi? O zaman bu seçim sistemini sorgulamak olur. Bizler kendi kararlarımızı yaşıyoruz ve bu kararların sonuçlarını da oyunda görüyoruz. Sen bir sorumluluk almazsan, korkuların üzerine gitmezsen, doğal olarak o sonuçları da yaşarsın.

Aylin Kotente: Romanın ve oyunun en temel meselesi bu aslında. Ortada bir değişim fikri var. Çünkü düzenden memnun değiller. Aç bırakılıyorlar, şiddete uğruyorlar, tehdit ediliyorlar. Bu çiftlikte onlara kötü davranılıyor ve onlar da bu düzeni değiştirmek istiyor. Bu fikirle yola çıkıyorlar ama değişimle ilgili gerçek anlamda ne-nasıl olması gerektiğini sorgulamıyorlar. Düzeni değiştirmek istedikleri için alınan her karara duygusal tepki verip hemen inanıyorlar. Tıpkı günümüzdeki gibi; liderin sana bir kararla geliyor ve sen bunu sorgulamadan ona biat ediyor ve hemen ikna oluyorsun. Geçmişe dönük hafızan zayıf, ondan sebep geçmişte yaşanılanları unutmuşsun. Dolayısıyla manipüle edilmeye çok uygun bir kitlesin. Korku, tehdit, manipülasyon, yalan yani kötülük ve ahlaksızlık olarak adlandırabileceğimiz her şey oyunda iktidar tarafından uygulanıyor. Hayvanlar da sorgulamayarak, korkarak, duygusal davranarak hep birlikte bu çürümeye yol açıyorlar.

Ayçe Özyiğit: Kitleleri daha iyi yönetebilmek adına despot yönetimler tarafından baskı uygulanır ve korku yaratılır. Her liderin insanları sindirebilmek adına kullandığı bir korkutma silahı mutlaka olmuştur.  Oyunda da hayvanları sindirebilmek için Bay Jones ve onun çiftliğe geri döneceği fikri kullanılıyor. Bu noktada asıl korkulması gereken ne? Unutulmaya yüz tutmuş olaylar mı? Yoksa uygulanan baskıcı rejim mi? Bunun ayrımına nasıl varılmalı da korkuyla başa çıkabilelim?

Aylin Kontente: Oyunda birincil ihtiyaçların karşılanmaması ile ilgili tehdit uygulanıyor. “Şimdi patatesle besleniyorsunuz ama ileride başka bir şey yiyeceksiniz” ya da “yel değirmenini yaparsanız ileride 3 gün çalışıp 4 gün dinleneceksiniz” gibi hep ileriye dönük bir vaat var. “Şu an yoruluyorsunuz ama çocuklarınıza böyle bir dünya mı bırakmak istiyorsunuz?” deniyor. İktidar hırsında, bu güç mücadelesinde ahlaksız olarak nitelendirilebilecek her şey deneniyor. Kişiler duygusal davranmayarak, sorgulayarak, farkında olarak, birlik olduklarında kişisel hırslarına kapılmayarak bir şeylerin ayırdına varabilir. Bir zümrenin bir zümreyi yönetmesiyle eşitlik bozuluyor ya işte orada ahlak devreye giriyor. Hırslar ve çıkar çatışmaları devreye girince sistem bozulmaya başlıyor. Bir şeylere inanmadan önce sorgulamak gerekir. Burada temel mesele onlara bir şey söyleniyor, onlar da hemen inanıyor. Buna eğitimsizlik de diyebiliriz, cahil cesareti de…

Eser Karabil: Bir şeyden korkmamak için o şeyle alakalı bilginin olması gerekiyor. Benim oynadığım Squaeler karakteri oyunun başında diyor ki, “bilgi, sevgili yoldaşlar, bilgi olmadan hiçbir düşünceye sahip çıkamazsın.” Sen bir düşünceye sahip çıkamıyorsan, korkarsın ve o düşüncenin kölesi olursun. Biz de köleleşiyoruz. Bir toplumun korkularını aşabilmesi için korktuğu şeyle yüzleşmesi, onu tanıması gerekir. Bilmesi, anlaması gerekir. Ancak o zaman aşılabilir ama kimse yüzleşemiyor. Günümüzde de yüzleşemiyoruz. Geçmişte de yüzleşememişiz. Artık zaten hiç yüzleşemeyeceğiz. George Orwell 1984 romanında da zaten bunu anlatmaya çalışıyor. “Sizin yüzleşecek bir şeyiniz kalmadı artık.” Bir araya gelelim de devrim yapalım dönemi artık çok zorlaştı. Mesela Squaeler karakteri aslında bir propaganda bakanı. Propaganda da halkı manipüle etme, korkutma, yönlendirme açısından çok önemli. Bütün gelişmiş toplumlar kendi halkını manipüle etmek ve yönlendirmek için çok büyük paralar harcar ve bu işe özellikle ağırlık verirler. Tıpı 2. Dünya Savaşı’nda Hitler’in yaptığı gibi ya da Stalin’in, ABD’nin veya başka büyük imparatorlukların ve gelişmiş ülkelerin yaptığı gibi. Algı yönetimi her şeydir. Toplum ve halk üzerinde de algıyı yönetirseniz, o toplumu yönetirsiniz. Teknoloji ilerledikçe bu çemberden çıkmak daha da zorlaşıyor.

Aylin Kontente: Ben yine de umutsuz bakmıyorum. Her zaman bir devrim umudu var.

Eser Karabil: Bireysel olarak bundan çıkabilirsiniz belki. Eskiden toplumsal olarak birleşip çıkmanız gerekiyordu. Şimdi sadece bireysel olarak çıkmanızın mümkün olduğunu düşünüyorum.

Ayçe Özyiğit: Ortada bir sömürü düzeni olmasına rağmen tüm hayvanlar bu boyun eğişten memnun gibiler. Onları sessizliğe ve itaate iten nedir? Gelecekte çocuklarına iyi ve yaşanılası bir dünya bırakacaklarına inanmaları mı?

Eser Karabil: Oyunda Snowball daha huzurlu, daha mutlu bir gelecek, daha refah bir toplum yaratma vaadiyle ortaya çıkıyor. Napolyon ise bir düşman yaratıyor. Ve o düşmana karşı güçlenme vaadini ortaya sunuyor. İkisinin de vaatleri ve bakış açıları farklı. Aslında hayvanlar daha iyi bir gelecek için boyun eğmiyorlar. Napolyon’un yönetimindeyken Ezgi Coşkun’un canlandırdığı Muriel karakteri; “eskiden hiç olmazsa ağzı kanlı köpekler yoktu” diyor. Sistemin çok daha sert çok daha kötü olduğunun farkındalar ama –oyun için söylüyorum, buna karşı çıkacak doneler belki de daha gelişmedi, gelişecek. Toplum da öyledir. Mesela su 80 derecede de 90 derecede de sıcaktır ama 100 dereceye çıkınca kaynamaya başlar. O toplumun basıncını gösterebilmesi, devrimi yapabilmesi için belli bir sınıra gelmesi gerekir. Aynı zamanda Napolyon’un da kendileri gibi hayvan olması bu devrim sürecini geciktiriyor. Hiç olmazsa başımızda bizden biri var mantığı ile düşünüyorlar. Onu, iktidara getiren adamların kendilerini de sorgulaması gerekir. Sen kendi seçmediğin birisini rahatlıkla eleştirebilir, sorgulayabilirsin ama kendi seçtiğin birinin yanlış yapıyor olduğu gerçeğini kabullenmen daha zordur. Bu nedenle onun yıkılması da zordur.

Ayçe Özyiğit: 7 kutsal emirden biri olan “bütün hayvanlar eşittir” ilkesi en başta bozulan ilke değil mi? Domuzlara yönetme ve güç gerektiren işlere karışmama hakkını tanımaları aslında bütün hayvanların eşit olmadığını ilkelerin de kolaylıkla çiğnenebileceğini gösteriyor mu?

Aylin Kontente: Bütün hayvanlar eşittir ilkesiyle yola çıkıyorlar ve her hayvanın kendince yapabildiği iyi bir şey var. Domuzlar okuma yazmayı biliyor, daha bilgili. Boxer (yük atı), beden gücünü kullanabiliyor, işçi sınıfı güçlü bir hayvan. Kimin hangi konuda yetkinliği varsa oradan işi tutuyor. Herkes yapabildiği en iyi şeyi ortaya koyarak birlik olmaya çalışıyor. Aslında çıkış noktası çok güzel. Fakat sonra bu devrimin nasıl gerçekleşeceği ile ilgili iki domuz arasında çatışma başlıyor. Bir tanesi bugünü kurtarma derdindeyken diğeri geleceği düşünme derdinde.  Bu şekilde güç zehirlenmesi başlıyor ve ondan sonra eşitlik bozuluyor. Çünkü manipülasyon, işkence ve yalan başlıyor. Ondan sonra hayvanların giderek insanlara benzediği eleştirisi yapılıyor.

Eser Karabil: Aslında eşitlik kavramını da biraz irdelemek lazım. Bütün hayvanlar eşit değildir mesela. Oyunda eşitlik kavramı herkesin söz hakkının olması anlamında kullanılıyor. Koyunların, tavukların ya da ineklerin söz sahibi olmasından bahsediliyor. Bunların eskiden sözleri, isimleri yoktu. Mesela oyundaki toplantı sahnesinde Molly’nin olmadığı söylendiğinde Napolyon “onsuz da başlayabiliriz” diyor. Fakat Snowball; “Hayır, burada herkesin sözü önemli” diyor.  Kişiler o hakları aldığı zaman kendilerinin de biraz emek harcaması lazım. Diktatörlükle yönetilmek basittir. Çünkü sorumluluğu kendi üstünden atarsın. Birisi sorumludur ve o her şeye karar verir. Senin hiçbir sorumluluğun yoktur. Basittir yani, rahattır. Ama onun sonuçları sonradan ortaya çıkar.

Ayçe Özyiğit: Benjamin’in repliğiyle sonlandırayım röportajı o zaman. Olup biten her şey bir öncekinin tekrarı mı? Değişen hiçbir şey olmayacak mı gerçekten?

Aylin Kontente: Ben öyle bir yerden bakmak istemem. O zaman hiç umudum kalmaz içimde. Bu mesleği yapmamın en önemli motivasyonlarından biri birisinin içinde bir ışık yakabilmek, aklında bir sorgulamaya sebep olabilmek, kelebek etkisi yaratabilmek. Dolayısıyla umut her zaman var benim için. Evet, çoğu zaman tarih tekerrürden ibaret ama insanda da bunu değiştirebilecek akıl, irade, güç var bence. Önemli olan iyi insan olmayı seçmekte ısrarcı olmak ve sonsuz kere eğitimin, bilimin yolundan gitmek…

Eser Karabil: Her şey aynı mı olacak? Buna sadece sen karar verebilirsin. Her şey senin elinde… Seçimleri sen yapıyorsun. Her şey aynı olsun istiyorsan her şey aynı olur. Farklı olsun istiyorsan bir şey yapman gerek. Her şeyin aynı olduğu bilincindeysen bunu değiştirmek istersin ama o sistem içinde uyuyorsan, farkında değilsen hiçbir şey yapamazsın. Her şey aynı olur.

Ayçe Özyiğit: Bu güzel ve keyifli sohbet için çok teşekkür ederim.

Aylin Kontente: Teşekkür ediyoruz. Keyifli bir röportaj oldu bizim için.

Eser Karabil: Ben de size ve Tiyatro… Tiyatro… Dergisi’ne teşekkür ederim.

Ayhan Bekdemir: Ben de bu keyifli sohbet için teşekkür ederim.

AYÇE ÖZYİĞİT

 

HAYVAN ÇİFTLİĞİ OYUN TARİHLERİ

Yer: Oyun Atölyesi 2

29 Aralık Pazar 18.00

10 Ocak Cuma 20.30

11 Ocak Cumartesi 20.30

24 Ocak Cuma 20.30

25 Ocak Cumartesi 20.30

Yer: Zorlu PSM

16 Ocak Perşembe 20.30

Yer: Caddebostan Kültür Merkezi

23 Ocak Perşembe 20.30

 

 

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku