Kadim zamanlardan bugüne kadar yaşamış bir kadınla bir tavuğun hikayesi diyerek başladığım bu cümle nereye gidecek bilmiyorum. Ama kadınla tavuk arasında kurulabilecek benzerlik fikirleri burada pek de geçerli değil. Gözünüzün önüne nasıl bir tavuk ve nasıl bir kadın geldi bilemem ama ikisi de çok çirkin deseydim zihninizdeki imge değişir miydi? Oyunun adı öyle, ama çirkinliği de bir daha mı tanımlasak acaba?
Masal dinlemeye davet edildiğimiz o gece tiyatroya yeni kazandırılmış bir sahnede oyun seyretmenin heyecanı içindeydim. Etraflarını üç taraftan saran seyircilerin arasında, eski zamanlardan bugüne gelen ve bir daha asla öyle anlatılamayacak hikayelerini anlatan bu kadın ve tavuğun deforme bedenleri, genel geçer güzellik ya da tavukluk algılarının dışındaydı. Bizi de bir mağara kenarına çeken sahne, ışık, kostüm tasarımıyla, müzik seçimleri ve görsel efektlerle masal dünyasına girdiğimizi gördük, bildik, hissettik, haz aldık.
Herkes tarafından kabul görmeyen, genel geçer kabullerin dışına düşen her canlının bir ayırıcı özelliği olduğu gerçeğini hatırlatıyordu kadının hikayesi. Bir yandan da itilip kakılmanın yaratabileceği hırçınlık ve gazapla gelen asıl çirkinliği. Her birimizin ruhuna her an musallat olabilecek bu gazaplardan ya da hırçınlıklardan hiç çekmemişiz, maruz kalmamışız ya da parçası olmamışız gibi izlemeye devam ettik. Büyük bir kadın hikayesi anlatılıyordu, kadının her halinin hikayesi anlatılıyordu, bilenler tanıdılar o kadınları. Arada Şahmeran göründü, arada Medea, bazen makyajsız dışarı çıkamayan günümüz ergenleri boy gösterdi Tatula’nın bedeninde, bazen de Cordelia ve nice isimsiz kız çocuğu, genç kız, sevdiğini alamayan kadın, kıskanç kadın, şifacı kadın, yaş aldıkça arzu nesnesi oldurulmayan kadın ve diğerleri. Hayatlarının farklı evrelerinde farklı dışlanmalar, zorlanmalarla baş etmek durumunda kalan, beklentilere cevap veremediği zaman itibardan düşen kadının tabi olduğu yasaları koyanların dünyası vardı bir de. Kadını da erkeği de nesneleştiren, özel olduğunu ihsas ettirip uyumlu, itaatkar ara yöneticilerin sırtında yükselen bu Tellioğulları ve Seferoğulları çekişmesinin orta yerinde, bir de bekçiliğe ve ispiyonculuğa memur edilmiş, görevini yapamadığı için de ölümsüzlüğe mahkum edilmiş zaman zaman şişko, aptal tavuk diye çağırılan ve sürekli gıdaklayan o tavuk vardı.
“Bu anlatılanlar masal değil gerçek” dese de Tatula ya da Şiva, o masalsı evrende gerçekten uzak, iyileştirici, sakinleştirici bir dünyaya kaçıp güzel şeyler duymak, sonu mutlu biten hikayelerin tanığı olmak istiyorduk. Arada tatula ya da boru çiçeğinin maharetlerini öğrendik. Bir de tavuğun sürekli aşkın yasaklanması gerektiğini bildiren çığlıklarını duyduk. Aşkın yıkıcı hali dışında bir varoluşu yok mu, olamaz mı sahiden diye meraklandık.
Barış dilinin hakim kılınması, dünyanın nefret ve intikam duygularından uzak bir yer haline gelmesi, bizim olduğu kadar yazarın da nefesini tutarak beklediği bir ara duraktı belli ki. Ama işte o Seferoğulları/Tellioğulları yok muydu! “Gazaba kapılmayacaksın” emrine karşı çıkan Şiva’nın uğratıldığı gazabın, cezanın, mutsuzluğun müsebbibiydi onlar. Erk sahibi olmak bunu gerektiriyordu, tıpkı barış için savaş, ilerleme için ayrımcılık, demokrasi için soykırım, insan için doğa katliamı, bir tür için diğerinin yok edilmesi gibi. Şahane ikiyüzlülüğümüzü, hadi hafifletelim çelişkilerimizi yüzümüze vuran masal kılığına girmiş bu gerçekle ne yapacağımızı buradan çıkınca düşünürdük. Şimdi izlemeye devam etmeliydik.
Onur Mert Arslanoğlu’nun hayat verdiği tavuk o kadar başarılıydı ki, adımlarını, gıdaklamalarını koşturmasını, yumurtlamasını hayranlık ve neşeyle izledim. Bu gürültücü tavuğun Şiva’yı gölgede bırakması ise Nihal Yalçın gibi bir oyuncunun nefes darlığı çekmesinden ileri gelmiyordu elbette. Hangi seçimler bu sonucu getirdi sorusuna ise ancak tahminlerle cevap verebilirim; atanmış bekçinin vazifesini tam yaptığını cümle aleme gösterme ve kifayetsiz muhterisin ete kemiğe bürünmüş halini sergileme veya Şiva’nın erkek bir akla kurban edildiğini belirtme niyetlerinden birini ya da hepsini okuyabiliriz. Belki tam da bu sebeplerle Şiva ve tavuk arasında oyunu bozan bir anlaşmaya onca zamandır varılamamıştı.
Geniş çağrışımlı cümlelerle yaratılan masal evreninde metaforların üst üste bindiği oyun birçok soruyu, kavramı, çağrışımı da sahneden zihinlerimize taşıdı. Kelimelerin gücünü büyüten diğer bütün unsurlarla karşımıza şahane bir yapım çıktı. Nice bereketli tartışmalara, düşünmelere o halde.
HANDAN SALTA
Oyunun Künyesi:
Yazan: Firuze Engin
Yöneten: Güray Dinçol
Yaratıcı Yapımcı: Yağmur Dolkun
Sahne ve Yapım Tasarımı: Veli Kahraman
Immersive Sanat Direktörleri: Lalin Akalan, Amir Ahmadoghlu (xtopia)
Müzik: Ahmet Kenan Bilgiç (Comfortnoise)
Koreografi: Büşra Firidin
Kostüm Tasarımı: Candan Seda Balaban
Işık Tasarımı: Cem Yılmazer
Ses Tasarımı: Turgut Mavuk (Comfortnoise)
Yardımcı Yönetmen: Aslı Ekici
Yaratıcı Teknoloji Uzmanı: Çağatay Güçlü (xtopia)
Görsel Sanatçılar: Amir Ahmadoghlu, Burak Dirgen (xtopia)
Grafik Tasarım: Nada Aydın (xtopia)
Görüntü Sistemi Yönetimi: Display Team
Yapım Sorumlusu: Eyüp Çelik
Reji Asistanı: Mislina Kurtuldu
Proje Koordinatörü: Esra Küçükşen (xtopia)
Görsel İletişim, Tasarım: Özge Güven
Fotoğraf: Murat Kahya
Ortak Yapımcılar:Institute of Time, Betaland Audiovisual
Oynayanlar: Nihal Yalçın, Onur Berk Arslanoğlu
Topluluk: Dolkun Production